T. C. Sakarya üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ



Yüklə 1,36 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə49/82
tarix08.09.2018
ölçüsü1,36 Mb.
#67106
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   82

Berkes’e göre;  
“Lale Devrinin yüksek yönetici tabaka açısından önemli bir özelliği de bu 
tabakanın din ve gaza karışımı olan eski “ethos”undan, kendine özgü zihniyetinden 
kopmuş olmasıdır. Cevdet Paşa’nın  İbn Haldun’dan alarak kullandığı bir terimle 
söylersek, Osmanlı asabiyeti artık sönmüştür. Bu eski Osmanlı ethos’unun 
dünyasal yanının özelliği olan askeri disiplin ve hukuksal sertlikle, onu 
tamamlayan dinsel yanı gazilik ve sofuluk karışımı bir püritanizm, yerlerini Lady 
Montague’nün farkettiği deizme, hatta ateizme, tasavvufa, hatta Bektaşilik’e, 
musikiye, edebiyata ve hedonizme bırakmıştır.” (Berkes, 2004: 43) 
İbn Haldun’a göre asabiyet ile devletin kuruluşu ve yaşaması arasında zorunlu bir 
münasebet bulunmaktadır. Devletin sınırları da asabiyetle sınırlıdır. Asabiyetin son 
bulduğu yer, devletin tabii sınırlarını oluşturur. İşte Cevdet Paşa’ya göre Lale Devrinde 
bu asabiyet artık sönmüştür (İbn Haldun,1997b:529,760). 
Bütün bu gelişmelerin yanı  sıra, Osmanlı Devletinin hemen yanı başındaki Rusya’da 
çok önemli değişimler yaşanmaktadır. Rus Çarı Deli Petro, bütün Avrupa’yı dolaştıktan 
sonra ülkesinin geri kalmışlığının farkına varmış ve köklü reformlar yapmak için çeşitli 
ülkelerden çok sayıda mühendis, uzman, öğretmen, doktor, asker ve teknisyen 
getirtmiştir. Deli Petro’nun bu çalışmaları kısa sürede meyvelerini vermeye başlamış ve 
18. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Rusya güçlü bir Avrupa devleti haline gelmiştir. 
Üstelik açık denizlere inme hevesiyle yanıp tutuşan bu devlet, artık Osmanlılar için 
daha öncelikli bir tehdit oluşturmaktadır.  
Bu koşullar altında Lale Devri’ne giren Osmanlı Devleti’nde doğal olarak ilk 
modernleşme tartışmalarının bu devirde ortaya çıktığını görüyoruz. Dönemin sadrazamı 
Damat  İbrahim Paşa’nın Avrupa devletlerini tanımanın Osmanlı  dış politikası için 
önemli olduğuna inanması da bu konuda daha serbest bir ortam oluşmasını sağlamıştır. 
1718 Pasarofça Antlaşmasının hemen ertesinde yazıldığı anlaşılan “Takrir” isimli belge, 
bu konudaki ilk tartışmanın yansıması olarak değerlendirilmektedir. Bu yazı, adı 
verilmeyen bir devlet adamı ile Hristiyan bir subay arasında geçtiği varsayılan bir 
tartışmanın tutanağını andırmaktadır. Tartışmadaki “Müslüman”, Osmanlı rejiminin ve 
İslam şeriatının üstünlüğü inancı üzerinde dururken, karşısındaki “Hristiyan” ise, bunun 
tersini ileri sürmemekle beraber, Avrupa dünyasında gelişen yeniliklerin alınması 
 
137


gerekliliği üzerinde durmaktadır. Müslüman bunu kabul etmezse de tersini de iddia 
etmez. Ancak sözü edilen yeniliklerin tamamı kültür ve ekonomi alanlarında değil, 
yalnız askerlik alanındadır (Berkes, 2004:48). 
Berkes’e göre, ilk çağdaşlaşma düşüncesi dışarıdan hiçbir etki olmaksızın, sadece 
düşünen kişilerin kafasından çıkmış değildir. Onlara, “Hristiyan” ile simgelenen aslında 
Avrupalı anlamına gelen bir takım çevreler, fikir vermektedir. Berkes’in sözünü ettiği 
Avrupalılardan bir tanesi 1717 sonlarında  İstanbul’a gelmiş olan bir Huguenot 
grubunun başında bulunan Rochefort isimli Fransız subayıdır. Rochefort, 1718 yılında 
Osmanlı Devletine sunduğu projesinde; Bab-ı Ali hizmetinde yabancı mühendislerden 
oluşan bir fen kıtası kurulmasını ve “cedit nizam” alayları kurmak üzere subay eğitimi 
ve yetiştirilmesini üstlenmeyi teklif etmiştir. Ayrıca projesinde Osmanlı Devletinin 
çektiği mali sorunların, ülkedeki hammaddelerin Avrupa devletleri tarafından 
sömürülmesinden kaynaklandığını, bunu engellemek için ülke içinde hammaddeleri 
işleyebilecek fabrikalar kurabileceklerini belirtmiştir (Berkes, 2004; Lewis, 1996). 
Rochefort’un bu projesi Damat İbrahim Paşa tarafından ilgiyle karşılanmış ve konu 
Divan da görüşülmüştür. Osmanlı devlet adamları tarafından kabul görmeyen projenin, 
kabul edilmeme nedeni ise cehalet ve taassup değil başka bir şeydir. Projenin kabul 
edilmemesine Katolik taassubu ve Fransız ticaret çıkarlarına Osmanlı rüşvetçiliğinin 
aracılık etmesi neden olmuştur. Divanda görüşülen proje hakkında tercümanlardan günü 
gününe bilgi alan Fransız elçisi Marguis de Bonnac, bazı devlet adamlarına rüşvet 
vererek projenin kabul edilmesini engellemiştir (Berkes, 2004:48). 
Lale Devrindeki modernleşme hareketlerinin önemli isimlerinden birisi de İbrahim 
Müteferrika olmuştur. Gerek askeri yenilikler konusundaki çalışmaları gerekse ilk Türk 
matbaasının kurulmasındaki gayretleriyle Osmanlı modernleşmesine büyük katkılarda 
bulunmuştur. Osmanlı askeri düzeninin çağdaş Avrupa yöntemlerine göre ıslah edilmesi 
gerektiğini ortaya koyan ilk düşünce adamı da İbrahim Müteferrika’dır. Aslen Macar 
olan Müteferrika, 53 yaşında hecegan rütbesindeyken yazdığı “Usulü’l-hikem fi nizamil 
ümem” de, Osmanlı devlet kuruluşunun bozulmasının ve Avrupa devletlerinin 
güçlenmelerinin nedenlerini araştırmış, kalkınmak için Osmanlı devletinin neler 
öğrenmesi ve alması gerektiğini açıklamıştır. Bu eserinde askeri reform önerilerinin 
yanı  sıra demokrasi rejimini övmesi ve demokrasi ile yönetilen ülkelerin yasalarının 
 
138


Tanrı’dan gelme şeriat ilkelerine göre değil, akıl yoluyla bulunmuş ilkelere dayandığını 
belirtmiş olması Osmanlı fikir hayatı için bir ilk olmuştur (Berkes, 2004:50-55). 
Avrupa devletleriyle siyasi ilişkiler kurmak ve bu ülkeleri daha yakından tanımak 
isteyen Damat İbrahim Paşa 1719 yılında Viyana’ya bir elçilik heyeti gönderirken, 1720 
yılında da Fransa ile bir ittifak olanağı aramak üzere Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi’yi 
Paris’e göndermiştir. Sadrazam bu görevine ilave olarak Mehmet Çelebi’den Fransız 
uygarlığını tanıması, incelemeler yaparak bunlardan Osmanlı’ya uygun olanlar 
hakkında bilgiler getirmesini istemiştir. Paris’e giderken oğlu Sait Mehmet Efendiyi de 
yanında götüren Mehmet Çelebi, Fransa da gördükleri karşısında büyük bir şaşkınlık 
geçirmiş, Fransa’dan dönüşünde yazdığı “Sefaretname” isimli eserinde Paris’te 
gördüklerini adeta yeni bir dünya keşfetmiş gibi takdir ve hayranlıkla anlatmıştır. 
Sefaretname’sinde bilim ve teknikten, rasathane, hastane ve nehirlerdeki teknolojilerden 
kısaca bahseden Mehmet Çelebi, saray gezileri, opera, tiyatro ve av partileri ile ilgili 
konuları anlata anlata bitirememiştir (Berkes, 2004:5-6; Özkul, 2005;131). 
Bunun sonucu olarak İstanbul’daki üst tabakada bir batı taklitçiliği hevesi başlamıştır. 
Damat İbrahim Paşa, Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi’nin Paris’ten getirdiği planlara göre 
İstanbul’un çeşitli yerlerine saraylar yaptırmaya başlamış, Paris’teki Fontainebleau 
sarayının resimleri model olarak kullanılarak Kağıthanedeki Sadabad Sarayı inşa 
edilmiştir. Ayrıca Üsküdar’daki Şerefabat, Beylerbeyi bahçesindeki Bağ-ı Ferah, 
Fındıklı’da bugün Mimar Sinan Üniversitesi’nin bulunduğu yerde Emnabad
Alibeyköyündeki Hüsrevabad dönemin en önemli eserleridir. Döneme ismini veren Lale 
çiçeği adeta bir tutku ve saygınlık sembolü haline gelmiş, yaz aylarında lale 
bahçelerinde eğlenceler düzenlenir, kış aylarında helva sohbetleri yapılır olmuştu 
(Haksun, 2004:175; Özkul, 2005:132). 
Lale Devri olarak isimlendirilen bu dönemde, bilim ve kültür alanlarında, modernleşme 
açısından önem taşıyan iki yenilik yapılmıştır: Bunlardan birincisi ve en önemlisi ilk 
Türk matbaasının kurulmuş olması, diğeri de tercüme faaliyetleridir. Yirmi Sekiz 
Mehmet Çelebi’nin oğlu Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından, Sultan Selim 
semti civarındaki İbrahim Müteferrika’nın evinde kurulan matbaa, 1729 yılından 1823’e 
kadar faaliyetlerini sürdürmüş olup, Osmanlı Devletinde müslümanlar tarafından 
kurulan ve işletilen ilk matbaa olarak kabul edilmektedir (Özkul, 2005:133). 
 
139


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   82




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə