491
Hüseyin AYDIN
olsa bile Hakk’ın kulu olduğunun bilincini taşımaktır.
32
Mevlanâ, din ve tasavvufun bu ortak görüşlerini eserlerinde çarpıcı ör-
neklerle dile getirirken dünyanın değersizliğini, dünyaya bağlanmanın hata
olduğunu vurgular:
Dünya, insanın can düşmanıdır (Rubailer, 71).
Dünyaya sımsıkı sarılmak, ham meyvenin dalına sıkıca tutunması gibi
hamlıktır (Mesnevi, IH/1299-1302).
Dağlar ve taşlar, Kur’an ifadesiyle emaneti yüklenmekten kaçınmışlar, in-
san ise bu riski göze almıştır. Bu cesaretin getirdiği bazı avantajların olması
da gayet normaldir. İşte bunların en önemlilerinden birisi, Allah’ın canlı can-
sız bütün varlıkları insanın emrine ve kullanımına vermiş olmasıdır.
33
Mevlânâ’ya göre insan büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır; fakat
karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu ka-
ranlıklar ve perdeler dünyadaki meşguliyetler ve arzulardır. Terzilik, mimar-
lık, marangozluk, kuyumculuk, doktorluk gibi daha başka sanatlar ve sayısız
işler hep insanın içinden meydana gelmiştir.
34
Mevlânâ bize Tanrı’yı, insanda ve onun bütün yaratıklarında görerek sev-
memizi telkin eder. İnsan, ona göre, Tanrı’nın dile geldiği, söz ve ses olarak
tecelli ettigi bir varlıktır. “Kelâmullahi nâtik”tir. Tanrının konuşan, söyleyen
kelâmıdır. Dolayısıyla insanı sevmek Tanrı’yı sevmektir.
35
Bir eserinde, A.
Carrel “insanları sevmenin kanununu bulmak yer çekimi kanununu bulmak-
tan daha zordur” diyordu. Zira çekim kanununu bulan zekâ, sadece var olanı
açıklıyordu. Olması gereken onu pek ilgilendirmiyordu.
36
İnsan bilgisi yeryü-
zündeki en büyük güçtür. Bu gücün iyiye, faydalıya yöneltilmesi büyük bir
sorumluluktur. Bu hususu Mevlânâ söyle dile getiriyor:
“Süleyman saltanatının yüzüğüdür bilgi. Bütün dünya şekildir, candır bil-
gi.
Denizlerdeki yaratıklar, dağdaki, ovadaki yaratıklar, bu hüner yüzünden
insana karsı çaresiz bir hale düşmüşlerdir.
32 Celâleddin Bakır Çelebi, Mevlana ve Dünya, http://akademik.semazen.net/article_detail.
php?id=551 15.11.2013
33 Düzgün, Saban Ali, Din Birey ve Toplum, Ankara, 1997, 32.
34 Mevlânâ Celâleddin, Fîhi Mâ Fîh, çev. Meliha Ülker Ambarcıoğlu, İstanbul, 1969, 79.
35 Melikoff, Irene “Batı Humanizması Karsısında Mevlânâ’nın Humanizması”, (Fevzi
Halıcı, Mevlânâ Araştırmaları içinde), Konya, 1983, 65.
36 Elibol,
Sadeddin, Sınıfsız Dünya, Ankara, t.y. 89.
492 Bir İslam Mütefekkiri Olarak Mevlana’nın Çevreye Bakışı
İnsandan kaplan da, aslan da fare gibi korkar. Timsah da onun yüzünden
coşmuş köpürmüştür, deniz de; ikisinin de ödü patlamıştır ondan.”
37
Dünya üzerinde değişim ve dönüşüm insan eliyle gerçekleşmektedir. Ne
melekler ne de hayvanlar üretimde bulunamazlar. Allah’ın kendilerine verdi-
ğinin dışına çıkamazlar. Mevlâna yeryüzünde faaliyette bulunması bakımın-
dan melekle insan arasındaki farkı şöyle ifade etmektedir:
“Her melek, bundan önce diyordu, yeryüzüyle estik, dosttuk.
Kulluk tohumunu yeryüzüne ekiyorduk; yere olan bu alakamıza
da şaşıyorduk.
Hamurumuz gökyüzünden yoğrulduğu halde bizim, su toprakla
ne alakamız var diyorduk.
Işıklarız biz diyorduk, karanlıklarla düşüp kalkmamız neden?
Işık nasıl olur da karanlıklarla beraber yaşar.
A Âdem, o alâka, o düşüp kalkış, senin kokunun yüzündenmiş;
Çünkü bedeninin arışı, argacı, (eni boyu yaygısı geçgisi) yeryüzünden; be-
denin topraktan dokunmuş.
Toprak bedenini yerden dokudular; tertemiz ışığını burada buldular.”
38
Evren bunca ihtişamına rağmen onu kavrayacak, bilecek, anlamlandıracak
bir varlığa muhtaçtır ki, bu da Âdem’in temsil ettiği maddenin kimyasında
bulunan döngüden de bu bilinci çıkarmak mümkündür. İnorganik maddeler
cansız ortamdan alınıp, canlı ögeler arasına aktarıldıktan sonra, yine cansız
ortama iade edilmesi, bir kimyasal madde döngüsü oluşturur.
39
Toplam mik-
tarları değişmeden ekosistem içinde devirler yapar. Bir canlıdan ötekine ge-
çerken kimyasal değişimlere uğrar, ama hep sistem içinde kalır. Bu kimyasal
maddelerin ana rezervlerini cansız doğa sayarsak, canlılar bu maddeleri haya-
tiyetlerini sürdürmek için “emaneten” kullanırlar; ölünce de, doğadan ödünç
aldıkları bu maddeler doğaya geri döner.
40
Mevlânâ bunu şöyle ifade eder:
“Allah’ın lütfu, su içip otlar bitirmesi için toprağa da boğaz bağışlar.
İnsandan ruh ve görüş uzaklaştı mıydı, yine toprak onu yer.
37
Mevlânâ, Mesnevî, (Gölpınarlı), I/246–247, b.1035–1039
38 Mevlânâ, Mesnevî, (Gölpınarlı), I/462–463, b.2670–2675
39 Madde Döngüsü: inorganik maddelerin sürekli olarak cansız ortamdan alınıp, canlı
unsurlar arasına aktarıldıktan sonra, cansız ortama tekrar geri verilmesi işlemine denir.
40 Kışlalıoğlu, Mine, Berkes, Fikret, Çevre ve Ekoloji, 1989, 54.
493
Hüseyin AYDIN
Hepsi ağızlarını açmış zerreler gördüm. Gıdalarını söylesem bahis uzar.
Bütün âlemi hep yiyen ve yenilenden ibaret..”,
“Her cüz, kuşunun aslına kavuşması için bu terkibin bozulmasını ister.
Her cüz, aslına biran evvel kavuşmak diler.
Şu gurbetteki can, ayrılıkta neylesin.”
41
Mevlânâ insanın diğer canlıların haklarına saygılı olmaları gerektiğini,
yeryüzü kaynaklarının insana değil Tanrı’ya ait oluşunu şöyle anlatır: Salih’in
devesi görünüşte deveydi; o kötü topluluk, bilgisizlikten onu kesti. Su yüzün-
den deveye düşman oldular; oysaki ekmeğe karşı da kör olanlar onlardı, suya
karşı da. Allah’ın devesi, ırmaktan, buluttan su içmedeydi; Tanrı’nın suyunu
Tanrı’dan esirgediler.
42
İnsanın medenileşmesi için yalnızca insan haklarına
saygılı olması yetmez. Yeryüzünde diğer varlıklara hürmetkâr olmak da insan
üzerine düşen ödevlerdendir. Kur’an’da Allah insanlara Salih (a.s.) dönemi
gibi erken bir dönemde hayvanlara saygılı olmayı öğretmek istediğini haber
vermiştir.
43
Tabiatın nimetlerini hayvanlarla paylaşabilmek, insan dışındaki
varlıkların da hukukunu gözetmek gerekmektedir. Ne var ki Kur’an’da an-
latıldığı gibi Salih’in toplumu suyu deveyle paylaşabilmeyi başaramamıştır.
Şayet nesli tükenmekte olan hayvanlarla tabiatı paylaşmayı beceremez isek
adl-i ilâhî bunun cezasını tüm sorumlulara ve duyarsız davrananlara çıkarta-
caktır.
“Hakk’ın devesi” “Ona/Âdem’e (insana) rûhumdan üfledim”
44
âyetinde
işâret edilen Hakk’a bağlı olan ruhtur. Hz. Sâlih’in devesinin kayadan zuhur
ettiği gibi, bu ruh da insanların cisim kayasından ortaya çıkar. İşte akl-ı maâd,
bakâ sâhibi ve Hak âşığı olup, rabbânî tecellîleri kabul etmeye hazır bulunan
bu ruh devesini arar ve bulmaya çalışır. Bu ruh develeri ise peygamberler ve
onların kâmil vârisleridir.
45
Müslümanlar, âlemi ve insanı birbirlerinden ayrı değil, bitişik, iç içe olarak
ele alırlar. Kâinattaki bütün varlıklar senfonik bir ahenkle birbirlerine bağlan-
tılıdırlar. Bütün bu varlıklar, ayrı mertebe ve makama sahip kozmolojik bir
41 Mevlânâ Celâleddin, Mesnevî, çev. S. Nahîfî, sadeleş. Âmil Çelebioğlu, İstanbul, 2007, III
/ 271, b. 20–30; 395, b. 4470–4480.
42 500 Mevlânâ, Mesnevî, (Gölpınarlı) I/448, b.2520–2522.
43 Bkz. Şuarâ, 26/155-158.
44 Hicr, 15/29.
45 Gürer, Dilaver, “Mesnevî’de Salihin Devesinin Tasavvufî Anlamı ve Semûd Kavminin
Helâki”,http://www.irankulturevi.com/lang-tr-MesnevideHZSalihinDevesininve.cgi
15.11.2013.
Dostları ilə paylaş: |