Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə7/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   46

Shakespeare (1564-1616), iki dönemin, can çekişen feodalizm ile doğan kapitalizmin karşılaştığı noktada yaşadı ve her ikisiyle de mücadele etti bunların.

Soyluluğun miras yoluyla geçmesi, dinsel bağnazlık, ırkçı düşünceler gibi ortaçağ kavramlarına karşı çıkarken, açgözlülüğü, altın hırsını da sergiler.

Tüm insanların eşitliğinden yanadır. Örneğin kara Afrikalı Othello, ahlak ve zekâca çevresindeki Venedikli soylulardan üstündür vb... Babaların otoritesine karşı, genç kuşağın özgürlüğünü savunur. Aşk için mücadelelerinde kadın kahramanlarını korur. Erkekle kadın eşittir onun gözünde, eşit olmalıdır.

İnsanlar arasındaki ilişkilerde gerçeğe üstün bir yer verir: Hamlet, Kral Lear, Othello gerçeği, hep gerçeği -hem bıkmadan- ararlar.

Ve gerçek sonunda yalana, iki yüzlülüğe daima üstün gelir onda.

Yönetici düşünce olarak doğayı alır: Hareket ve yaratış doğaldır; güzellik ve iyilik de öyle. Böylece doğa, Shakespeare için arı, güzel ve yaratıcı yaşamdır, gelişmedir; iyiye, daha güzele gidiştir.

Eserlerinin kaynakları, hayli çeşitlidir: Antik dünyada çok şey buldu. Ama bütün bu etkilerin yanı sıra, İngiliz halk tiyatrosunun geleneklerini de sürdürür. "Trajik" ile "komik" iç içedir bu tiyatroda ve gerçekçilik egemendir: Kullandığı dil, o büyük dil de, bu gerçekliğin bir başka görünümüdür aslında.1

  1. Güzel sanatlar

Rönesans, büyük yeniliğini ve yaratıcılığını yalnız edebiyatta değil, -belki daha çok- güzel sanatlarda gösteri-

15u konuda ayrıntı için bkz. A. Smirnov, Le Sens de L'Œuvre de Shakespeare, Recherches Internationales, s. 43.

\ 111 II.ılı A\ı ıi|>.ı ıl.ıkı iktisadi gelişme de özellikle güzel

m gelişmesinde etkili bir rol oynuyor: Asya'nın ve

\111» ı ık.ı ııın keşfi, Batı'ya büyük gönenç ve zenginlik sağlamış, hükümdarların ve zengin burjuvaların sanat erbabına yeni eserler, anıtlar ve binalar yaptırması mümkün olmuştur. Meşen adı verilen bu sanat koruyucularının varlığı, sanat için doğaldır ki, çok şevklendirici bir ortam yaratmıştır.

- Sanatta Rönesans, önce İtalya'da, orada da özellikle Floransa'da kendini gösterdi. Hareketin başlangıcı, 15. yüzyıl başlarına değin uzanıyor.

İtalyan Rönesansı'nm kurucusu Masaccio'dur. Giot- to'nun getirdiği yenilikleri daha da ileriye götürdü o. Çoklarının dediği gibi insan resmi, ilk kez Masaccio ile toprağa ayak basar.

Masaccio'nun izinden gidenler oldu: Özellikle Fra Angelico, insan figürlerine verdiği nurlu görünüşle, Kilise resminde yeni bir adım atar ve "ruhanilik" diyebileceğimiz, insanlara insanüstü bir anlam kazandıran bir resim biçimi ortaya koyar.

Floransa primitifleri arasında-hangi sınıfa sokulacağı bir türlü kestirilemeyen- en ünlü sanatçı, hiç kuşkusuz Botticelli'dir. Medicilerden birinin evi için yaptığı İlkbahar tablosu, konusunu Yunan mitolojisinden alması, çıplak insan figürüne yer vermesi, konudan çok görsel amacı ön planda tutması bakımından, Rönesans'ı muştulayan bir eserdir. Gerek bu tablo, gerekse Venüs'ün Doğuşu adlı tablo, tam bir Rönesans öncüsü durumuna getiriyor Bot- ticelli'yi.

Rönesans'ın öncüleri, İtalya'da elbette yalnız Floransa'da yetişmedi. Ama yine de Floransa'nın etkisi açıktır hepsinde.

İtalyan Rönesansı'nı her bakımdan gerçekleştiren ve yükselten üç büyük dev -hiç kuşkusuz- Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Raffaello'dur.

Venedik Okulu, en çok 16. yüzyılda parladı. Bu okul Giorgione, Tintoretto, Veronese, Tiziano gibi büyük

renk ustaları yetiştirir. Venedik Okulu'nun başlıca özelliği, “renkçi" olması. Bunun gibi, Floransa Okulu'nun "insan vücudunu" keşfetmesine ve buna "heykelvari" bir ifade kazandırmasına karşılık; Venedik Okulu, özellikle Giorgione ile, "doğa"yı buldu ve resme getirdi. İnsanı doğanın içinde, onun bir parçası olarak düşündü.



İtalyan Rönesansı'nı kaplayan bu iki okuldan hiçbirine sokulamayacak bir büyük ressam da Correggio. Correggio, ileride özellikle 18. yüzyıl Fransız ressamları üzerinde en çok etki yapan sanatçı olacaktır.

İtalyan Rönesansı, heykel yönünden de eşsiz eserler verdi. Rönesans heykeli de önce Floransa'da doğdu. Ortaçağda, dinin ağır basması yüzünden bağımsız bir sanat olarak gelişmeyen heykel, Floransa'da eski Yunan sanatının incelenmesiyle ortaya çıktı. 15. yüzyılda Floransa, üç önemli heykelci yetiştirmiştir ki, ilerde doğacak olan heykeltıraşlığın muştucusudur onlar: Jacopo della Quercia, Lorenzo Ghiberti ve Donatello. Ama heykelde, İtalyan Rönesansı'mn en büyük dehası hiç kuşkusuz Michelangelo oldu. Freskolarından belki çok daha üstün değer taşır heykelleri onun.

İtalya'da Rönesans mimarlığına gelince... 15. yüzyıl ile


  1. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan mimarlardan Brunelleschi, eski Roma yıkıntılarını inceleyerek gotik etkisinden kurtulmaya çalışmıştı. Bramante ise, gotik ile ilişkisini büsbütün kesmeyi başarır.

Bramante'den sonra, Rönesans mimarlığını Michelangelo doruğuna ulaştırır.

Bramante'nin inşasına başladığı, Michelangelo'nun da kısmen tamamladığı Roma'daki San Pietro Kilisesi, Rönesans mimarisinin en güzel örneklerindendir. Katolik Reformu'ndan sonra Cizvit papazları, kiliseleri daha çekici hale koymak istediklerinden, yeni kiliseler yaptırmışlardı. Böylece, 16. yüzyıl ikinci yarısında Cizvit mimari biçimi ortaya çıkmıştır. Doğaldır ki, kiliselerden başka, birçok saraylar da yapılmıştır bu dönemde.

- Rönesans sanat hareketi, İtalya dışındaki ülkelerin tümünde görülmediği gibi, bu hareketin görünümü de her yerde aynı değildir. Örneğin Fransa'da Rönesans, daha çok mimarlıkta ve -bir dereceye kadar da- heykeltıraşlık ve resimde görüldüğü halde, Almanya'da ve Hollanda'da -hemen hemen yalnız- resimde eserler vermiştir.

Rönesans mimarlığı, Fransa'da dinsel eserlerden yani kiliselerden çok, saray ve şato ortaya koydu. Dönemin en çok tanınan mimarı da Pierre Lescot. Heykeltıraşlık, Fransa'da, önceleri İtalyan sanatının etkisi altındayken, sonlara doğru Fransız geleneğine dönmüş ve pek güzel eserler ortaya koymuştur.

İngiltere'de heykeltıraşlık, hemen hemen yalnız süsleme sanatında kullanılmıştır. Almanya'da ise, İtalyan ressamlığı bu ülkenin büyük ressamlarından Albrecht Dü- rer'in kişiliğini pek etkilememiştir.

Hollanda'da, 16. yüzyılda İtalyan ressamlığı ilerlemeye başlar, ama sonra milli renk bu ilerleyişin önüne düşer ve kendi kişiliğini ortaya koyar.

Fransa'da ise, İtalyan ressamlığı çeşitli ressamlar üzerinde az ya da çok etkili olmuştur.

Özetle söylenebilir ki, İtalyan Rönesans sanatı, Batı'da kuzey ülkelerinin gerçekçiliğini boğamamış, -bir dereceye değin- kural ve düzen altına girmesini sağlamıştır yalnızca.

Rönesans'tan sonra Avrupa resmi, özellikle İspanya, Hollanda, Flandres ve Fransa'da büyük bir gelişme gösterecektir. Ne var ki, İspanya ve Hollanda'da orijinal olduğu oranda, Fransa'da akademizme yönelecektir bu gelişme. İngiltere ve Almanya ise, Rönesans'tan sonra derin bir uykuya dalarlar adeta.

İtalya'da da, Rönesans sonrası, önce "barok" anlayışın eseri olacaktır...

Reform hareketleri


  1. yüzyıldan 14. yüzyıla değin, Katolik Kilisesi kendi içindeki bozuklukları, kendi kendine düzeltmeyi başarmıştı zaman zaman. 14. ve 15. yüzyıllarda ise bu konuda acze düşer. O yüzdendir ki, 1520 tarihinden başlayarak,

çürüyüşe bir son vermek için, kendi dışında bir dinsel ıslahat hareketi başlar.

Reform diye adlandırılan budur.

Bu hareket sonucunda, Avrupa'nın dinsel birliği bozulmuş ve Hıristiyanlardan bir kısmı Katolik Kilisesi'nden ayrılarak Protestanlığı kabul etmiştir.



  1. Protestan reformu

Protestan reformunun nedenleri dinsel, düşünsel, iktisadi ve siyasal olmak üzere çeşitlidir:

  • Kilise, ortaçağ boyunca, toplumdaki etkinliğini gitgide artırırken, sınıflararası ilişkilerde de yerini seçer; ruhban zümresi, egemen sınıflar arasına girer böylece.

Ve çok geçmeden yaşamları da, o sınıflarmki gibi olur.

Öyle ki, ruhani başkanların çoğu laik derebeyler gibi; birçok papaz da günahkâr saydıkları kimseler gibi yaşamaya başlarlar. Bu nedenle Kilise'nin hem başı, yani Papa, hem de üyeleri, yani papazlar bakımından bir yenilik gereksinmesi kendini duyurur.

Bu yenileştirme gereğine inananlardan biri de Alman Luther'dir.

Bir ara, durumu anlamak ve anlatmak üzere, Roma'ya kadar gelir. Ne var ki, bu gezi sadece hayal kırıklığına uğratır kendisini. Roma'da, hatta Papalık sarayında -Rönesans'ın etkisi ile- başka bir hava vardır ve ıslahata önem veren de yoktur.

Reform'un dinsel nedenlerinin başında gelir bu durum.


  • Öte yandan aydınlar, hümanistler artık geniş bir düşünce ufkuna sahip bulunuyorlardı. Birçok papaz bile ilahiyat ile yetinmeyerek -hatta onu savsaklayarak- felsefe ve edebiyat ile uğraşmayı yeğliyorlardı.

Ortaçağ, insan bedenini kötülüğün kaynağı kabul etmişti. Bu nedenle Hıristiyanlık, akim rolünü sınırlamış, bir otoriteye uyma düşüncesini aşılamaya çalışmıştı. Oysa, bunun tersini yapıyordu Rönesans. Doğaya dönerek çıplak bedeni anıtlaştırıyor, eleştiri düşüncesini ortaya çıkarıyor, Kutsal Kitap'm Latince metnini denetleme olanağını vere-

cek olan, Grek ve İbrani dillerini genelleştiriyordu.

Arka arkaya gelen keşifler ve buluşlar ise, insanlığın gururunu yükseltiyordu.

Kafalardaki bu değişiklik, Reform'un düşünsel nedenleridir:



  • Başlarda yoksul halktan oluşan Katolik Kilisesi, zamanla büyük servetler ele geçirmişti. Almanya'da toprağın üçte biri, İsviçre'de kantonların büyük bir kısmı Kili- se'nindi. 15. yüzyıl sonlarından başlayarak artan yaşam pahalılığı içinde, rahip olmayan birçok kimse, hırs ve tamahla bakıyorlardı Kilise emlakine. Soylular, Kilise'de yapılacak ilk düzeltmenin, bu emlaki Kilise'den almak olduğu kanısında idiler. Çünkü gelişmeler, soyluların servetini kararsız bir duruma getirmişti. Fransa kralı, Fransa'daki Kilise emlakini Papa ile bölüşmüştü. İngiltere kralı da bu emlaktan yararlanma arzusundaydı.

Özetle Kilise emlakinin ele geçirilmesi, sosyal sınıfları harekete getiriyordu.

Bunlar da, iktisadi nedenleriydi Reform'un.



  • Son olarak, Katolik mezhebinden iki hanedan, Habsburg ve Fransız hanedanları arasındaki savaş da Protestanlığın yararına olmuştur.

Almanya'da Luther, Fransa'da Calvin, İsviçre'de Zwingli, çeşitli sorunlar hakkında -birbirinden az çok- farklı düşünce ve inanışlarla ortaya çıkmış ve Reform ha) reketinin önderleri olmuşlardır.

Saksonya'da doğan Luther, kurtuluşun ancak iman ile sağlanacağına inanmıştı. Bundan dolayı günahlarm satın alınabileceği kamsını veren “af belgesi" (Endüljans) satışı dolayısıyla Papalığa karşı bir mücadele açtı ve Papa'nm "yanılmaz" olduğu ilkesini reddetti. İmparator Kral, mücadeleye karışarak uzlaştırmaya çalıştı iki yanı. Ancak Luther, davasından vazgeçmedi. İmparatora karşı nüfuzlarını güçlendirmek isteyen prenslerin bir bölümü zaten kendisini tutuyor ve koruyorlardı. Büyük bir mücadele sonunda, Katolik Kilisesi'nden ayrı Luther Kilisesi kuruldu.

Fransız kökenli Calvin de, kurtuluşun iman ile olacağını kabul ediyordu gerçi. Ne var ki, Luther'den daha ile-

ri giderek, imanın "ilahi bir vergi" olduğuna, Allah'ın takdiri ne ise onun da değişmeyeceğine inanıyordu. O da kabul etmiyordu Papa'nın yanılmazlığını. Azizlerin heykel ve tasvirlerine tapmayı, ayinlerin törenlerle ve sırmalı giysilerle mutlaka papazlarca yapılmasının doğru olmadığını söylüyordu.

Kovuşturmaya uğradığı için bir aralık Fransa'yı terk ederek İsviçre'de yerleşti ve örgütünü kurdu.

I ,ııtheiMmv.hebi, az. zamanda, Almanya'dan başka -İsveç ve Danimarka hükümdarlarının kabulüyle- İskandinavya ülkelerinde ve Baltık kıyılarında da yayıldı. Kalvi- nizm ise, İsviçre'de, Fransa'da, Hollanda'da ve İskoçya'da yer tuttu. Fransa'daki Kalvinistlere Huguenot (Hügno), İskoçya'dakilere de Presbiteryen adı verildi.

Protestanlık İngiltere'ye de geçti. Fakat buradaki Reform hareketi, bir mezhep yenilikçisinin görüş ve çabası ile değil, Kral VIII. Henry'nin -kişisel ve siyasal nedenler yüzünden- Papa ile ilişkisini kesmesiyle başladı. Anglikanizm adını alan İngiliz Protestanlığı, VIII. Henry'nin yerine geçenlerin döneminde, -çeşitli eğilimlerin etkisiyle- ileri geri bazı aşamalar geçirdikten sonra, Elizabeth zamanında çıkarılan kanunlar ile iyice yerleşti ve sağlamlaştı. Anglikanizm, gerek kurallar gerek örgüt bakımından, Protestanlığın Katolikliğe en yakın olan bölümüdür.

Özetle Reform, ortaçağın düşünce planındaki emperyalizmi ve teokrasisine kesin olarak son verdi.



  1. Katolik karşı-reformu

Protestanlık, çeşitli ülkelerde ilerlerken, Katolikliğe bağlı kalmış ülkeleri korumak ve Protestanlığa direnmek için Katolik Kilisesi'nde de bir karşı-reform hareketi başlamıştır.

Katolik Reformu'nda papalar, Engizisyon, Trento Kon- sili ve özellikle Cizvitler önemli birer rol oynamışlardır.

Gerçekten, 16. yüzyılın ortalarına doğru Papalık makamına geçenler, Kilise'yi sarmış olan hastalığın nedenlerini anlamış göründüler ve düzeltmelere giriştiler. Bunlardan

Papa Paul us, bir yandan tehlikeli sayılan kitapların bir fihristini yaptırdı, engizisyonu faaliyeti- geçirdi; öte yandan Cizvit örgütünü kabul ve onaylarken T'rento Konsi- li'ni de toplantıya çağırdı.

Papa Paulus'un başlattığı yenileme işini kendinden sonra gelenler de izlemekten geri kalmadılar.

Bilimsel gelişmeler

Batı'da 16. yüzyıl, bir yandan geleneklere bağlılığı yıkmaya çalışırken, bir yandan da doğanın doğrudan doğruya gözlemine yöneldi.

Bilimsel gelişmelerin başlaması bunun sonucu olmuştur.

Bilimlerin ilki ve temeli olan matematik ve bunun çeşitli bölümleri aritmetik, cebir ve astronomi bu dönemde büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Polonyalı Kopernik, Alman Kepler, İtalyan Galilei, astronomi alanında önemli keşiflerde bulundular.

Gözlem ve araştırmalardaki bu anlayış ve gelişmeler, doğal olarak Descartes'm felsefesini doğuracak, yani "akıl" bilgiye varmanın aracı olacaktır: Ona göre, ancak akıl gerçeğe varabilir. Deneysel sorunlarda, Aristoteles'in -hâlâ saygınlığını koruyan- otoritesinin karşısına, Descartes "kuşku" yu çıkarıyordu.

Bu özgür araştırma, Batı'da modern çağın büyük habercilerinden biridir.

Ancak, Avrupa'da düşün alanındaki bu gelişmenin kavgasız gerçekleştiği de sanılmasın. Hıristiyan dünyasının skolastik yönteme bağlı ilahiyatçıları ve papazları, bu ilerlemeye karşı büyük direniş göstermişler, bilim adamları -gülünç olduğu kadar- feci kovuşturmalara uğramışlardır.

DAHA ÇOK BİLGİ



J. D. Bcrnal, Materyalist Bilimler Tarihi (çev. E. Marlalı), İstanbul, 1976.

Jacop Burckhart, İtalya'da Rönesans Kültürü (çev. B. S. Baykal), 2 Cilt, Ankara, 1978.

I1,. II. (lombrich, Stııuılııı Oı/kiisü (çov. B. Cömert), İstanbul, I9K0.

İsmail I labib Sevük, Avrupa Edebiyatı ve Biz, İstanbul, 1940. OKUMA

İTALYAN RÖNESANSI NIN ÜÇ DEVİ



İtalyan Rönesansı'nı her bakımdan gerçekleştiren ve yükselten üç büyük dev, elbette Leonardo da Vinci, Michelangelo Bu- onarotti ve Raffaello'dur.

Leonardo da Vinci... Bütün 16. yüzyıla egemen olmuş, resme yeni esaslar getirmiş bir devdi. Dehası, çağında onun Bor- gia'lar, Sforza'lar, Fransa Kralı François'ca korunmasına yol açtı. Bugün elde pek az resmi, pek az kompozisyonu kalan bu adam, ressamdan başka her şeydi ama, her şey olduğu kadar da ressamdı. Leonardo, Rönesans sanatçısı tipini en yetkin biçimiyle temsil edebilen bir insandı. Döneminin en büyük bilginiydi. Matematik, mekanik, mühendislik alanlarındaki bilgisiyle, ancak 20. yüzyıl insanının gerçekleştirebileceği birçok buluşu daha o zamandan görmüş, keşfetmiş, ama ya giderine da- yanılamadığı için ya da inandıramadığından, çoğunu gerçekleştirememişti. Büyük bir biyoloji bilginiydi. Tarih, coğrafya, siyaset, balistik, şiir ve edebiyat alanlarında eşsizdi. Müzikte bir taneydi... İşte bütün bunlardan sonra, Leonardo, boş zamanlarında resimle de uğraşmıştır. Ressam olarak en büyük ihtirası, desendi. Renkle çok ilgilenmiş, renklerin ahengi ilkelerini bulmuş, ama eserlerinde renge fazla önem vermemişti.

Bugün Leonardo'dan kalan en ünlü eserler, La Cena (Son Yemek sahnesi), La Gioconda ile Kayalıklar Bakiresi gibi bir iki kompozisyondan, birkaç yüz desenden ibarettir...

Leonardo, evrensel ışık denilen ve resmi her yandan kuşatan, gölgeye pay bırakmayan ışık yerine tek kaynaktan gelen ışığı yeğlemişti... Çünkü insanları, her şeyi güzelleştiren, hayale tasarlama olanağı bırakarak doğayı bütünleme işini yüklenen hava tabakası, yarı gölgedir.

Bu ressamın asıl büyük buluşu, renklerin kendisinde bulunan uzaklık, yakınlık etkisiydi. Renkle çok uğraşan Leonardo, ufka doğru uzaklaştıkça renklerin solduğu ve grileştiği gerçeğim ilk kil k i'ı Icı ılcı ı İn iı 11 'um ııl,ıı,ık ıır..m ,ııı.ilmilisi üzerindeki i'y.ı/ I * 11 j ı •. ı, I ıı n İr gt > I j • 11 • 11 ■ \ r I m i);ı ı l.ıı .i l>.ı tıııı^, adaleleri ve kaskın lıı^ Iirili ı>111111/ ılımııml.ıykeıı lıilr, resimlerinde niçin büyük bir yapı sağlamlığı bulunduğunu bize tanıtlıyor.

İtalyan Rönesansı'nın ikinci büyük devi Michelangelo Bu- onarotti'dir. Gerçek şaheserler yaratmış olan bu heykeltıraş ve ressam, freskolarıyla ün salmış ve Leonardo'nun getirdiği yeniliklere başkalarını katmıştı... Şair, ressam, heykeltıraş Michelangelo, daha birçok bilgi ve marifet sahibiydi...

Michelangelo'nun resimdeki hüneri neydi?

Bir kez bu sanatçı, yağlı boya resmi sevmez, onunla uğraşmaya tenezzül etmezdi... Bugün elde bir tek yağlı boya tablosu vardır. O da, Kutsal Aile tablosudur. Michelangelo, birçok karton eskizleriyle hazırladığı freskolarına değer verirdi. Capella Sistina'daki tavan freskoları, bu nedenle, hem büyük kompozisyonları olduğu için, hem de sanatçının bütün özelliklerini belirttiği için, resim alanında en önemli eseridir. Kıyamet Günü adını verdiği bu muazzam kompozisyonda tanrılar, insanın yaratılışı, cehenneme gidiş gibi din tarihinin ve kutsal kitapların bahsettiği birçok olay, bu arada birçok tarihî kişi gösterilmişti.

Sistina Kapellası'nın incelenmesi, bize Michelangelo'nun sanatçılığına egemen anlayışı açıkça gösterir. Bu konulan canlandırmak üzere sanatçının başvurduğu tek araç, tek öğe insan bedenidir. İnsan bedeninin, hatta yalnızca insan mecrasının, din kitaplarından bile çıkarılmış olsa, eserin merkez noktası olması vönünden, Rönesans'a uygun bir şey... Michelangelo resme heykel sanatının kanunlarını uyguluyordu. Michelangelo'nun resim sanatına eklediği yenilik, görsel anlatımı abartmasında kendini gösterir.

Michelangelo, eski Yunan sanatını tamamlamış, o sanatı daha ileriye götürmüş, daha insanlaştırmıştır. Michelangelo, eserlerinin konuları ve onları işleyiş biçimiyle ileriki sanatı da haber vermektedir: Barok sanatın ve Romantik görüşün köklerini, pek belli bir biçimde onun eserinde buluyoruz.

İtalyan Rönesansı'nın üçüncü devi Raffaello Sanzio'dur...

Raffaello'nun birçok ünlü eseri vardır. Hemen hepsinin de konusu ya dinle ilgilidir ya klasik Yunan sanatıyla... Sistina Ma- dounası, Atina Mektebi, İsa'nın Göğe Çekilişi, Parnassus gibi büyük kompozisyonlarında olsun, Meryem Ana resimleri ve Kardinal

porl relerinde t «İsını, kulf.ıello'nun figürleri güzellik ülküsüne goıe yaratılmıştır... Raffaello, eski Yıınan felsefesi sanat görüşünden işte bu gii/ellik ülküsünü almıştı... Çok genç ve sanatının en olgun çağında ölmüş olduğu halde, Raffaello birçok öğrenci yetiştirmişti. Onlara, sanatının gizini ahenk ve denge olarak öğretiyordu. Cierçekten de Raffaello'nun kompozisyonlarında lıer şey, en çok bu bakımdan ele alınmıştır.

Raffaello, kendinden önce yetişmiş Rönesans ustalarının tam bir sentezi, onların hepsinin yalnız değerli yönlerini birleştiren tam bir bireşimi olduğu için eserleri yetkin görünür.

(Zahir CJüvemli, Sanat Tarihi, İstanbul, 1968, s. 66-67) (Not: Metin bugünkü dile çevrilmiştir)

SORULAR


  1. Yüklə 1,37 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə