katılmasıyla Osmanlı Devletinin zaferiyle sonuçlanmış oldu. 21 Mayıs 1799 günü geri
çekilmek zorunda kalan Napolyon, böylece ilk yenilgisini de almış oluyordu (TSK
Tarihi 3/5, 1978:406).
Nizam-ı Cedit ilk kurulduğu günden itibaren, hem Yeniçeri Ocağı, hem de yenilik
aleyhtarı devlet adamları tarafından kabul görmemişti. Nizam-ı Cedit’in kurulmasından
sonra Yeniçeri Ocağının kaldırılacağına dair söylentiler çıkmış, bu durum Yeniçeri
Ocağının rahatsızlığını arttırmıştı. Padişah III. Selim’in kendisine yapılan uyarılara
rağmen, Nizam-ı Cedit askerine Fransız askerlerinin kıyafetine benzeyen bir kıyafet
giydirmesi tepkilerin artmasına neden olmuştu.
Daha Nizam-ı Cedit kurulmadan önce padişaha layiha sunan Tatarcık Abdullah Efendi,
Yeniçerilere rağmen gerçekleştirilecek bir yeniliğin istenilen sonucu vermeyeceğini
bildirmişti. Brentano isimli yabancı uzmanda sunduğu layihada, yeniliklerin yavaş
yavaş ve yeniçeri zabitlerinin ikna edilerek yapılması gerektiğini, içerden ve dışardan
gelebilecek fitne ve kışkırtmalara karşı sürekli uyanık olmak gerektiğini belirtmişti.
Brentano, ayrıca yeni askerlerin kıyafetlerinin yabancı askerlerinkine benzememesi
gerektiği konusunda da uyarılarda bulunmuştu (Özkul, 2005:214-234).
Nizam-ı Cedit aleyhtarlarının yaptığı karşı propaganda kısa sürede başarılı olmaya
başlamıştı. Bir süre sonra Nizam-ı Cedit askerleri frenk askerleriyle ve din
düşmanlarıyla özdeşleştirilmeye başlanmıştı. Ekonominin kötüye gidişinin bile nedeni
olarak Nizam-ı Cedit gösteriliyordu. Yeni ordunun Akka zaferindeki başarıları kısa bir
süre olumlu etki yaratmış olsa da Yeniçeri Ocağının rahatsızlığını iyice arttırmıştı.
Camilerde vaizler halka “Askere setre pantolon giydirip imanına halel getiren, önlerine
muallim diye Frenkleri düşüren padişaha elbette Allah tevkifini çok görür” diye
propaganda yapıyordu.
Islahata düşman vezirlerden Tayyar Paşa, İstanbul ve Anadolu’da halkı ve yeniçerileri
Nizam-ı Cedit’e karşı ayaklandırmak için “Efendi, şimdi ne sipahi var, ne yeniçeri var.
Cümlesi başı şapkalı frenk oldu” şeklindeki propagandasıyla Yeniçerileri kışkırtıyordu.
Bu propagandalar, askerler üzerinde çok etkili oldu. Hatta bir yeniçeriye Nizam-ı Cedit
olurmusun diye sorulduğunda “Hâşâ, Moskof olurum, Nizam-ı Cedit olmam” diye
cevap vermiştir (Özkaya,2001:8).
125
Nizam-ı Cedit’e karşı oluşan tepkileri azaltmaya çalışan padişah III. Selim ise, bu
amaçla Koca Sekbanbaşı Risalesini yazdırmıştır. Koca Sekbanbaşı Risalesinde Nizam-ı
Cedit’in kurulma amacı, gerekliliği ve yararları teker teker anlatılmaktadır. 1768
seferinde ordunun nizamsız olduğu için büyük yenilgiye uğranıldığını ve kırk yıldan
beri düzensizlik yüzünden zafer kazanılamadığı ifade edilmektedir. Nizam-ı Cedit’i
eleştirenlerin cahil ve bilgisiz kişiler olduklarını anlatan Sekbanbaşı, bunların Nizam-ı
Cedit’in anlamını dahi bilmediğini söylemektedir. Sekbanbaşıya göre;”Bu kadar
ülkeleri biz kılıçla fethettik, o zaman Nizam-ı Cedit yoktu, istersek şimdi de düşmanı
perişan ve ülkesini de yerle bir ederiz” diyen muhaliflerin Avrupa ordularındaki teknik
ve taktik gelişmelerden haberleri yoktur. Sekbanbaşı “Bize talim gerekmez, düşmanı
gösterin, gerisine karışmayın” diyenlere; “Bre şahbazım, Sultan Mustafa Han
zamanında zuhur eden Moskof seferinde, küffar ile sizin aranızda duvarmı çektilerdi,
küffar görünüp dururken, iki kere yüz bin eden kıvırcık koyun eti ve has ekmek yiyip,
tam küffara mukabele esnasında, bir ulüfe ve tayın kavgası çıkarıp, bu vesile ile
döndünüz, kaçtınız” diye cevap vermektedir (Çataltepe, 1989: 74).
Fransızların Mısır’a saldırması üzerine, buraya gönderilen Nizam-ı Cedit askerinin
düşmanla başarılı bir şekilde mücadele edip zafer kazandığını, hatta içlerinden hiç firar
eden olmadığını söyleyen Sekbanbaşı, Nizam-ı Cedit’e karşı olan Cezzar Ahmet
Paşa’nın bile savaştaki başarıları görünce; “Bir daha aleyhinde bulunursam dilim
kurusun” dediğini bildirmektedir. Ayrıca Sekbanbaşı, Ruslara esir düştüğü dönemdeki
gözlemlerini de Nizam-ı Cedit’in önemini göstermek için risalesinde anlatarak Nizam-ı
Cedit’e karşı olanları bu konuda ikna etmeye çalışmıştır (Çataltepe, 1989:74-75).
Padişah III. Selim’in bütün gayretlerine rağmen Nizam-ı Cedit’e olan düşmanlık her
geçen gün artıyordu. Yeniçeri Ocağının yanısıra, merkezi otoritenin güçlenmesini
istemeyen ayan’lar ve ulema sınıfının da çoğunluğu Nizam-ı Cedit’i istemiyordu.
Sanata düşkün olan padişahın düzenlediği eğlenceler dedikodulara neden oluyor ve
Nizam-ı Cedit aleyhine kullanılıyordu. Çırağan Sarayına taşınan padişahın, yakın
çevresinin etkisinde kalarak batı tarzı yaşantısını sürdürmesi, her geçen gün daha da
fakirleşen halkta hoşnutsuzluğu arttırıyordu. Sultan Selim’in Fransa’ya gönderdiği İshak
Efendi’nin Avrupa’da hoş olmayan yaşantısı kulaktan kulağa yayılıyordu. Bu sıralarda
İstanbul’da meydana gelen yangın, hastalık ve benzeri afetlerin Nizam-ı Cedit’in
126
uğursuzluğundan ortaya çıktığı söyleniyordu. Hatta bazı konuşmalarda Nizam-ı Cedit
askerinin kâfir olduğunu bile söyleyenler bulunuyordu (Özkul, 2005:342).
Her geçen gün artmakta olan Nizam-ı Cedit düşmanlığı artık patlamaya hazır bir bomba
gibi olmuştu. Yönetimin dış siyasette uğradığı başarısızlıklar, Sultan Selim’in bile
itibarını düşürmeye başlamıştı. 1806 yılına doğru gelindiğinde, padişaha şehzadelik
yıllarından beri akıl hocalığı yapan Ebubekir Ratib Efendi bazı devlet adamlarının şahsi
çıkarları uğruna iftiraya uğramış ve belirsiz bir biçimde öldürülmüştü. Ulemanın önemli
isimlerinden Tatarcık Abdullah ve İbrahim İsmet Bey gibi dirayetli ve akıllı kişilerde
vefat etmişti. Böylece padişahın çevresinde liyakatlı devlet adamı da kalmamıştı. Sultan
Selim ne ulema, ne yeniçeriler ne de halk tarafından sevilmeyen birkaç saray ricalinin
etkisinde kalmış, hatta halk arasında padişaha sihir yapıldığına dair dedikodular bile
dolaşmaya başlamıştı (Özkul, 2005:328).
1806 yılında Rumeli bölgesindeki dağ eşkiyalarının çoğalması, Sırp isyanının
genişlemesi, Fransızların Raguza’ya yerleşmeleri ve Rusya ile savaş ihtimalinin artması
nedeniyle, Osmanlı hükümeti Rumeli’de Nizam-ı Cedit birliklerinin kurulmasına karar
verdi. Bu maksatla Karaman Valisi Abdurrahman Paşa, bir miktar Nizam-ı Cedit
askeriyle Rumeliye geçirildi. Bölgede bulunan Ayanların tepki göstermemesi için bu
askerlerin Sırp isyanını bastırmakla görevlendirildikleri ilan edildi. Ancak Nizam-ı
Cedit’in gizli düşmanlarından Sadrazam İsmail Paşa, Rumeli Ayanlarına “Gözlerinizi
dört açın, Kadı Abdurrahman hepinizi kılıçtan geçirmeye geliyor” diye haber gönderdi.
Şehzade Mustafa’da Rumeliye gönderdiği hasekilerle Nizam-ı Cedit aleyhine
propaganda yaptırıyordu. Bu menfi propagandaların tesiri neticesinde Tekirdağ da
Nizam-ı Cedit fermanını okuyan Kadıyı oradaki Yeniçeriler linç etti. Edirne’de bulunan
Yeniçeriler’de eşkıya ve ayanların kışkırtmalarıyla kazan kaldırdılar. Bunun üzerine
Edirne’ye doğru harekete geçen Kadı Abdurrahman Paşa’nın ordusu, Çorlu ve Silivri
ahalisinin mukavemetiyle karşılaştı. Bir iç savaşın başlama ihtimali olduğunu gören
Sultan Selim, Kadı Abdurrahman Paşa’ya geri dönmesini emretti (Karal, 1983:80-81).
Tarihe Edirne Vak’ası olarak geçen bu olay, Nizam-ı Cedit düşmanlarının iyice
şımarmasına neden oldu. Bu olaydan sonra sadrazamlığa yeniçeri ağası Hilmi Paşa,
Şeyhülislamlığa da Rumeli Kazaskeri Topal Ataullah Efendi getirildi. Sadrazam, ordu
ile harp alanına hareket edince, Köse Musa Paşa sadaret kaymakamı oldu. Şeyhülislam
127
Dostları ilə paylaş: |