da kurulmasında büyük emeği olan Kadı Abdurrahman paşadan İstanbul’a gelirken
beraberinde topladığı 5–6.000 kişilik Nizam-ı Cedit askerini de getirmesini istemişti.
Ancak Alemdar Mustafa Paşa “Nizam-ı Cedit’i tekrar ihya ediyorlar” diye bir
muhalefetin önüne geçmek için ihtiyatlı davranıyordu. Mevcut yedi ocağın ileri
gelenlerini toplayan Alemdar, onlarla anlaşarak imzalarını almıştı. Kütahya sancağı ile
Anadolu Seraskerliği verilen Abdurrahman Paşa yeni bir askeri birlik kurmak üzere
görevlendirildi. Sekban-ı Cedit ismiyle kurulan yeni ocak, aslında Nizam-ı Cedit
ocağının aynısıydı. Ocak ağalığına da, Nizam-ı Cedit döneminde ocak kethüdası olan
Süleyman Ağa getirilmişti. Tuğ ve sancak verilerek bağımsız bir ocak haline getirilen
Sekban-ı Cedit, yeniçerilerin tepkisini fazla çekmesin diye Kapıkulu Ocaklarının
sekizincisi olarak kurulmuştu (Karal, 1983:93; TSK Tarihi 3/5, 1978:165).
Sekban-ı Cedit ocağına yazılan askerler Levent Çiftliği ve Üsküdar kışlalarında Avrupa
usulünde talim görmeye başladılar. Yeni ocağın maaş ve tayinatı fazla olduğu için
büyük rağbet görüyordu. Hatta yeniçerilerin ileri gelenlerinden bile ocağa katılanlar
olmuştu. Sekban-ı Cedit’in kuruluşuna paralel olarak yeniçeri ocağında olmayanların da
esameleri, gümrüklerden yarı fiyatları ödenmek suretiyle ellerinden alındı. Kışlalarda
oturmaya zorlanmaya başladılar. Alemdar Mustafa Paşa bu tedbirlerle Yeniçeri Ocağına
da çeki düzen vermek istiyordu. Ancak asıl amacı Sekban-ı Cedit ordusunu
güçlendirerek yaygınlaştırmaktı (Karal, 1983:93;TSK Tarihi,3/5,1978:166).
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’nın koyduğu yeni kurallar, İstanbul’daki bazı çıkar
gruplarını son derece rahatsız etmişti. Alemdar paşanın korkusundan, eski sorumsuz ve
keyfi hayatlarını yaşayamıyorlardı. Yeniçeriler, esnaflık ve reçberlik yapamıyor,
başıboş dolaşıyorlardı. Yeniçeri ulüfelerinin alınıp satılması yasaklandığı için ocak
eskileri ve sermaye sahipleri zarar görmüşlerdi. Bu nedenle bir taraftan ıslahat taraftarı
gibi görünürken öte yandan, yapılan yeniliklerin en büyük düşmanıydılar. Bu maksatla
her yerde ve her fırsatta hükümetin kötü yönetiminden, çeşitli iftiralarla görevlerini
kötüye kullanmalarından söz ederek yeni bir ayaklanma ortamı yaratmaya çalışıyorlardı.
Alemdar Mustafa Paşa ise kendisine sadık 16.000 askeri ile Kadı Abdurrahman’ın
emrindeki 3000 askere çok güveniyordu. Onun gözünde yeniçerilerin ve halkın yeni bir
ayaklanma çıkarmasına imkân bulunmuyordu. Sadrazamlıkta kazandığı başarılar
nedeniyle lüzumsuz bir gurura kapılan Alemdar Mustafa Paşa, Rumeli kıyafetini
155
bırakmış ve divana hançersiz gidip gelmeye başlamıştı. Arkadaşlarının tüm uyarılarına
rağmen bunlara kulak asmamıştı.
Aslında İstanbul’da bulunan birçok güç odağı Alemdar’a karşı kin beslemekteydi.
Padişah, Sened-i ittifakı imzaladığı için, ulema sınıfı, kendilerine itibar edilmediği ve
nüfuzlarını kırdığı için, yeniçeri ocağı da, Sekban-ı Cedit sınıfı kurulduğu için
sadrazama kin besliyorlardı (Karal, 1983:94; TSK Tarihi 3/5, 1978).
İstanbul kahvehanelerinde de bir süredir Alemdar Mustafa Paşa aleyhinde propaganda
yapılıyordu: “Devlet adamları eski kıyafetlerini bırakacaklar, başlarına şubara denilen
Rumeli serpuşu koyacaklar, yeniçerilik kaldırılacak, herkesin elinden ekmeği alınacak.”
İsyanı hazırlayan yeniçeriler, 16 Kasım 1808 günü harekete geçtiler. O gün Kadir gecesi
olduğu için Alemdar, Şeyhülislam’ın konağına iftara davet edilmişti. Yatsı namazında
Padişah’la beraber bulunmak üzere, yemekten sonra camiye giderken, kim vurduya
getirilmek istenmişse de başarılamamıştı. Alemdar’ın muhafızlarının durumu sezerek,
yoldaki kalabalığa karşı sert davranmaları halkı iyice galeyana getirmişti. Bunun
üzerine yeniçerilerin 3. bölük subaylarının idare ettiği kalabalık, Babıâli’nin etrafında
toplandı. Alemdar Mustafa Paşa böyle bir ayaklanmayı beklemiyordu. Hatta Sekban-ı
Cedit askerlerine henüz mermi bile verilmemişti. Ancak Alemdar, asilere teslim
olmaktansa, sonuna kadar karşı koymaya karar verdi. Kahramanca direnerek asilerin
birçoğunu öldürmesine rağmen ellerinden kurtulmasına imkân yoktu. Asilerin, içinde
bulundukları mahzenin tavanını delmeye çalıştıklarını görünce önce
yanındakileri,”Ocağın namusuna tevdi ediyorum” diyerek yeniçerilere teslim etmiş,
sonrada savaşa tek başına devam etmişti. Artık sonunun geldiğini anlayan Alemdar,
yanından ayrılmayı kabul etmeyen baş kadını ve cariyesiyle birlikte mahzendeki
barutları ateşleyerek konağını havaya uçurmuştur. Patlattığı konakta üçyüzden fazla
isyancının ölümüne sebep olan Alemdar Mustafa Paşa, Osmanlı tarihinde, yeniçeri
ocağının ayaklanmasına karşı hayatının sonuna kadar kahramanca mücadele etmiş tek
sadrazamdır (TSK Tarihi 3/5, 1978:527; Haksun, 2004:200).
Alemdar Mustafa Paşa’yı öldüren isyancılar, büyük memurların da konaklarını
yağmaladılar. Saraya saldırmaları üzerine, sekbanlar tarafından geri püskürtülen
isyancılar, yangın çıkararak At meydanında toplandılar. Burada meşveret kuran asiler,
padişah II. Mahmut’u istemediklerini, yerine IV. Mustafa’yı tekrar tahta çıkaracaklarını
156
açıkladılar. Bunun üzerine Sultan Mahmut, devlet adamlarının da onayıyla kardeşi IV.
Mustafa’yı öldürttü. Artık Osmanlı hanedanında, kendisinden başka kimse kalmamıştı.
Bu nedenle yeniçeriler padişahı değiştiremediler. Ancak birçok yenilik taraftarı, asilerin
isteği üzerine öldürüldü. Sekban-ı Cedit teşkilatı kaldırılarak askerleri dağıtıldı (Karal,
1983:95-96).
4.1.3. Eşkinci Ocağının Kurulması:
Padişah I.Abdülhamit’in oğlu olan Sultan II. Mahmut, 20 Temmuz 1784’te doğmuştur.
Şehzadeliği döneminde kafes hayatı yaşamamış ve kendini yetiştirme fırsatı bulmuştur.
Edebiyata ve musikiye ilgi duyan II. Mahmut, amcası III. Selim’in etkisiyle yetişmişti.
Devleti düzeltmek için yapılması gereken reformların karakterini amcasından
öğrenmişti. Bilhassa III. Selim’in tahttan indirilip sarayda esir hayatı yaşadığı dönemde,
amca-yeğen ilişkisi iki arkadaş ilişkisine dönüşmüş ve devletin geleceğiyle ilgili
fikirlerinin oluşmasında büyük rol oynamıştır. III. Selim’in gözlerinin önünde
öldürülmesi, Alemdar Mustafa Paşa’nın yeniçeri isyanı karşısında kahramanca ölümü,
iç isyanlarda ve dış harplerde Osmanlı ordusunun devamlı yenilgiye uğraması padişah
II. Mahmut’un yenilik fikirlerini iyice pekiştirmişti (Karal, 1983:142-143).
II. Mahmut devrinin ilk yıllarında, Alemdar Mustafa Paşa’nın yaptığı askeri yenilikler
yeniçerilerin isyanıyla hedefine ulaşamadan ortadan kaldırılmıştı. Padişah tekrar bu
konuda ıslahatlar yapmayı planlarken, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan
ayaklanmalar, onun bu düşüncesini ertelemesine neden olmuştu. Uzun süredir Arap
yarımadasına egemen olmak isteyen Vahabiler, Mekke, Medine ve Kerbela’yı ele
geçirmişlerdi. Bu sorunu kökünden çözmeye karar veren Sultan Mahmut, Mısır Valisi
Mehmet Ali Paşa’yı bu işle görevlendirdi. 1812–1816 yılları arasında İbrahim Paşa
komutasındaki Mısır kuvvetleriyle Vahabiler arasında şiddetli çarpışmalar meydana
geldi. 1816 yılında Deriye’yi ele geçirerek Vahabileri ortadan kaldıran İbrahim paşa,
böylece babası Mehmet Ali Paşa’nın da konumunu oldukça güçlendirmişti. Bu arada
Rize ve Hopa dolaylarında ortaya çıkan Tuzcuoğulları isyanı ile Yanya mutasarrıfı
Tepedenli Ali Paşa ayaklanması devleti çok zor duruma düşürmüştü. Osmanlı ordusu
bölgesel kuvvetlere karşı bile üstünlük sağlayamıyor ve aciz duruma düşüyordu. Zaten
padişah, 1809–1812 yılları arasında Rusya ile yapılan savaşta da ordunun durumunu
çok açık bir şekilde görmüştü. Osmanlı ordusu artık manasız bir insan kalabalığı halini
157
Dostları ilə paylaş: |