—Başka lütuflar kullanılarak
askerlerin teşvikini sağlamak,
—Devletin bazı eski kaidelerini tecdid etmek,
—Nizam-ı Cedid’in devletin selameti ve kendilerinin menfaati için şart olduğunu onlara
kabul ettirmek,
—Görünüşte-kıyafette Avrupa askerlerine benzemekten kaçınmak,
—Uygulanacak talimlerin önce faydalarını anlatarak ikna ettikten sonra talime
başlamak,
—Askerin arasındaki birlik ve beraberliğin, başarı için şart olduğunu göstermek,
—Eski kaidelerin ortadan kaldırılmasından mümkün olduğunca kaçınmak,
—Askerlere, düşman karşısında başarılı olabilmek için eğitimin şart
olduğunu sürekli
tekrarlayarak rızalarını sağlamaktır (Özkul, 2005:234).
Osmanlı Devleti’nin hizmetinde bulunan gayri müslimler tarafından sunulan bu iki
layihanın, özellikle reformların uygulanması esnasında oldukça etkili olduğu
görülmektedir. Ancak uygulamada Baron von Brentano ve Tatarcık Abdullah efendinin
layihalarındaki; değişimin zorunlu olduğuna toplumsal grupları ikna ederek, keskin bir
değişim yerine yavaş yavaş, sindirerek bir değişim yönteminin benimsenmesi fikri pek
kabul görmemiş, daha çok D’ohsson’un keskin ve aceleci
değişimi öneren fikirleri
kabul görmüştür. Seçilen bu yöntem Nizam-ı Cedit’e olan karşıtlığı körüklemiş ve
yaşanan çatışmaların da en önemli nedeni olmuştur. Özellikle Brentano tarafından
vurgulanan “görünüşte ve kıyafette Avrupa askerlerine benzemekten kaçınmak”
ilkesinin önemsenmemesi, Nizam-ı Cedit askerlerine Frenk veya kâfir eleştirilerinin
yapılarak, halkın gözünden düşmelerinde en büyük etken olmuştur.
3.5.5. Nizam-ı Cedit Yeniliklerinin Uygulanması:
Nizam-ı Cedit adıyla anılan III. Selim devri reformlarının, en önemli yanı önceki reform
denemelerine göre daha planlı ve kapsamlı olmasıydı. Padişah III. Selim, kendisine
sunulan layihaları ciddi bir şekilde inceledikten sonra, “inkılâpçılar” olarak
isimlendirilen grubun önerilerini benimseyerek, uygulamaya karar verdi. Bunu
107
gerçekleştirmek maksadıyla, inkılâpçı fikirleri içtenlikle
benimsemiş bulunan
gençlerden 10 kişilik bir ıslahat komisyonu oluşturdu ve başkanlığına da devrin değerli
bilim adamı Esseyyit İbrahim Efendi (İsmail Paşazade)’yi atadı ve onlara “bir ıslahat
programı hazırlamalarını” emretti. Bizzat padişah ve komisyon başkanı, “ıslahat
yolunda gerekirse canlarını feda edinceye kadar çalışacakları” hususunda yemin ettiler.
Böylece çalışmalara başlayan komisyon, 72 maddeden oluşan; yönetim, askeri, sivil,
siyasal, sosyal, kültürel ve ticari alanlardaki yenilikleri de içeren ayrıntılı bir program
hazırlamıştır (Yücel ve Sevim, 1995:162).
III. Selim döneminde, Nizam-ı Cedit yeniliklerinin uygulamasında bizzat görev alan
İngiliz Mahmud lakablı Mahmut
Raif Efendi, askeri, mali ve mülki alanlarda
gerçekleştirilen bu yenilikleri Avrupaya tanıtmak amacıyla yazmış olduğu Fransızca
kitabında yenilikleri onbeş başlıkta toplamıştır:
—Kamu gelirlerinin yeni kaynakları hakkında nizam
—Ordunun ve İstanbul’un teçhizi hakkında nizamname
—Yeniçeriler
nizamnamesi
—Cebeciler için nizamname
—Topçu sınıfı için nizamname
—Barut imali için nizamname
—Arabacılar nizamnamesi
—Topçular ve at arabacıları nizamnamesi
—Arabacı ve topçuların seferberlikte düzenine dair nizamname
—Humbaracılar sınıfı nizamnamesi
—Lağımcılar sınıfı nizamnamesi
—Bahriye nizamnamesi
—Karadeniz Boğazı ağzında Yedihisar hakkında nizamname
—Karadeniz Boğazındaki Dörthisar hakkında nizamname
108
—Avrupa usulünde eğitilmiş Levent Çiftliği Birliği için nizamname (Özkul, 2005:245)
Padişah III. Selim, Yeniçeri Ocağının bir anda kaldırılmasının mümkün olmadığını
biliyordu. Zaten bunu yapabilmek için devletin başka bir askeri kuvveti de
bulunmuyordu. İşte bu nedenle III. Selim, bir yandan Avrupa standartlarına uygun bir
ordu hazırlarken, bir yandan da mevcut asker ocaklarının
mümkün olduğu ölçüde
düzenlenmesinin daha olumlu sonuçlar vereceğini düşünüyordu.
Öncelikle, askerlik görevleri dışında esnaflık veya ticaret gibi işlerle uğraşan
Yeniçerilerin, disiplin ve askeri eğitimlerini ıslah etmek için, haftanın birkaç günü
onlara talim yapma zorunluluğu getirildi. Daha sonra “Tecdidi Kanuni Timar ve
Zeamet” isimli bir yasayla timar ve zeamet sahibi oldukları halde savaşlara katılmamış
olan kimselerin timar hakları geri alınarak bunlar, merkez ve sancaklarda görevlerini
tam anlamıyla yapan kimselere verildi. (10 Temmnuz 1792) Bunun ardından, ordunun
teknik sınıflarını oluşturan Humbaracı, Lağımcı ve Topçu ocaklarıyla
ilgili başka
yasalar çıkarılmıştır. Yeni yasaya göre Humbaracı ocağı mensuplarının sürekli olarak
İstanbul’da oturmaları, düzenli olarak askeri eğitim görmeleri ve bu ocağa alınacak
askerlerin mesleklerini iyi bilmeleri zorunlu hale getirilmiştir (Yücel ve Sevim,
1995:163).
Humbaracı Ocağı için çıkarılan kanunnameye göre, öncelikle ocağın başına, dindar, bu
görevi yapabilecek “ricalı devleti aliyeden” biri humbaracıbaşı olarak atanacaktı.
Humbaracıbaşıdan bahşiş ve hediye alınmayacaktı. Onlarda subaylardan ve erlerden
buna benzeyen bir şey almayacaklardı. Humbaracılar için bağımsız bir kışla yapılacaktı.
6 Mayıs 1792 günü gerek yevmiyeli, gerekse timarlı humbaracı erleri İstanbul’da
toplanacak ve tek tek yoklamaları yapılacaktı. Kanun ve kurallar gereği imtihan
olacaklar, yetenek ve bilgilerini ispat edenlerin “narpare”leri
devam edecek, bunu ispat
edemeyenler ise vilayetlerine gitmeyip, kışlalarda oturup talimle uğraşacaklar, bir buçuk
sene içinde belli bir seviyeye ulaşacaklardı. Böylece Humbaracı ocağına yeni bir düzen
veriliyor ve çağın gerektirdiği seviyeye ulaşması amaçlanıyordu (Özkaya,2001:357;
TSK Tarihi, 3/5, 1978:174).
Lağımcı Ocağına da timar ve zeametler boşaldıkça yeteneksiz ve bilgisiz insanlar
rüşvetle doldurulmuştu. Üstelik ocağa yeni alınanlarla ocak mevcudu iyice artmıştı.
Ancak içlerinde lağım bağlamayı bilen tek bir kişi bile bulunmuyordu. 6 Mayıs 1792
109