benzememesi gerektiği konusuna da dikkat çekmiştir. Ancak III. Selim bu uyarıları
dinlememiş ve Nizam-ı Cedit ocağının askerlerine Fransız ordusunda kullanılan mavi
bere ve kırmızı ceketten olaşan bir üniforma giydirmiştir (Özkul, 2005:230-235; Berkes,
2004).
Reformların uygulanmasında da Tatarcıklı Abdullah Efendi ve Brentano’nun uyarılarını
dikkate almayan III. Selim, değişimin zorunlu olduğuna toplumsal grupları ikna ederek,
yavaş yavaş sindirilen bir değişim modelini kabul etmemiştir. Bunun yerine,
D’ohsson’un önerdiği, keskin ve aceleci bir değişim modelini benimsemiştir. Hatta
D’ohsson’un layihasında batının sadece askeri ve teknik bakımdan değil, bunun yanında
siyasi ve hukuki bakımdan da örnek alınması gerektiği tavsiye ediliyordu. Ancak
Osmanlı devlet katında büyük itibara sahip olan D’ohsson’un bir süre sonra Osmanlı
Devleti aleyhine Fransa’ya casusluk yaptığı ortaya çıkmıştır (Özkul, 2005:235-240).
Osmanlı modernleşmesinin en önemli aşamalarından birisi olan Nizam-ı Cedit’in
gerekliliği ve yararlılığı konusunda, aklı başında olan herkesin hem fikir olmasına
rağmen, neden başarısız olduğunu sorusuna cevap bulmak için bütün faktörlerin göz
önünde tutulması gereklidir. Sultan III. Selim’in reformların uygulanmasında, yeniçeri
askeri yapısını ve toplumsal gerçeklikleri dikkate almadan, aceleci bir yöntemi
benimsemesi, çok önemli bir nedendir. Ancak reformun başarısızlıkla sonuçlanmasını,
hatta Kabakçı İsyanı gibi bir felakete yol açmasını, sadece bu nedenle açıklamak
mümkün değildir. Bu konuda, en az benimsenen yöntem kadar, yabancı ülkelerin de
etkisi bulunmaktadır. Fransa’nın Mısır’a saldırması, reformlarını Fransa’ya dayandırmış
olan padişahı çok zor durumda bırakmıştır. Fransa bununla kalmayıp Rusya ile birlikte,
Nizam-ı Cedit’e karşı İstanbul’daki yeniçerileri kışkırtarak isyana zemin hazırlamıştır.
Fransa ve Rusya’nın İstanbul’da bulunan saray tercümanları ve elçilik görevlileri
vasıtasıyla devletin bütün sırlarını öğrendiği, yeniçerilerin içinde bulunan casusları
aracılığıyla da fitne ve dedikodu çıkararak isyanın çıkmasında büyük rol oynadığı
görülmektedir (Özkul, 2005:323; Berkes, 2004:120-122).
Bütün bu gelişmeler olurken Nizam-ı Cedit reformlarının fikir aşamasından itibaren
padişahın yanında bulunan Ebubekir Ratib Efendi öldürülmüş, diğer yenilikçi devlet
adamlarından Tatarcıklı Abdullah Efendi ve İbrahim İsmet Bey gibi dirayetli ve akıllı
kişiler vefat etmiştir. Sultan III. Selim tarafından göreve getirilen devlet adamları hem
146
halk ve askerler tarafından sevilmiyorlardı hem de yenilik düşmanıydılar. Özellikle
Edirne Vak’asından sonra Şeyhülislamlığa getirilen Ataullah Efendi ve Kaymakamlığa
getirilen Köse Musa Paşa, Kabakçı isyanının çıkması için yeniçerileri kışkırtmış ve
isyanın bastırılmaması içinde padişaha son ana kadar haber vermemişlerdir. Hatta
Osmanlının devlet yapısında çok önemli bir rolü bulunan ulemanın da Kabakçı
Ayaklanmasında isyancılardan yana tavır aldığı görülmektedir (Özkul, 2005:328).
Nizam-ı Cedit ocağının kapatılması ve Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesine neden
olan Kabakçı isyanını görünürde yeniçeriler çıkarmıştı. Ancak isyanın çıkması için
adeta herkesin seferber olduğu anlaşılmaktadır. Padişah yapayalnız kalmıştır. En
yakınındaki Sadaret Kaymakamı ve Şeyhülislam bile isyancılarla birlik olmuştur. Bir
taraftan Fransa ve Rusya hesabına çalışan casuslar, diğer taraftan bazı devlet adamları
ve ulema, elbirliğiyle isyanı hazırlayarak bu reform devrinin sona ermesine neden
olmuşlardır. Yabancı devletlerin, Osmanlı ordusunun modernleşerek güçlenmesini
istememeleri doğal görünmektedir. Bunun yanı sıra yeniçerilerin de gerek saygınlık
kaybetmeleri, gerekse ocaklarının kapanma ihtimali nedeniyle yeniliklere karşı
çıkmaları doğal karşılanmalıdır. Ancak batı bilim ve tekniğinin alınmasında ve
mühendishanelerde okutulmasında, başından beri olumlu rol oynayan ulema sınıfının,
Nizam-ı Cedit’e karşı oluşan ayaklanmayı desteklemesi dikkati çekmektedir. Genel
olarak ulemanın Kabakçı isyanını desteklemesi dini gerekçelere dayandırılmaktadır.
Ancak bunu sadece dini gerekçelerle açıklamak yeterli görünmemektedir. Özkul’a göre
bu karşı çıkma olgusunun arkasında birçok siyasal, sosyal, ekonomik ve kişisel faktörler
rol oynamaktadır. Bunların arasından yeniçeriliğin devamında çıkarları olanlar, her
yenilik ve düzenlemeyle birlikte çıkarlarının zarara uğradığını görmekte, din ve şeriatı
bahane ederek reform çabalarını baltalamaktaydılar. Ayrıca ulemanın büyük kısmı, III.
Selim’in çevresini saran “Nizam-ı Cedit Ricali” olarak bilinen bürokrat sınıfının şeriat
ve dinden uzaklaştığını düşünmekteydiler. İşte bu şartlar altında, başlangıçta Nizam-ı
Cedit’in teşkilinde olumlu bir tavır sergileyen ulema, yavaş yavaş aleyhine geçerek
isyancıların yanında yer almıştır (Özkul, 2005:351).
Genel olarak 18. yüzyıl yenilik hareketlerini incelediğimizde Osmanlı Devletinin batılı
kurumlara, yaşam tarzına ve yeniliklere doğru bir yönelişi olduğunu görmekteyiz. Bu
yönelişin ilk aşamasının askeri alanlarda gerçekleşmesi ise askeri yenilgiler sonucunda
147
ortaya çıkmıştır. Yani ilk yenilik teşebbüsleri batının bilim ve teknolojik üstünlüğünün
farkına varılarak girişilmiş bir modernleşme hareketi değil, daha çok askeri yenilgiler
karşısında ortaya çıkan bir çare arayışı niteliği taşımaktadır. Ancak başlangıçta daha çok
askeri alanda yapılan yenilik hareketleri, zamanla sosyal, kültürel ve ekonomik
alanlarda bir batılılaşma çabasına dönüşmüştür. Başlangıçta kendisini iki kıtanın, iki
denizin, iki dinin ve iki âlemin efendisi sayacak kadar aşırı bir büyüklük duygusu
geliştiren Osmanlı devlet adamlarının, kefere diye nitelendirdiği Hristiyan Avrupalılara
artık hayranlık duymaya başladığı görülmektedir. Turhan’a göre bu süreç şöyle
gelişmiştir: Osmanlı Cemiyeti gerek Lale Devrinde, gerekse onu takip eden devirlerde
Garp âlemi karşısında aciz ve çaresizdir. Ne kendi zaaflarının sebeplerini ve bunları
gidermenin çarelerini, ne de gittikçe artan bir teslimiyetle kendisine yaklaşmak istediği
Garbın üstünlük sebeplerini anlayamamıştır. İşte bu iki katlı acz ve çaresizlik içinde
asırlarca bocalayıp durmuştur. “İlkin Garbın varlığını teslimle başlayıp onun
üstünlüğünü kabule meyleden Osmanlı atitüdü, zamanla hayranlığa inkılâp edecek ve
bunun sonu da aşağılık duygusu olacaktır”(Turhan, 1988:146).
Askeri alanda başlayan yenilik çalışmalarının sosyal ve kültürel alanlara kayması,
beraberinde bazı sorunları getirmiştir. Lale Devri ile birlikte başlayan Batı hayranlığı ve
taklitçiliği, büyük israfa yol açmış, büyük paralar harcanarak yaptırılan saraylarda, lale
eğlencelerine dalan devlet adamları, halk ile yabancılaşmıştır. Devletin bozulan
ekonomik düzeni nedeniyle artan işsizlik ve her geçen gün yayılan dedikodular, Patrona
isyanının çıkmasına sebep olmuştur. İdeolojik bir yönü bulunmayan Patrona Halil
isyanının geniş bir halk kitlesi tarafından desteklenmesinin ise çeşitli nedenleri
bulunmaktadır: Getirilen yenilikler halkın bir kısmının çıkarlarıyla ters düşmüştür.
Mesela matbaanın getirilmesi, oldukça yaygın bir meslek olan hattatların bir kısmının
işsiz kalmasına neden olmuştur. Bu devirde yapılan yapılar, İstanbul kentini mimari
açıdan bayındır hale getiren eserler olmayıp, asalak bir sınıfın sömürüsüne dekor
sağlamak amacıyla yapılmıştır. Halk gereksinimlerini karşılamak için yapılmayan bu
yapılar, halkı daha da yoksullaştırmış, düzenlenen eğlenceler nedeniyle nefretin daha da
artmasına sebep olmuştur. Nitekim isyanın sonucunda bu yapıların tamamı yıkılmış,
ancak dönemin önemli yeniliklerinden matbaaya, tulumbacılık örgütüne, kâğıt ve kumaş
fabrikalarına dokunulmamıştır (Haksun, 2004:177).
148
Dostları ilə paylaş: |