Türk diLİ tariHİ Başlangıcından Yirminci Yüzyıla



Yüklə 4,22 Mb.
səhifə168/181
tarix13.10.2023
ölçüsü4,22 Mb.
#127472
1   ...   164   165   166   167   168   169   170   171   ...   181
0260-Turk Dili Tarihi-Bashlangicinda Yirminci Yuzyila(Ahmet B. Ercilasun)

* *
*
TÜRK DİLİ TARİHİ 467
Birkaç günden sonra Lala Mareşal ziyâfet tertip edip bizi dâvet eyledi. Kral sarayında olmakla ol mahalle vardık. Bize azim ikram eyledi. "Kralı görmekden hazzeder misiniz? " diye suâl eyledi. Biz dahi izhâr-ı şevk etdik...
Nedim'in bir gazelinden alınan iki beyit ile bir şarkısından alınan aşağı­daki dörtlük 18. yüzyıl şiirinin sade örneklerindendir.
Murâdın anlarız ol gamzenin iz 'ânımız vardır, Belî söz bilmeyiz ammâ biraz irfânımız vardır.
0 şûhun sunduğu peymâneyi reddetmeziz elbet,
Anınla böylece ahdetmişiz, peymânımız vardır.
Bir safâ bahşedelim gel, şu dil-i nâşâda,
Gidelim serv-i revânım, yürü, Sâdâbâda.

İşte üç çifte kayık iskelede âmâde, Gidelim serv-i revânım, yürü, Sâdâbâda
Buna karşılık asrın ikinci yarısındaki Şeyh Galib'in aşağıdaki beyitleri sade sayılmaz.
01 serv-i gül-fürûş-ı tecellî-i cilveden
Her nahl-i âh bir şecer-i Tûrdur bana.

Gûyâ hayâl-i hatt-ı lebinle müjemde hûn Bâğ-ı vefâda tûtî-i zenbûrdur bana.
Ancak Şeyh Galib'de seyrek olarak çok sade beyitlere de rastlanır. Aşa­ğıdaki beyitler belki de 18. yüzyılın en sade örnekleridir.
Gözceğizim boyamak ister benim Al boyayıp kan ile dudağını.
Saldı gönül illerine âfeti, Kurdu göz ırmağına otağını.
468 Ahmet B. ERCİLASUN
Nice tabur dağıtır ol yosmanın Saç dağıtıp eğmesi kalpağını.
İçip içip kendi elinden anın Durmayıp öpmüşüm ayağını.
*
19. yüzyılda divan nazım ve nesri aynı şekilde devam eder. Ancak bu yüzyılın ortalarından itibaren yeni bir nazım ve nesir dili gelişir ve bu yeni üslûp öncelikle nesirde, daha sonra nazımda divan dilini tamamen ortadan kaldırır. Tanzimattan sonra ortaya çıkan yeni nesir dilinin ana sebebi özel gazeteciliğin başlaması ve gelişmesidir. Gazetenin gerektirdiği haberler ve ilânlar bir basın dilinin oluşmasına yol açar. Gazete makalesi de aynı şekilde tamamen yeni olan bir makale üslûbu oluşturur. Özellikle Namık Kemal'in makaleleri, "iddia ve ispat" unsurlarının ağır bastığı, zaman zaman kalem kavgalarını da ortaya çıkaran yeni ve özgün bir üslûba sahiptir. Roman ve tiyatro gibi Batı tarzında yeni türlerin gelişmesi de nesir dilini etkiler. Gaze­te, makale, roman, tiyatro... Bunların hepsi de geniş halk kitlelerine hitap etmek zorundadır. Bu zorunluluk ister istemez onların dilini de değiştirir; nesir dilinde halk tarafından bilinmeyen yabancı kökenli kelimelere fazla yer verilmez, terkipler azalır, cümleler kısalır; böylece bugünkü nesir üslûbunun temeli Tanzimat döneminde atılmış olur. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa bu tür nesrin başlıca temsilcileridir. Ahmet Mithat ise Namık Kemal'e göre az çok farklı bir yol benimser ve yeni bir nesir dili kurarken halk nesrinden de yararlanır; böylece daha sade, daha serbest, sohbet üslûbuna daha yakın bir dil kullanmış olur. 20. yüzyılın başlarında Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat'ın yolunu sürdürürler. Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Ek­rem'le devam eden Namık Kemal nesri ise Servet-i Fünuncularca farklı bir mecraya sokulur. Sadeleşme süreci durur; tekrar halktan kopuk, divan nes­rinde bile kullanılmayan kelime ve terkiplerle süslenmiş ağır bir dil nesre hâkim olur. Özellikle Hâlit Ziya ve Mehmet Rauf un romanları işte bu yeni nesrin örnekleridir.
Tanzimatla nesir dilinde başlayan gelişmeleri şiir dilinde de görürüz. Tanzimat şairleri şiirin biçimine dokunmazlar; fakat eski biçim içine yeni bir muhteva, yeni kavramlar yerleştirirler. Yeni muhteva; vatan, hürriyet, kanun
TÜRK DİLİ TARİHİ 469
gibi kavramlar topluma da ulaşmalıdır; çünkü Tanzimat'ın ilk şairleri toplum için sanat yapmaktadırlar. İşte bu topluma hitap etme zarureti, tıpkı nesirde olduğu gibi şiirde de sadeleşmeye yol açar ve Osmanlı şiirinde Tanzimatçı­larla yeni bir dönem başlar. Ancak Servet-i Fünuncular, toplumdan kopuk dil anlayışlarını şiirde de, hatta nesirden çok şiirde uygularlar ve 19. yüzyılın son yıllarında yeniden terkipli, ağdalı bir dil doğar. Fikret ve Cenap'in şiirle­ri bu dilin örnekleridir.
1890'larda Servet-i Fünuncuların ve 20. yüzyılın başlarında Fecr-i Âtî-cilerin ortaya koyduklan ağır dil, Osmanlı Türkçesinin son örnekleri olur. 1911'de Ömer Seyfeddin ve Ali Canip'in başlattığı "Yeni Lisan" hareketi Osmanlı Türkçesinin sonunu getirir. Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfeddin'in "Yeni Lisan" başlığıyla yazdığı yazılarda Divan ve Servet-i Fünun dili eleştirilir; İstanbul halkının konuşma diline dayanan sade bir dil teklif edilir. Terkiplerden ve İstanbul halkının bilmediği kelimelerden arın­mış bir dil. 1910'lu yılların edebiyat dünyasında ve aydın çevrelerinde bu görüşler tartışılır. O yılların edebiyatta üstat kabul edilen Servet-i Fünuncuları ile genç Fecr-i Âtîcilerin itirazları sonuçsuz kalır. Siyasî ve sos­yal şartlar da "Yeni Lisan"cılann lehindedir. Ömer Seyfeddin ve Ali Canip, Ziya Gökalp gibi dâhi bir düşünürü de arkalarına almışlardır. Üstelik Gökalp, iktidar partisi olan İttihat ve Terakki'nin Merkez Heyeti üyesidir ve ittihatçılar üzerinde büyük bir nüfuzu vardır. Mehmet Emin Yurdakul, Ham­dullah Suphi, Yusuf Akçura gibi Türkçülerin Türk Ocağında yarattıkları hareket de son derece etkilidir. Genç Fecr-i Âtîcilerden Yakup Kadri ve Mehmet Fuat (Köprülü) gibi en şiddetli muarızlar da kısa süre sonra Millî Edebiyat akımı içinde yerlerini alırlar. Edebiyatta millîlik ve dilde sadeleşme birkaç yıl içinde bütün aydınları sarar; Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Aka Gündüz gibi romancılar; Faruk Nafiz, Orhan Seyfı, Yusuf Ziya gibi şairler eserlerini terkipsiz, sade bir dille yazarlar; Cenap Şahabettin ve Süleyman Nazif gibi birkaç yazarın dışında sade dilin muhalifi kalmaz. Ah­met Haşim bile Piyale'deki şiirlerini yeni lisanla yazar. Öte yandan şiirde geliştirdiği "beyaz dil" ile Yahya Kemal ve konuşma dilini şiire sokan Mehmet Akif de sade dili benimserler. Böylece Meşrutiyet yıllarında Os­manlı Türkçesi son bulmuş olur. Tanzimat döneminde yeni yüksek okulların açılması ve Encümen-i Dâniş'in (Bilim Akademisi) kurulmasıyla gündeme gelen bilim terimlerinin çoğu da Arapça ve Farsça kökenlerden yapılmıştı; bunların bir kısmı da terkipliydi. Atatürk döneminde terimler de sadeleştiril­di ve böylece Osmanlı Türkçesinin son izleri de ortadan kaldırılmış oldu.
16. yüzyılda başlayıp 20. yüzyıl başlarına dek süren Osmanlı Türkçesi döneminde divan şiiri ve nesri yanında bir de halk şiiri ve nesri vardır. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi şairlerin şiirleri ile Âşık
470 Ahmet B. ERCİLASUN
Garip, Kerem ile Aslı gibi halk hikâyeleri tamamen sade bir dille söyleniyor ve bunlar bazen de yazıya geçiriliyordu. Âşık Ömer, Gevheri, Bayburtlu Zihni gibi halk şairlerinin şiirleriyle meddah hikâyeleri ise divan dilinin sade örneklerine yakındılar. Elbette bütün bunları da Osmanlı Türkçesinin ve­rimleri saymak gerekir. "Osmanlıca" terimini sadece ağdalı dil için kulla­nanlar varsa da Türkoloji literatüründe 16. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına dek Osmanlı coğrafyasında kullanılan Türkçe, "Osmanlıca" veya "Osmanlı Türkçesi" olarak adlandırılır. Esasen "Osmanlıca" anlamındaki "Osmânî" veya "Lisân-ı Osmânî" gibi terimler Tanzimatta ortaya çıkmıştır. Osmanlılar kendi kullandıkları dile "Türkçe, Türkî, zebân-ı Türkî, lisân-ı Türkî" demiş­lerdir. Tezkire yazarları "lisân-ı Türkî"de yazmış şairleri kitaplarında topla­mışlardır. Nâbî, "Türkî''Nef' î ve Bâkî'ye bakmasını oğluna tavsiye eder. "Osmanlıca" terimini kullananlar Ahmet Cevdet Paşa, Recaizade gibi Tan­zimat yazarlarıdır. Namık Kemal de "Osmanlıca" terimini kullanmakla bir­likte "Türkçe" terimini daha çok kullanır. 1876 anayasasında da dilimizin adı "Türkçe" olarak geçer. 19. yüzyılın Bianchi, Zenker, Redhouse gibi Batılı sözlükçüleri de dilimizi Türkçe (Turc, Turkish) olarak adlandırırlar. O hâlde "Osmanlıca", dili kullananların kendi dillerine verdikleri ad değildir. Komşu milletlerin verdiği ad da değildir. Bu kelime ancak Tanzimat döneminde bazı yazarlarca bir süre kullanılmış; daha sonra da Türkçenin belli bir coğrafya­daki belli bir dönemini ifade etmek üzere terimleşmiştir. Bugün bilim dilinde "Osmanlıca" veya "Osmanlı Türkçesi" terimi, 16. yüzyıl başından 20. yüzyıl başlarına dek Osmanlı topraklarında yayılan Türkçe için kullanılır. Gerek divan gerek halk dili olarak sade ve ağır örnekleriyle bu dil; edebî, ilmî ve resmî alanlarda kullanılmış büyük bir imparatorluk dilidir.





472 Ahmet B. ERCİLASUN

Yüklə 4,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   164   165   166   167   168   169   170   171   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə