287
FİGÜRATİF RESİMDE BEDENİN
İMGELEŞTİRİLMESİ BAĞLAMINDA
PHİLİP PEARLSTEİN RESİMLERİ
FIGURATIVE PAINTING IN THE CONTEXT OF
THE BODY’S IMAGE PROPERTY TO GAİN PHILIP
PEARLSTEIN PHOTOS
Figüratif resim, temellerini sanatçının doğayla kur-
duğu ilişkiye dayandırmaktadır. Bu ilişki sonucunda,
doğada mevcut olan gerçeklik, sanatsal imge boyu-
tunda izleyiciyle buluşur. Sanat tarihi ile özdeşleştiri-
lebilecek olan bu durum, bireyin nesneler aracılığıyla
çevresini ve özellikle de kendi varlığını sorgulayıp
anlamlandırabilmesini sağlamaktadır.
Figüratif resmin ana unsurlarından birisi olan insan
bedeni, bireyin, dünyaya geldikten sonra algıladığı
ilk varlık olmasından dolayı önem arz eder. Çocukluk
dönemlerinde başlayan bu kendi benliğini tanıma ve
sorgulama işi, bilinç düzeyi geliştikçe farklılaşır ve
düşünsel bir hal alır. Böylece, bilinç karşısında beden,
haz duyan bir nesne olarak adlandırılırken, farklı
anlamlandırmalara da açık hale gelir.
Tarihsel süreç içerisinde sanatçılarca birçok fark-
lı anlamda yorumlanmış olan insan bedeni, Philip
Pearlstein’in yapıtlarında da kendisine has bir üslupla
izleyiciye sunulmaktadır. Sunulan bu bedenler, sanatçı
algısının bir yansıması olarak imgeleşmekte ve farklı
anlamlara bürünmektedir. Modernist realist ya da
çağdaş realist olarak adlandırabileceğimiz figür anla-
yışı nedeniyle Philip Pearlstein çoğu zaman yirminci
yüzyılın en etkili ve ilerici figür ressamlarından biri
olarak kabul edilir. Bu çalışma da betimsel bir çalışma
olup, figüratif resim sanatı içerisinde sıkça kullanıl-
makta olan insan bedeninin Philip Pearlstein resimle-
rinde ne şekilde yorumlandığı biçim ve içerik bakımla-
rından analiz edilmeye çalışılacaktır
Anahtar Sözcükler: Figür, Resim, İnsan Bedeni, Philip Pearlstein
/
/ Keywords: Figures, Image, Human Body, Philip Pearlstein
Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi ,Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü //
Çukurova University, Faculty of Education, Department of Fine Art Education
katar@cu.edu.tr
ÖZET ABSTRACT
Arş.Gör. Kerem ATAR
08-11 Nisan April
2015
288
Figurative painting, the artist’s foundation is rooted in
his relationship with nature. As a result of this rela-
tionship, the reality existing in nature, will meet with
the audience in the artistic image size. This may be
identified with the history of art, individual objects and
the environment through signification which enables
customers to query their presence, especially.
Figurative painting, which is one of the main elements
of the human body, individual, after arriving in the world
due to detect the presence of the first importance.
Recognize that began in childhood and questioning their
self-employment, level of consciousness evolves and
intellectual differentiation becomes. Thus, awareness
across the body, is called the delight in an object, it
becomes clear to spell out different meaning.
Reviews in many different meanings by the artists in
the historical process, the human body, and Philip
Pearlstein’s works also are presented to the audience
in a way peculiar to itself. Provided these bodies, the
perception of the artist as a reflection of the image
feature is to win and take on different meanings.
Modernist or contemporary realist might be called a
realist conception of the figure because most of the
time Philip Pearlstein painters of the twentieth century
as one of the most influential and progressive figures
are accepted. This study is a descriptive study, which
is commonly used in the art of figurative painting by
Philip Pearlstein’s paintings of the human body in what
way are interpreted in terms of form and content will be
analyzed
Giriş
Genel anlamda varlıkların biçimi olarak adlandırılabile-
cek olan figür sözcüğü, salt insanı tanımladığına inanı-
lan yanlış kanının aksine, her türlü canlı ve cansız varlı-
ğa karşılık gelmektedir. Figüratif sanat ise; bu biçimsel
yapıların sanatçı algısıyla tekrar yaratılma işlemidir.
“Temsil” olarak adlandırılan bu işlem, varlıkların nesnel
gerçekliğini referans alır. Bu gerçeklik, farklı biçimlerde
kendisini var ederek yeni bir gerçekliğin oluşmasına
yardım eder. Ancak, bu yeni gerçekliğin tam bir taklit
olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Erdok (1977,s.9)’un
da dediği gibi; eseri oluşturan biçimsel öğeler, sadece
varlıkların temsil ettiği şeyin bir yanılsamasını ver-
mekte ve onu hatırlatmaktadırlar. Bu yanılsama, bizim
görsel algılamalarımızın, gerçek iki boyutlu imgelere
dönüştürülmesiyle oluşmaktadır. Bireysel algı söz
konusu olduğunda ise nesneler, nesnel gerçekliklerine
bağlı kalınmaksızın çarpıtılıp yorumlanabilmektedirler.
Sanatta ‘soyutlama’ olarak adlandırılan bu durum ve
soyutlamanın ulaşabileceği en üst aşama olan ‘soyut’,
her ne kadar nesnel gerçeklikten uzak gibi görünseler
de, içerisindeki doğa algısı, her daim varlığını sürdür-
mektedir.
Doğa karşısında izleyici konumunda kalan birey, bura-
daki varlıkları görüp onları algılar. Kişinin belleğinde
depolanan bu görüntüler, sanat söz konusu olduğunda
imge olarak açığa çıkarlar. Bu nedenle imge; varlık veya
kavramların algısal anlamda görünür kılınması şeklinde
açıklanabilmektedir. Gerçek nesnelerin yanılsaması
durumunda olan bu imgeler, nesnelerin asıllarına gön-
derme yapsalar da, kavrayış bakımından soyutturlar. Bu
nedenle figüratif resmin bile, renk ve çizgiden oluşması
bakımından soyut olduğu söylenebilmektedir.
Figüratif resmi çözümleyebilmek, aynı zamanda insanın
doğa karşısındaki tavrını ve onu algılama şeklini de
çözümleyebilmek anlamına gelir. Bu nedenle, ilk insan-
dan günümüze kadar olan süreç içerisinde, bireylerin
gördükleri şeyleri resmetme isteği, bir nevi onları
anlamlandırabilme çabası olmuştur. Zaman içerisinde
kendi “ben”ini arama isteğine dönüşen bu çaba, tarihsel
boyutta farklı düşünsel yapılardan da etkilenerek deği-
şiklik göstermiştir.
Yaratıcı süreç içerisinde, bireyin kendi “ben”ini oluştur-
maya çalışması, öncelikle çocukluk yıllarında, nesne
olarak kendi varlığını ve bedenini fark etmesiyle başlar.
Sonrasında, yıllar içerisinde oluşturulan bilinçsel yapı,
bedene ve “ben”e yeni anlamlar yükleyerek sorgula-
ma işlemine devam eder. Bu nedenle, bedenin birey
açısından öneminin, varoluşsal bir probleme dayandığı
söylenebilmektedir.
Bir varlığın algılanması, öncelikle bir bilgi ve bilme
işidir. Birey, çevresiyle etkileşime geçerek doğayı algılar
ve bu algılama sonucunda varlıkların bilincine ulaşır.
Bu nedenle, akıl yoluyla hareket edip düşünen bireye
“bilen”, karşılaşılan ve algılanan nesnelere ise “bilinen”
denilmektedir. Böyle bir özne-nesne ilişkisi sonucun-
da ortaya çıkan ürüne de “bilgi” denir. Burada önemli
olan nokta, bilgiyi oluşturanın özne olduğu ve nesneye
yönelmesi sonucunda onu kavrayıp anlamlandırdığı-
dır. Bu anlamlandırma, öznenin nesne karşısında bir
yoruma ulaşabilmesine yardımcı olur. Bu açıklamadan
yola çıkarak beden kavramına yaklaşıldığında, bedenin
öncelikle özne tarafından algılanan bir varlık olduğu
görülecektir. Ancak, bu algılayan özne, hem başkası ta-
rafından algılanan bir nesne konumunda, hem de kendi
bedenini ve başka bedenleri algılayan özne durumunda-
dır. Bu nedenle, bilen ve bilinen, yani, özne ve nesne aynı
algı boyutunda birleşmektedir.
Nesne olarak beden, öncelikle uzam içerisinde yer
kaplayan, ağırlığı ve görüntüsü olan fiziksel bir varlıktır.
Bununla birlikte belirli ihtiyaçlarını karşılama gereği
duyar. Hem doyurulmak hem yükünden kurtulmak ister.
Dolmaktan da boşalmaktan da haz duyar. Yani bedensel
hazzın gerçekleşmesi, dolma ve boşalmayla doğrudan
ilgilidir (Yılmaz,2006,s.285). Bunların yanında, uyku, yor-
gunluk, cinsel doyum ve ölüm gibi durumlarda ‘ben’ den
kaçar. Bu nedenle beden, kimilerince ruhun hapishanesi
olarak algılanırken kimilerince de bireyin iç özgürlüğü-
nü koruyan bir sığınak olarak yorumlanmaktadır.