T. C. Sakarya üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ



Yüklə 1,36 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə48/82
tarix08.09.2018
ölçüsü1,36 Mb.
#67106
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   82

3.6. 
18 nci Yüzyıl Yenilik Hareketlerinin Tahlili: 
Türk modernleşmesinin ve Osmanlı kültüründe batılılaşma hareketlerinin ilk başladığı 
dönem olarak, 18. yy. başlarındaki Lale Devri kabul edilmektedir. Her ne kadar 17. 
yüzyılda Osmanlı devlet kurumlarında bir takım yenilik girişimlerinde bulunulmuş olsa 
da, bunlar sadece bozulan asayişin ve düzenin onarılmasına yönelikti. Kimse düzenin 
neden bozulduğu üzerinde durmamıştı. Dünyanın gelişen ekonomik, toplumsal, teknik 
ve askeri düzenine ayak uydurulması için gerekli araştırmalar yapılmadı. Osmanlı 
yöneticileri, devletlerini iki kıtanın, iki denizin, iki dinin, iki âlemin efendisi olmaya 
aday sayacak aşırı bir büyüklük duygusu geliştirmişlerdi. Batıdaki gelişmelerden 
habersiz bir şekilde yapılmaya çalışılan  ıslahatlardaki tek amaç Osmanlı devlet 
kurumlarını 16.yüzyıldaki Kanuni Sultan Süleyman devrindeki durumuna getirmekti 
(Haksun, 2004:171; Berkes, 2004:37). 
Aslında Osmanlı devlet adamlarının, hemen yanı başındaki Avrupa’da olup bitenlere 
karşı kayıtsız kalmaları çok da yadırganması gereken bir durum değildir. Bernard Lewis 
bu durumu şöyle açıklamaktadır:  
“...Hristiyanlık ile İslamlığın Akdeniz çevresindeki uzun karşılaşmalarına ve 
Suriye’den  İspanya’ya kadar barışta ve savaşta sayısız temaslarına rağmen, 
Rönesans ve Reformasyon gibi ilk Avrupalı hareketler Müslüman uluslar arasında 
hiçbir yankı uyandırmamış ve hiçbir karşılık bulmamıştı.  İlk evrelerinde 
Hellenizmden,  İran’dan hatta Hint ve Çin’den gelen etkileri o kadar yatkınlıkla 
kabul eden İslam uygarlığının Batıyı kesinlikle reddetmesi ilk bakışta garip 
görülebilir. Fakat bunun bir açıklamasını bulmak zor değildir.  İslamlığın 
yayılmakta ve dış etkileri kabul etmekte olduğu zamanlarda Hristiyan batının 
verecek bir şeyi olmadığı gibi, gözle görülür ve elle dokunulur derecede aşağı olan 
bir kültür görünümüyle İslam gururunu okşuyordu. Bundan başka, bizzat Hristiyan 
olması gerçeği nedeniyle, peşin olarak güvensizlikle karşılanıyordu. Muhammet’in 
son peygamber olduğu anlayışıyla en yüksek noktasına varan Müslümanlığın 
birbirini izleyen vahiyler doktirini, Müslümana, yalnız kendisinin tüm olarak sahip 
olduğu  şeyin ilk ve eksik şekli olarak Hristiyanlığı reddetmek ve Hristiyan 
düşüncesini ve uygarlığını küçük görmek gücünü verdi. Daha sonra, Hristiyanlığın 
ilerlemesi ve İslamlığın gerilemesi yeni bir ilişki yarattığı zaman, İslamlık 
 
134


kemikleşmiş değilse bile kristalleşmiş ve özellikle Batıdaki bin yıllık düşmanından 
gelecek bir dış uyarıcıdan etkilenmez duruma girmişti” (Lewis, 1996: 41–42). 
Osmanlı devlet adamlarının bilinçaltında bulunan üstünlük duygusu o kadar fazladır ki 
“kefere” diye nitelendirdiği Avrupa devletlerine verdiği imtiyazların, kendi ekonomik 
çıkarlarını etkilediğini bile dikkate almamışlardır. Bazı araştırmacılar, Batıdaki modern 
gelişmelere karşı sürdürülen kayıtsızlığı çoğu zaman dinsel engellemelere 
dayandırmaktadırlar. Ancak gerçek neden; yeniliklerin Osmanlı geleneksel yapısını 
bozmasından duyulan endişenin getirdiği bir savunma ihtiyacıdır. 
“Din geleneğin en son sığınağı, en son savunma kalesidir. Aslında toplumun eski 
yaşayışının kökeninden gelen birçok alışkanlıklar, kolaylıkla din gereğiymiş gibi bir 
nitelik kazanırlar” diyen Berkes, Osmanlı rejiminin en önemli yanının dinsellikten çok 
geleneksellik olduğunu vurgulamaktadır (Berkes, 2004:20). 
Ancak batı karşısında eski gücünü kaybeden Osmanlı Devleti, 17.yüzyılın yarısından 
sonra, nerede yanlış yaptığını sorgulamaya başlamıştır. Bununla birlikte, varılan ilk 
sonuç; yanlışın Osmanlı’nın geleneksel yapısının bozulmaya başlamasından 
kaynaklandığı olmuştur. Berkes’e göre gelenekçi bir düşünde yenileşme, çağdaşlaşma 
kavramları olamaz. O düşüne göre, hiçbir değişme iyiye götürmez; ancak bozulmaya 
götürürdü. Islah ancak eski düzene dönmekle mümkündü (Berkes, 2004:28-34). 
Lale Devri’ne girdiğinde uzun ve yıpratıcı savaşlardan dolayı perişan bir hale gelmiş 
olan Osmanlı Devletinde artık Batının üstünlüğü birçok alanda kabul edilmeye 
başlanmıştı. Zaten Osmanlı ordusunun ardarda yaşadığı mağlubiyetler ve bozgunlar, 
Batının askeri alandaki üstünlüğünü daha önce gözler önüne sermişti. Ulemadan 
Akhisarlı Hasan el-Kâfi, 1596’da kaleme aldığı Usülü’l-hikem fi nizami’l-âlem adlı 
eserinde şunları yazmıştır;  
“Şimdiki zamanda silahlar ihmal edildi. Bu yüzden savaştan çok kaçanlar 
oluyor.1596 Eğri seferinde bu görüldü. Özellikle Rumeli ve Bosna’da düşman ile 
cenk eylemeye dayanamayıp firar edenler oldu. Şimdi düşman da yeni çıkmış 
silahlar kullanılmakta, asker bu yüzden kaçıyor. Bizim de bu silahlardan 
edinmemiz gerekir” (Berkes,2004:76; Özkul, 2005:104-105). 
 
135


Akhisarlının yazdıklarını teyit eden İngiliz tarihçisi Parry’e göre; ilk kez Eğri seferinde 
düşmanın elinde Osmanlı askerlerinin şimdiye kadar hiç görmediği hafif piyade 
tüfekleri bulunuyordu. Bu bilgiler bize ilk reform çabalarının neden askeri alanda 
başlamış olduğunu açıkça göstermektedir. Zaten militer bir yapıya sahip olan Osmanlı 
Devleti için yenilgileri sadece askeri nedenlere bağlamak ve bu alanda yeniliklere 
girişmek oldukça doğal görünmektedir. Osmanlının,  Avrupa uygarlığı ile teknik ve 
askeri alandaki yenilikler arasında ayrım yaptığına işaret eden elçi Busbecq’de 1560’da 
şöyle demektedir:  
“Dünyada hiçbir ulus, Hristiyanlar tarafından icad edilen top, havan ve daha birçok 
şeyleri kullanmalarıyla da kanıtlandığı gibi, yabancıların yararlı icadlarını 
kullanmada Türklerden daha büyük bir isteklilik göstermemiştir. Bununla beraber
şimdiki halde, matbaayı kullanmaya veya saat kulesi dikmeye yönlendirilemezler. 
Çünkü kutsal yazıların, yani kendi kutsal kitaplarının basıldığı takdirde, artık yazı 
olmaktan çıkacağını ve saat kuleleri dikilirse müezzinlerinin otoritesinin ve eski 
dini törenin bundan zarar göreceğini zannederler” (Levis, 1994: 42, Berkes, 
2004:77; Özkul; 2005). 
18. yüzyılın başlarına kadar kabul edilemeyen Batılı devletlerin üstünlüğü, Karlofça 
antlaşmasıyla birlikte kabul edilmiş ve bir Batılılaşma politikasına ilk bilinçli teşebbüs 
yani ilk bilinçli adım Lale devrinde oluşmuştur.“İlk Teşebbüsler Devresi” olarak 
adlandırdığımız Lale Devri (1718–1730) ile başlayan 18.yüzyıldaki yenilik hareketleri, 
“Geçiş Devresi” olarak adlandırdığımız I.Mahmut, III. Mustafa ve I.Abdülhamid 
(1730–1789) dönemlerindeki ıslahat çalışmaları ile devam etmiş ve “Köklü Reformlar 
Devresi” olarak nitelendirdiğimiz III. Selim dönemi (1789–1807) ile sona ermiştir. 
“İlk Teşebbüsler Devresi”  diye isimlendirdiğimiz Lale Devri, (1718–1730) klasik tarih 
kitaplarında daha çok zevk ve sefa ile geçirilen bir dönem olarak nitelendirilmekte ve 
dönemin sosyal psikolojik alt yapısı ile modernleşme açısından taşıdığı önem genellikle 
ihmal edilmektedir. Oysa Mümtaz TURHAN’a göre; 
“Hem Lale Devrinde hem de müteakip devirlerde meydana gelecek değişmelerin 
kaderini tayin eden ve onlara damgasını vuran psikolojik tesir ve amilleri bütün 
çıplaklığıyla bu başlangıç devresinde müşahede etmek mümkün olmaktadır” 
(Turhan, 1988:144). 
 
136


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   82




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə