Uygarlik tariHİ Server Tardlli


Suat Yakup Baydur, Hellen-Latin Eski Çağ Bilgisi, İstanbul, 1948



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə4/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   46

Suat Yakup Baydur, Hellen-Latin Eski Çağ Bilgisi, İstanbul, 1948.

John Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi (çev. D. Bartu), İstanbul, 1978.

A. B. Schwarz, Roma Hukuk Dersleri (çev. T. Rado), 7. Bası, İstanbul, 1965.

OKUMA


ROMA NIN TARİHSEL ROLÜ NEDİR?

Geçen yüzyılın en büyük Alman Roma uygarlığı uzmanlarından ve hukukçularından biri olan Rudolf von Jhering (18181892) Roma Hukukunun Ruhu (Geist des Römischen Rechts) adlı eserinin başında şu satırları yazmaktadır: "Roma kendi kanunlarını, dünyaya üç kez kabul ettirdi; çeşitli milletleri üç kez birlik halinde bir araya topladı. İlk kez, Romalılar henüz güçlerini tam olarak korudukları bir dönemde, bu kaynaştırma bir devlet birliği içinde gerçekleştirildi. Siyasal yıkılıştan sonra kendini gösteren ikinci büyük birlik, Kilise birliği biçiminde oldu. Üçüncüsü, Roma hukukunun kabulü dolayısıyla hukuksal bir birlik biçiminde ortaya çıktı. Birincisinde silah gücüyle oluşturulan kaynaşma, öteki ikisinde manevi alandaki güç ve üstünlüklerin ürünüdür. Kısaca diyebiliriz ki, Roma'nın tarihsel görevi ve tarihte oynadığı rolün önemi, onun sayesinde evrensellik ilkesinin milliyet ilkesinden üstün tutulmasındadır."

(A. B. Schwarz, Roma Hukuku Dersleri çev. T. Rado, 7. Bası, İstanbul, 1965, s. 9-11) (Not: Bu çeviri Türkçeleştirilmiştir)

  1. Roma uygarlığı, eski Yunan uygarlığına oranla hangi bakımlardan önemlidir? Roma'nın tarihsel rolü ne olmuştur? (Okuma parçasını okuyunuz.)

  2. Roma hukuku Batı hukukunu ne zaman ve nasıl etkilemeye başlamıştır? Bunun iktisadi nedenleri nedir ve sonuçları ne olmuştur?

  3. Roma'nın mirasçıları Batı'da kimler olmuştur? Bu etki her ülke için aynı mıdır?

  4. Roma'nın etkisine, Fransız tarih ve kültüründen örnekler veriniz.

HIRİSTİYANLIK

İsa ve öğretisi

Hıristiyanlık, Doğu mistisizminin, Yahudi mesihciliği- nin, Yunan düşüncesinin ve Roma evrenselciliğinin "kavşak noktasında" ortaya çıktı.

Doğduğu yer, böylesine etkilerin odaklaştığı bir yer.

Hıristiyanlığın kurucusu İsa, ilk Roma imparatoru Augustus zamanında, Filistin'de dünyaya geldi. Ve orada vaazda bulundu. Kurduğu din, kendisinden çok sonra, Roma İmparatorluğu'nun resmî dini haline gelmiş ve sonuçta tüm Batı dünyasının egemen dini olmuştur.

İsa'nın öğretisinin temeli şu: Tanrı, şefkati bütün evreni kapsayan bir Baha'dır. Ve yeryüzünde "Tanrı'nın saltanatı" hüküm sürecektir günün birinde.

İsa'nın öğretisinin temeli olan "Tanrı saltanatı" düşüncesi için, "insan düşüncesini harekete geçiren ve kafasını değiştiren en büyük ihtilal doktrinlerinden biridir" der, İngiliz tarihçisi Wells.

İsa, Tanrı'nın evreni kavrayan babalığı adına, neye karşı çıkıyor ve ne getiriyordu?

Ne idi içeriği "İsa'nın ihtilalciliği"nin?

- Önce, zamanının dar milliyet inancına karşı çıkıyordu İsa.

İsa'dan önce Yahudiler, evrenin biricik Tanrı'sı olan

"Yehova"nın, bir adalet Tanrısı olduğuna inanıyorlardı. Ancak Yehova, kendisiyle pazarlık da edilebilen bir Tanrı idi. Nitekim bu Tanrı, İbrahim Peygamberde pazarlık ederek, Yahudileri yeryüzünde "egemen bir ırk" haline getireceğine söz vermiştir. Oysa, İsa'ya göre, Tanrı'yla pazarlık olmaz. Ve gelecekteki Tanrı saltanatında ayrıcalıklı ırk, ayrıcalıklı insanlar yoktur. Bütün insanlar kardeş ve birbirine eşittir. Tüm insanlar bu İlahi Baha'nın evlatlarıdır.

Günahkârları da içinde olmak üzere.



  • İsa, zamanının dar aile bağlarına da karşı çıkıyordu.

Yahudiler, aile bağlan çok güçlü olan bir kavimdi.

İsa'nın aşıladığı büyük Tanrı sevgisi, onların dar ve sınırlayıcı olan aile kurumunu parçalayacaktı. Tanrı saltanatı, İsa'nın arkasından gidenlerden oluşacak büyük bir aile topluluğu olacaktır.

Şöyle diyordu İsa: "Göklerde olan Babamın iradesine kim uyarsa, benim kardeşim, kız kardeşim ve anam olur".


  • İsa, zamanının iktisadi düzenine, zenginliğine ve kişisel ayrıcalıklara da karşı çıkıyordu.

Mademki, bütün insanlar, Tanrı Ülkesi'nin uyruklarıydı; o halde varları yoklan da bu ülkenindi. Her insan için doğru yol, biricik doğru yol, olanca varlığı ile Tanrı'ya hizmet etmektir. İsa, tekrar ve tekrar, özel servetleri ve bütünüyle Tanrı'ya adanmamış yaşamları kötüler: "Zenginin Tanrı Ülkesi'ne girmesi devenin iğne deliğinden geçmesinden daha güç olacaktır" sözü onundur.

  • Son olarak, İsa, zamanındaki yerleşik dine bağlı kimselerin çıkarlara dayanan sahte dürüstlüklerine de tahammül edemiyordu. Gösterdiği kızgınlığın büyük bir kısmı da o zamanki din adamlarının, din kurallarıyla ilgili biçimciliklerine karşıdır.

Özetle, İsa'nın vaat ettiği göz kamaştırıcı ülkede, ne mülkiyet ne ayrıcalık ne gurur ne iistlük-altlık olacaktı.

Sevgiden başka ödül bulunmayacaktı orada.

Bütün bunlarla, İsa, içinde yaşadığı toplumun düzen ve inançlarına karşı çıkıyordu. O düzenden yararlananlar da ona karşı çıktılar ve "garip bir yönetim kurmaya yeltenmekle" suçladılar.

Ve çarmıha gerdiler.

IH

Âdet yerini bulsun diye yargılamayı da unutmadılar doğallıkla.



Hıristiyanlığııı yayılması

Hıristiyanlık, başlangıçta bir "yoksullar hareketi" olmuştur. İlk Kilise, bir yoksullar birliği, bir kardeşler topluluğu idi; "yoksul" (ebionim) diye adlandırılırdı ilk Hıristi- yanlar. "Hıristiyanlığın kurulması, halktan gelen insanların şimdiye değin başardıkları en büyük eserdir".

Büyük Fransız düşünürü Ernest Renan'ındır bu söz.

İsa'nın öğretisini, onun ölümünden sonra, Çömezleri (Havariler) yayar. Dinin dayandığı esasları içeren kutsal metinlerin yazılması da İsa'dan sonra olur.



Bu çömezler içinde özellikle Aziz Paulus, çok önemli bir yer tutar. Yahudiliği, Mithra dinini ve o zamanın İskenderiye'sinde egemen inanışlarla ilgili birçok düşünceleri ve anlatımları Hıristiyanlığa sokan o olmuştur. İsa'nın, Tanrı Osiris gibi, yeniden dirilmek ve insanlara ölümsüzlük vermek üzere ölen bir Tanrı olduğu inancını aşılayan da odur. Dinin tutunması ve yayılmasındaki hizmeti ne denli büyük olursa olsun, "Tanrı-İsa" ile "İnsanlığın babası olan Tanrı" arasındaki hısımlık konusunda karışık ilahiyat kavgalarına yol açan da yine Aziz Paulus olmuştur.

Kısacası, hayli azizlikler etmiştir Hıristiyanlığa Aziz Paulus!

İsa'dan sonraki iki yüzyıl boyunca, Hıristiyan dini Roma İmparatorluğu'nda durmadan yayılıyor.

Yeni dinin, Filistin'den çıkarak Roma İmparatorluğu'nda hızla yayılmasında, taşıdığı düşünceler kadar -belki onlardan da çok- o zamanın Roma'sındaki sosyal gerçekliğin büyük payı vardır: Roma devletinde düzene, kanunlara ve teamüllere olan o eski güvenden eser kalmamıştı. Bir yanda kölelik, zulüm ve korku, öte yanda israf, ihtişam ve sefahat hüküm sürüyordu. Bir huzur özlemi içinde idiler ezilen yığınlar. Onları yeni dinin, yani Hıristiyanlığın kollarına atan başta bu sosyal koşullardı.

Ve Hıristiyanlık da, bu zavallılara aradıkları huzuru verebilecek bir içerikte idi.

Bütün öteki dinlerden daha fazla.

Roma imparatorlarının bu yeni dine karşı takındıkları tavır, düşmanlıkla hoşgörü arasında değişmiştir. İsa'dan sonraki 2. ve 3. yüzyıllarda, bu yeni inanışı ortadan kaldırma yolunda girişimler olmuş ve sonuçta İmparator Di- ocletianus zamanında açıkça zulmedilmiştir Hıristiyanla- ra. Ne var ki, onları yıldırmamıştır bu zulümler. 317 yılında da Büyük Constantinus Hıristiyanlığı kabul etmiş ve böylece yeni din, imparatorluğun resmî dini olmuştur.

Batı Roma İmparatorluğu barbarların darbeleriyle yıkıldıktan sonra, Roma'daki Katolik Kilisesi, uzun yüzyıllar kendisini Roma devletinin mirasçısı olarak görecek ve gösterecektir.

DAHA ÇOK BİLGİ

John Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi (çev. D. Bartu), İstanbul, 1978.

Félicien Challaye, Dinler Tarihi (çev. S. Tiryakioğlu), İstanbul, 1960.

OKUMA

HIRİSTİYANLIK NASIL BİR SENTEZDİR?

Hıristiyanlığın öteki dinlerden esaslı şekilde ayrı bir din olmadığını tarih göstermektedir.

Bütün öteki kutsal kitaplar gibi, Hıristiyanlığın Kutsal Ki- tap'ı da insan eseridir.

Müslümanlık hariç olmak üzere, öteki dinlerin çoğundan daha yeni olan Hıristiyanlık, daha önceki dinlerle şaşırtıcı benzerlikler göstermektedir. Tanrı'sı, Yahudi peygamberlerin Yeho- va'sıdır ki, Göksel Baba haline girmiştir. Bütün ilkel tapınışlarda kutsal olan, olmayandan nasıl yüksekse, Kalde'deki tepeler nasıl ovalara hâkimse, onun yaşadığı Gök de yeryüzünden yüksektir. Perseus nasıl Danae'den doğmuşsa, İsa da bir bakireden doğmadır; o da Dionysos ve Horus gibi, düşmanlarından mucizeli bir şekilde kurtulur. Osiris, Dionysos-Zagreus gibi ölüp, sonra Attis ve Temmuz gibi, baharın başlangıcında dirilir. Ölümünün bazı ayrıntılarına Babilonya'da rastlamak mümkündür. Tıpkı Mith- ra'ya olduğu gibi, ona da bir Kurtarıcı sıfatıyla tapınılır. Teslis düşüncesi zaten birkaç dinde vardır. Bakire Meryem, tıpkı öteki kadın Tanrıların-İsis'in, îştar'ın, Astarte'nin, Kibele'nin- yaptıkları gibi, insanların az çok sevgi dolu bir dindarlığa olan eğilimini tatmin eder; Meryem tıpkı Demeter gibi ıstıraplı bir anadır, İsa'yı kucağında taşıyan Madonna tasviri ise küçük Horus'u kolları arasında tutan İsis'in tasvirinin tıpkısıdır. Şeytan, İran'ın Angra Mainyu'sudur. Melekler, iblisler, azizler, animizmdeki ruhlardır. Son yargı gününe Zerdüşt'ün Mazdeizm'inde daha önce rastlanır. Hıristiyanlığın verdiği ölümsüzlük sözüne daha önceki Orfe- us ve Dionysos gizli ayinlerinde de rastlanır. Komünyon, kutsal varlığın etine ve kanına ortak olmak demek olup, totemik kökten gelmektir. Bu daha önce Eleusis'te ekmekle, Dionysos'a inananlar tarafından şarapla, Mithra dininde ise ekmek, şarap ve su ile yapılmaktaydı. Mithra dininde daha önce birtakım takdisler, örneğin vaftiz vardı. Hıristiyan pazarı, Yahudilerin sebt (şabbat: cumartesi) günü, Kaidelilerin de ''tabu'' sayılan günüdür. Katolik rahipleri de İsis rahipleri gibi tıraş olur, kafalarının tepesini kazır, uzun urbalar giyerler, üzerlerine el değdirilip kendileri "mana" ile meşbu hale getirilince kutsal bir vasıf edinirler; çanlar çalınırken müminlerin üzerine su serpip onları tütsüleyerek arıttıkları zaman ise, Hellen tapınış usullerini uygulamış olurlar.

Bu benzerlikler, hem kişisel hem kolektif bir çeşit gururla, kendi dinlerinin tek ve eşsiz olduğuna inanan bazı dar ruhlu Hıristiyanların ağırına gidebilir. Tersine olarak da, daha geniş gönüllü insanlar, İsa'nın kişiliğine hissi bir tercih beslemekten vazgeçmeksizin, inandıkları dinin engin bir insanlık geçmişinin sentezi olduğunu düşünerek, sevinç dahi duyabilir.

(Félicien Challaye, Dinler Tarihi, çev. Semih Tiryakioğlu, İstanbul, 1960, s. 208-209)

SORULAR


  1. Metinde geçen "Doğu mistisizmi", "Yahudi mesihciliği", "Yunan düşüncesi" ve "Roma evrenselciliği" deyimlerini açıklayınız.

  2. Hıristiyanlık aslında nasıl bir "sentez"dir? Bu sentezde da

ha önceki din ve uygarlıklardan gelen unsurları saptayınız. (Okuma parçasını okuyunuz.)

  1. "İsa'nın ihtilalciliği"nin içeriği nedir?

  2. Hıristiyanlık, başlangıçta nasıl bir hareketti? Daha sonraki yüzyıllarda bu niteliğini korumuş mudur? Koruyamamış ise bunun nedenleri nelerdir?

Hıristiyanlığın hızla yayılmasında, taşıdığı düşünsel esaslar mı yoksa o zamanki Roma devletinde halkın sosyal durumu mu daha çok rol oynamıştır?


BOLUM II

BATI UYGARLIĞININ DOĞUŞU

Ortaçağ, Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü (476) ile başlayan ve İstanbul'un Türklerce fethine (1453) değin sürdüğü -genellikle- kabul edilen bir tarihsel dönemin adı. Bin yıllık bir dönem aşağı yukarı.

Nedir ortaçağa özelliğini veren?

İlkçağdan farklı bir iktisadi ve sosyal düzene ve o düzeni belirten bir değerler sistemine sahip olması.

"Feodalite" (derebeylik) adı veriliyor o iktisadi ve sosyal düzene. Değerler sistemini ise -hemen hemen tek başına- Hıristiyanlık temsil ediyor. Kilise, bu temsilcilikte bir aracı rolünde.

Ortaçağın sonlarına doğru, hem iktisadi ve sosyal düzende hem de değerler sisteminde köklü değişmeler başlar. Batı uygarlığını asıl doğuracak olan da işte bu değişikliklerdir.

FEODALİTE

Feodalitenin doğuşu

Ortaçağda, Özellikle Batı Avrupa'daki toplum düzenine "feodalite" (derebeylik) adı verilir. Klasik feodalitenin -bütün çizgileriyle- ortaya çıkışı, Fransa'da Karolenj İmparatorluğu'nun batışından (10. yüzyıl), İngiltere'de ise Norman istilasından (11. yüzyıl) sonraya rastlar.

Aynı zamanda siyasal, hukuksal, iktisadi ve sosyal bir rejim olan feodal düzende "devlet birliği" yoktu. Birçok beyliklere ayrılmış bulunuyordu ülkeler. Gerçekten de, feodalitenin siyasal açıdan gösterdiği en büyük özellik, devlet iktidarının parçalanmış olması ve halkın, -Fransa'da Capet Hanedanı'nın iktidarının başlarında olduğu gibi- doğrudan doğruya devletin değil, toprakların sahibi olan senyörlerin

(derebeylerin) uyruğu durumunda olmalarıdır.

Kölelikten farklı bir durum olan "bir kişiye uyrukluk", barbar istilasının yarattığı güvensizlik yüzünden çok çabuk yayılmış ve genelleşmiş. Koşullar, kendilerine bir sen- yör seçmek zorunda bırakmıştır bütün insanları. Bu dönemde, toplumda himaye ilişkilerinin artmasını normal bir olay olarak kabul etmek gerekir. Böylece, üretim tekniğinin gelişmesi sonucunda gevşeyen kölelik bağı dış olayların da etkisiyle, feodal rejimin kurulmasına yol açmıştır.

Feodal rejim kuruluşunda önemli rol oynayan bir başka olay, Akdeniz'in doğu ve batı kıyılarının İslam egemenliği altına girmiş olması. Böylece Doğu ile Batı arasındaki kültür ve ticaret ilişkilerinde en önemli rolü oynamış olan Akdeniz yolu, bir kısım Avrupa ülkelerine kapanmış ve bu ülkeler Doğu ve giderek dünya ticaretinin dışına atılmışlardır. Dünya ticaretiyle ilişkisi kesilip kendi içine kapanmaya ve bu yeni durama göre yeniden örgütlenmek ve derlenip toplanmak zorunda kalan Avrupa'da ekonomi bakımından en fazla kayda değer olay, malikâneler sisteminin genişlemesi ile "para ekonomisi"nin yerine "aynf' diyebileceğimiz bir ekonominin geçmesi ve tam anlamıyla tarımsal bir uygarlığın egemen olmasıdır.

Feodalitenin anlamı

Feodalite bir piramide benzetilebilir. Burada, Roma hukukunda olduğu gibi, toprağa serbestçe tasarruf edebilmek söz konusu değildir.

Senyörsüz toprak bir istisnadır.

Topraklar, fief sözleşmesi ile "hiyerarşik" bir düzene bağlanmıştır.

Fief sözleşmesi, iki yanlı bir sözleşme. Yanlardan biri senyördür. Senyör, tabi ya da vasal denilen bir ikinci kişi yararına, belirli bir toprak parçası üzerinde adaleti dağıtma gibi bir görevi -sürekli bir hak olarak- tanır. Buna karşılık, vasal da senyörün kendisinden beklediği hizmetleri yerine getirmek zorundadır. Ayrıca vasal da aldığı toprağı kısmen başkalarına verebilir ve bu yoldan kendisi de

At

derebeyi olabilirdi. Şu var ki, bu hiyerarşi içinde, sonuncu vasalın ilk senyörle hiçbir ilişkisi yoktur.



Vasal durumunda olan senyörlerin çeşitli yükümlülükleri vardır: Askerî alanda yapacağı yardımla, çeşitli maddi yardımların yanı sıra vasal senyöre "danışmanlık" yapmakla görevlidir. Senyör, vasalların düşünce ve dileklerini öğrenmeyi yararlı bulmaktadır. Vasalların düşüncelerini, çeşitli konulardaki görüşlerini senyöre bildirmeleri de bir görev ayrıca. Vasalların, bu amaçla bir araya geldikleri topluluğa "curia" ya da "concilium" adı verilmektedir.

Batı'da feodal düzene verilebilecek en güzel örnek, o zamanki Fransa'dır.



Fransa Kralı, "Fransa Dukalığı" adıyla bilinen toprakların senyörüdür. Bu bakımdan da öbür fief sahipleriyle hiçbir ilişiği yoktur. Sadece, kendi vasallarıyla doğrudan doğruya kişisel ilişkiler kurmuştur. Öte yandan, Capet sülalesinin kralları aynı zamanda bütün Fransa'nın da kralı idiler. Bu durumda kral Fransa'daki öbür bütün senyörlerin lideri idi. Kral, en yüksek senyördii; feodal hiyerarşinin en yüksek katında bulunuyordu. Başka bir deyimle, kral, senyörlerin senyörü durumundadır. Bu bakımdan bütün öteki senyörler -ki kralın vasalı oluyorlardı- ona bağımlı durumdadırlar. Ancak, yukarıda değindiğimiz ilke gereğince, kendi vasalı olan senyörlerin toprağında yaşayan halkın yaşamına kralın müdahale hakkı yoktur. Kralın doğrudan yönetimi, yalnızca kendi dukalığıyla sınırlıdır.

Kralın öbür senyörlerle olan ilişkilerinin niteliği çok önemli. Çünkü bu ilişkiler, yavaş yavaş temsilî rejimin doğmasına yol açacaklar, temsil anlayışının ilk çekirdeği ve kaynağı olacaklardır ilerde.



Feodal düzende sosyal sınıflar

Feodal dönemde sosyal sınıflar, dövüşen soylular, dua eden rahipler ve çalışan köylüler ile serilerdir.

Bu sosyal sınıfların, farklı hukuksal statüleri var aynı zamanda. Bu bakımdan da günümüzün sosyal sınıflarından ayrılırlar: Ortaçağda sınıflar, çağımız toplumlarında- ki sınıflara kıyasla, birbirinden daha kesin çizgilerle ayrıldığı gibi -birinden öbürüne geçmek kast sistemi gibi bütünüyle önlenmiş olmamakla beraber- daha kapalıdır. Ortaçağda bir sınıftan ötekine geçmek belli törenleri ve birtakım hukuksal işlemleri gerektiriyor. İktisadi eşitsizliği, "hukuksal eşitsizlik" tamamlıyor böylece.

Soylular ile rahipler, "ayrıcalıklı sınıflar"dır. Özgür köylüler ile seriler, bütün değerleri yarattıkları halde, üretim araçlarına tam sahip olmadıkları gibi, hukuksal bakımdan durumları öteki ayrıcalıklı sınıflardan aşağıdır. Ayrıcalıklı sınıflar, aynı zamanda toprağa sahip olan sınıflardır. Toprakların iki sahibi var bu dönemde:



Soylular, yani senyörler ve Kilise.

Ne var ki, başlarda idari ve dinsel merkezler ya da tahkim edilmiş yerler olan kentler -ileride de göreceğimiz gibi- yavaş yavaş, meta üretiminin (piyasa için üretim) ve böylece ticaretin gelişmesine koşut olarak, gelişmeye başlayacaklardır. Ticaretin ve zanaatın gelişmesi sonunda kentlerde yeni bir sınıf ortaya çıkacaktır.



Burjuva sınıfıdır bu sınıf.

Ortaçağın sonlarına doğru Batı'da kendini gösteren en önemli sosyal olaydır bu!

Burjuvaların zenginliği toprağa değil, kentlerde henüz ilkel bir durumda olan meta üretimine ve ticarete dayanmakta. Savaş sanatıyla uğraşmadıkları, toprak sahibi de olmadıkları için, soyluların yararlandıkları "hukuksal ayrıcalıklardan yararlanamıyorlar. Gelecekte toplumun sosyal yapısını değiştirecek olan sınıf -üretim tekniğinin gelişmesi sonucunda- yeni üretim araçlarını elinde toplayacak olan bu burjuva sınıfı olacaktır.

İngiltere ile Fransa'daki farklı gelişmeler

Feodal dünyadaki gelişmelerde dikkati çeken bir nokta da şu: İngiltere'de feodalite, Fransa'dan farklı bir biçimde yerleşip gelişiyor:

İngiltere'de Fatih VVilliam'ın kurduğu rejimin en önemli niteliği, feodal düzeni İngiltere'ye getirmiş olması. Kendi iktidarım güçlendirmek amacıyla yapmış bunu. Böylece, İngiltere'de feodalite, devletin zayıf oluşunun sonucu ortaya çıkmamış. Tersine, İngiltere'de, yengin Norman prensinin kurduğu ve zor kullanarak kabul ettirdiği bir rejim feodalite.

Fransa'da ise feodalite, Karolenj İmparatorluğu'nun batışının bir sonucu; devletin dağılmasının ortaya çıkardığı bir durum. Bu dönemde kral, ulusal devlet şefi sıfatıyla sahip olduğu yetkileri kabul ettirmek için yeter derecede güçlü olmadığından, ancak prinıa inter pare s, yani eşitler arasında birinci idi.

Ne gibi sonuçları olmuş bu farklılığın?

Temsili rejimin, Fransa ve İngiltere'de değişik yollardan gelişmesinin temelinde bu farklılık vardır işte. Bu farklılık, İngiliz siyasal kurumlan ve yönetici sınıfların birbirleriyle ilişkileri üzerinde etkisini gösterecek, İngiltere'ye has özelliklerin oluşmasında önemli bir rol oynayacaktır.

DAHA ÇOK BİLGİ

John Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi (çev. D. Bartu), İstanbul, 1976.

Murat Sarıca, Siyasal Tarih, İstanbul, 1980.

Murat Sarıca, Siyasi Düşünce Tarihi, 3. Bası, İstanbul, 1980.

Charles Seignobos, Avrupa Milletleri Tarihi (çev. S. Tiryakioğ- lu), İstanbul, 1960.

OKUMA


FEODALİTE VE EDEBİYAT

Derebeylik rejiminin kuvvetlenmesi, toplum hayatının düzenlenmesi, ilk Haçlı seferleri, aristokratların gücünü ve nüfuzunu artırmıştır. Bunun sonucu olarak, XII. yüzyılın daha hemen başlarında aristokrat sınıfın dünya görüşünü yansıtan gerçek bir edebiyatın kurulduğunu, şövalyelik ülküsünün en üstün değer olarak edebiyatta ve toplum hayatında kendini ka-



bul ettirdiğini, geniş halk yığınlarını da peşinden sürüklediğini, dinsel -ulusal- bir coşkunluk akımının Fransa'yı baştan başa sardığını görüyoruz.

XII. yüzyılda, özellikle destan türü, söz konusu dünya görüşünün en tutarlı anlatım aracı olmuştur. Genellikle yazarları belli olmayan ve "Chanson de Geste" diye anılan manzum ve epik betiklerdir destan türünü meydana getiren eserler. Çokluk Charlemagne, Guillaume d'Orange gibi geçmiş devir kahramanlarının maceraları, yararlıkları anlatılmaktadır bu şiirlerde. Yarım kafiyeli bentlerden kurulu bu 9-10 bin mısralı şiirler şatolarda, konak yerlerinde okunur çağrılırdı. Her sınıftan halk büyük bir ilgi ve coşku ile dinlerdi onları.

XII. yüzyılın ikinci yarısında ve özellikle XIII. yüzyılda soylulara hitap eden, Chanson de Geste' 1er gibi çığrılmak için değil de okunmak için yazılmış eserler, "romanlar" görüyoruz. Seçkin çevrelerde yaşayanların törelerini, aşk ve incelik anlayışlarını gözler önüne seren bu türlü romanlar ve lirik şiirler saray edebiyatını (courtois edebiyatı) meydana getirir. Bu eserler, geniş halk yığınlarına seslenen Chanson de Gesfe'lerden kesin olarak ayrılır.

Fransız edebiyatının daha ilk devirlerinde "satir" türüne çok yakın eserlere rastlanır. Destan ve saray edebiyatına bağlanan, bir yandan "dinsel-ulusal kahramanlık", öte yandan da "seçkinlik" kavramlarıyla "ülkücü" bir dünya görüşünde birleşen akımların karşısında yer alan bu eserler "gerçekçi" bir edebiyat ve dünya görüşünü yansıtırlar.

Fransa halkının alaycı ve yergici zekâsının etkisiyle gelişen gerçekçi, satirik akımın Ortaçağ Fransası'nın toplumsal koşullarıyla yakın ilişkileri vardır. Gerçekten de XII. yüzyılın sonlarından itibaren köklü değişimler görülür Fransız toplumunda. Tecimin (ticaretin) günden güne gelişmesi, burjuvaların gitgide iş alanlarını genişleterek aristokrasinin manevi kuvvet ve kudreti karşısına paraya ve maddi zenginliğe dayanan bir sınıf olarak çıkmaya başlaması, toplum yapısını yakından etkilemiş, yeni bir toplumsal dengenin tohumlarını atmıştır. "Komün" hareketleri, yani burjuvazinin bazı kentler çevresinde nispi bir bağımsızlığa kavuşması ile doğrudan doğruya ilişkili olan bu değişimlere paralel olarak, iktisadi bağımsızlık, burjuvazinin düşünce ve duygu alanlarında da bağımsızlığa kavuşmasına yol açmış, burjuva çevrelerinde yeni bir dünya görüşü yeşermeye başlamıştır: uyanık, diri, akılcı, alaycı bir dünya görüşü. Bir yandan serüven heveslerini, aşırı kahramanlıkları alaya alan, bir yandan da kadını ve aşkı saray edebiyatındaki seçkin yerlerinden indirmeyi amaç edinen bir zihniyet...

(Berke Vardar, Fransız Edebiyatı, cilt 1, İstanbul, 1985, s. 13-28)

SORULAR


  1. Batı'da ortaçağda, feodal rejimin kurulmasının nedenleri nelerdir?

  2. Feodalite, bir "piramit'e benzetilebilir derken, bununla belirtilmek istenen nedir?

  3. Feodal düzende sosyal sınıflar hangileridir? Ve çağımızdaki sosyal sınıflardan ne bakımdan ayrılırlar?

  4. Feodalitenin, İngiltere'de ve Fransa'da birbirinden farklı biçimde yerleşmiş olduğu doğru mudur? Doğru ise, bu farklılık, her iki ülkede -ilerdeki gelişmeler bakımından- hangi konuda, ne gibi sonuçlar doğurmuştur?

  5. Feodal düzen ve bu düzendeki gelişmeler, edebiyatı nasıl etkilemiştir? Fransa'yı örnek vererek anlatınız (Okuma parçasını okuyunuz).

KİLİSE VE ORTAÇAĞDAKİ ROLÜ

Ortaçağda uygarlık, "Hıristiyan" bir uygarlıktır bir bakıma. Ve kilise, bu uygarlığın oluşumunda başlıca rollerden birini oynar.

Bu rolü belirtmeden önce, kilise nedir onu görelim.

Kilise'nin kuruluşu

İlk Hıristiyanlar, İsa'nın yakında geri döneceğine inanıyorlardı. Gelmesi gecikince -ki bu gecikme bugün de sürmektedir!- "kilise" adıyla örgütlenmeye başladılar.

İlk iki yüzyıl boyunca, Kilise, "laik" bir birliğin niteliklerini korudu. Aslmda, kilise kelimesinin geldiği Yunanca "ekk- lesia" sözü de sadece "topluluk" ya da "birlik" anlamında.

Bu biçimde anlaşılan Kilise'nin içinde küçük bir "hiyerarşi" kuruldu: Eskiler ya da yaşça kıdemliler (presbyterios), gözeticiler (episkopos), bahtsızlara yardımla görevli kadın- erkek arkadaşlar (diyakos) vardı. 2. yüzyıldan başlayarak presbyterios'larla episkopos'lar gittikçe artan bir önem kazanmaya başladılar ve kendilerini kilisenin tek temsilcisi saymaya başladılar. İçlerinden biri ele kilisenin başı oldu. Sonra çeşitli kiliselerin başlan birbirleriyle temasa geçerek, bir çeşit oligarşi halinde, "Evrensel Kilise"yi kurmuşlardır.

İlkel kilisenin yerini alan bu evrensel kilise, Katolik Kilisesi diye adlandırılır.


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə