Uygarlik tariHİ Server Tardlli


Rönesans ne demektir? Yeniçağın yeni insanının nitelikleri nelerdir?



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə8/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   46

Rönesans ne demektir? Yeniçağın yeni insanının nitelikleri nelerdir?

  • Hümanizm nedir? Büyük hümanist yazarlardan kimleri biliyorsunuz?

  • Rönesans dönemi yazarlarından kimleri tanıyorsunuz? Shakespeare'in sanatının anlamı nedir?

  • Rönesans'ta, İtalya'da ve İtalya dışında gelişen sanatın özellikleri nelerdir? O dönemde yetişmiş sanatçılardan hangilerini tanıyorsunuz? Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Raffaello'nun sanat anlayışlarındaki özellikler nelerdir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

  • Protestan reformu ile Katolik karşı-reformunun nedenleri ve sonuçları nelerdir?

  • Rönesans'la başlayan bilimsel gelişmeler özellikle hangi alandadır?

    İMPARATORLUKTAN ULUSAL DEVLETE Ulusal devletler nasıl kuruldu?

    Batı'da, 16. yüzyılda sosyal düşünce, Rönesans ve Re- form'un getirdiği genel çerçeve içinde gelişir. Toplumla ilgili konuları kapsayan genel bir öğretiden henüz söz edi-

    lemez gerçi; ancak yeni düşüncenin ışığında bir ekonomik düşünce ve ona bağlı olarak bir devlet düşüncesi doğmuştur. Devlet düşüncesi, başka bir deyimle egemenlik ve iktidar sorunu, daha önceki çağlara, özellikle ortaçağa göre büyük yenilik göstermektedir.

    Gerçekten ortaçağda, Batı'da siyasal birim olarak, imparatorluklar içinde, bağımsız derebeylikler görülmektedir. Büyük imparatorluklar, merkezî bir otoriteden de yoksun bulunmakta, yerel kanun ve ölçüler, çeşitli halklar, birbirinden farklı örf ve âdetler imparatorluklar içinde bir kargaşalık yaratmaktadır.

    İşte, 15. ve 16. yüzyıllardan başlayarak, Batı'da imparatorlukların ve imparatorluk kalıntısı derebeyliklerin yıkıldığı, yerine siyasal birim olarak bir Fransa, bir İspanya, bir İngiltere gibi "ulusal devletler"in kurulduğu görülür.

    Niçin 16. yüzyılda bu türden ulusal devletler kurulmaya başlanmış ve ulusal sınır ve birlikten yoksun kuruluşlar geçerliliklerini yitirmişlerdir?

    Bunun yanıtını, Batılı toplumların değişmekte olan ekonomik ve sosyal yapısında aramalı gene.

    Merkantilizm

    16. yüzyılın iktisadi düşüncesi "merkantilizm"dir. Tacir anlamına gelen Latince "merkator"dan geliyor kelime.

    Merkatı ti üstlere göre, bir ülke ne denli para ya da değerli madene sahip olursa o denli zengin sayılır. Şu halde olabildiğince çok değerli maddenin ülkeye girmesini sağlamak gerekir. Bu da, ancak dış ticaret yoluyla olası. Ülkeye en çok gelir sağlayan dış ticaret ise, ülkenin kendi tacirleri aracılığıyla ve kendi ticaret filosuyla yapacağı ticarettir. Hele dışsatım maddeleri, hammadde değil de işlenmiş mallarsa, daha çok kazanç sağlar.

    Merkantilizm, "bir ülkenin zenginlik kaynağı nedir?" sorusuna Batı'da verilmiş ilk tutarlı yanıttır.

    İşte, gelişen ticaret burjuvazisinin, güçlenebilmek ve yeni bir dünya kurabilmek için, her şeyden önce kendisini koruyacak bir üst kuruluşa, ulusal sınırlara, mal ve can güvenliğinin sağlanmasına, belli bir sınır içinde ölçü ve

    kanun birliğine gereksinmesi vardır. Bu gereksinmeler ise, ancak "ulusal devlet" biçimindeki bir kuruluşça gerçekleştirilebilirdi. Nitekim, merkantilist ekonomi ve burjuva sınıfı geliştikçe, ulusal devletin kuruluşu da hız kazanmıştır. İşte, 16. yüzyılın sosyal düşüncesi, daha çok, kurulmakta olan bu ulusal devletlere yönelmiş, onların sorunlarına dönük bir düşüncedir. 16. yüzyıl devlet düşüncesini belki en iyi dile getiren ve ilkelerini en iyi ortaya koyan düşünür de bir İtalyan olan Machiavelli'dir. Latince "status" kelimesinden gelen "stato"yu devlet anlamında ilk kez kullanan da o olmuştur.

    Merkantilist politikanın başarıya ulaşabilmesi için devletin iktisadi alana karışması da gerekir. Bu karışma ve denetimden amaç, "kapitalist sermaye birikimi"ni ulusal sınırlar içinde sağlamak, böylece başka uluslar karşısında devleti güçlendirmektir. Çünkü, ticaret üstünlüğü siyasal üstünlüğü sağlar. Doğaldır ki, merkantilizmin öngördüğü devlet karışması aslında tümüyle ticaret burjuvazisi yararına bir karışmadır ve birikim de bu sınıfın elinde olmaktadır. Böylece, merkantilizm, Batı'da gelişmekte olan burjuva sınıfına bu gelişmenin ilk aşamasında yararlı bir iktisadi anlayış oluyor.

    Yeni yeni beliren ulusal devletler, doğmakta olan "ticaret kapitalizmi"ne kökten bağlıdırlar. Böyle olunca da, 16. yüzyılda devletin, kapitalizmi geliştirici bir nitelik taşıması gerekmektedir. Öteki ülkelerden çok daha önce ulusal devlet niteliğini kazanmış olan İngiltere, merkantilizmin İspanya ile birlikte ilk uygulandığı ülkedir.

    Fransa bu rejimi daha geç, 17. yüzyılda uygulamaya başlayacaktır.

    Mutlak monarşi

    Ortaya çıkan ulusal devlete egemen yönetim biçimi, 16. ve 17. yüzyıllarda "mutlak monarşi"dir.

    Başta bir "kral" vardır. Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisidir o. Ülkenin bütün büyük ve önemli sorunları hakkında, son bir çözümlemede o karar verir. Kralın otoritesini, örf ve âdetlerin dışında, ancak manevi ve ahlaki kurallar sınırlar.

    Kral, ekonomiden sanata, politikadan dine varıncaya dek, hemen her alana karışabilmektedir böylece.

    Hükümdarlarla toplumun ilişkilerinin ne dereceye vardığını anlayabilmek için, Fransa'da XIV. Louis'nin yönetimini anımsamak yeter.

    16. ve 17. yüzyılların mutlak monarşisi, 18. yüzyılda "'aydın despotluk" haline gelecektir.

    Geçen yüzyılların monarkından farklı olarak, aydın despot, örf ve âdetlere göre değil, "aklın ilkelerine göre" yönettiğini ileri sürmekte, "kamuoyu"na kulak vermekte, en azından "filozof’Iar"ı dinlemektedir artık. Bir yerde, buna zorunlu da duymaktadır kendisini. 18. yüzyıla gelindiğinde, burjuva sınıfı iyice güçlenmiş ve mutlak yetkili hükümdara karşı bir üstünlük mücadelesine girişmiştir çünkü. Eskiden krala karşı olan Kilise, monarşinin istibdadını cehennem tehditleriyle artırmaya çalışan bir güç olarak, bu mücadelede burjuvaziye karşı kralın yanındadır.

    Şu da var ama; aydın despotluğuna karşın, monarşinin ilkeleri köklü bir değişikliğe uğramış değildir. Yalnız bir ülkede farklı bir gelişim görülmektedir: İngiltere'de. İngiltere, Batı'daki bütün monarşilerden farklı olarak rejimin monarşik görünüşünü sürdürmekle beraber, "parlamen- tarizm"i kurmakta ve "siyasal liberalizm"in kurallarını saptamaktadır.

    DAHA ÇOK BİLGİ

    Murat Sarıca, Siyasal Tarih, İstanbul, 1980.

    Murat Sarıca, Siyasi Düşünce Tarihi, 3. Bası, İstanbul, 1980.

    OKUMA


    MACHIAVELLI

    Machiavelli'nin yaşadığı yıllarda (1469-1567) İtalya'nın durumunu kısaca belirtelim. Böylelikle düşüncesini daha iyi kavrarız. Bütün papalar dünya nimetlerine göz dikmiş, bu yüzden İtalya din konusunda üstünlüğünü kaybetmişti. Henüz çökmeyen dört beş küçük devlet ise, İtalya'yı birliğe kavuşturamayacak kadar



    narşik görünüşünü sürdürmekle beraber, “parlamenta. rizm”i kurmakta ve “siyasal liberalizm”in kurallarını saptamaktadır.

    DAHA ÇOK BİLGİ

    Murat Sarıca, Siyasal Tarih, İst. 1980.

    Murat Sarıca, Siyasi Düşünce Tarihi, 3. Bası, İst. 1980.

    OKUMA


    MACHIAVELLI

    Machiavelli’nin yaşadığı yıllarda (1469-1567) İtalya’nın durumunu kısaca belirtelim. Böylelikle düşüncesini daha iyi kavrarız. Bütün papalar dünya nimetlerine göz dikmiş, bu yüzden İtalya din konusunda üstünlüğünü kaybetmişti. Henüz çökmeyen dört beş küçük devlet ise, İtalya’yı birliğe kavuşturamayacak kadar bitkindi. Buna karşın komşuları, yani Fransa ile İspanya (ve İngiltere) birliğe varmış, kendilerini dünyaya kabul ettirmişlerdi.

    Bu koşulların etkisinde kalan, uzun süre beklemenin İtalya’yı yıkacağını sezen Machiavelli bir an önce güçlü bir prensliğin kurulmasını istemek zorundaydı. (Hükümdar adlı ünlü eserinde) Devletin kurulmasında her yolu meşru sayması, bunun İtalya için bir ölüm dirim meselesi olduğuna inanmasından ileri gelir...

    Prensin vatandaşlarına kötülük etmesini, sözünden caymasını öğütlerken gerçekleştirmek istediği tek şey, devletin bir an ünce kurulması, birliğin sağlanmasıdır. Ama Prens, bize aykırı gelen bu yollara, ancak devletin kurulması tehlikeye düşünce başvuracak. Yoksa kötülüğü kötülüktür diye savunuyor Machiavelli, kesin bir kural diye çıkarmıyor karşımıza. Nitekim, devletin kurulmasından sonraki durumunu inceleyen söylevlerde meşru olmayan yollan benimsemediğini açıkça belli ediyor.

    Machiavelli’nin eserleri doğrudan doğruya yurt sevgisine dayanır. Bunlardan yükselen çığlık boşa gitmemiş, daha sonraları İtalya’yı birliğe kavuşturan Cavour'un, Garibaldi’nin kulağında çınlamıştır.

    (İlhan F. Akın, Devlet Doktrinleri, İst. 1964. s. 93-41)



    1. Merkantilizm nedir?

    2. Batı da ulusal devletlerin doğuşu ile merkantilizm arasında bir ilişki var mıdır? Varsa nasıl?

    3. Mutlak monarşi ile merkantilizm arasında da bir ilişki var mıdır?

    4 Machiavelli kimdir? Nasıl bir siyasal düşünceye sahiptir? Bu >ı-;al düşüncenin tarihsel ve toplumsal kaynaklan nelerdir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

    İNGİLTERE’DE PARLAMENTARÎZM VE SİYASAL LİBERALİZM

    Ortaçağ’da İngiltere'nin kendine özgü bir siyasal yaşamı vardır: Başlangıçta, tam anlamıyla Kara Avrupa feodalitesine benzeyen bir toplum düzeni görülmez. Çünkü, 11. yüzyılda İngiltere’yi egemenliğine alan Norman kralları, ele geçirdikleri toprakları, doğrudan doğruya kendi adamları olan soylulara dağıtır ve böylece merkeze başkaldırıp direnecek bağımsız senyörlerin türemesini önlemiş olurlar. Bununla beraber, Ortaçağ’daki hemen bütün hükümdarlar gibi. İngiltere’deki Norman kralları da kendi egemenliklerini tanıyan soyluları zaman zaman toplar, çeşitli konularda görüşlerini alırlardı onların.

    İşte bu toprak sahibi soylular, Norman istilasından çok sonra, kralın otoritesini sınırlamak ve kendi durumlarını sağlamlaştırmak için Kral Yurtsuz Jean’a, -onun halk arasındaki saygınsızlığından da yararlanarak- 1215 yılında Magna Carta (Büyük Berat) denen bir belge imzalatırlar. Kral, bu belgeyle, “kendi rızaları olmadıkça” vergi alamayacağına dair söz veriyordu onlara.

    Daha çok “baron” unvanıyla anılan soylular, 13. yüzyıl boyunca, kendilerine daha sık danışılması için uğraşırlar. Danışılan kimselerin sayısı çoğalır giderek; baronların yanında, başka çevrelerden de temsilciler (şövalyeler, din adamları, kent ve kasabalardaki eşrafın temsilcileri) toplantılara çağrılır. İngiltere’de Parlamentonun başlangıcı, işte bu “konuşma toplantılaradır.



    Ve kral, artık bu Parlamentoya danışmakla yükümlüdür.

    14. yüzyıldan başlayarak, Parlamentoda bir bölünme oluyor. Kendilerini krala daha yakın bilen soylular ve din adamları “Lordlar Meclisi”nde toplanırken, küçük şövalyelerle kentlerin ve kasabaların eşrafı, yani burjuvalar da “Avam Meclisi”ni oluşturuyorlar. İngiliz Parlamentosu, o tarihlerden sonra işte böyle “iki meclisli" olacaktır.

    16. yüzyılda bir başka önemli gelişme görüyoruz: Kral 8. Henry, İngiltere’de Kilise’yi Papalığın egemenliğinden kurtarıyor ve kendisine bağlı Anglikan Kilisesi’ni kuruyor. Kilisenin toprakları da, önce kralın, sonra da -satış yoluyla- yeni gelişen bir sınıfın, yani burjuvazinin eline geçmektedir.


    1. yüzyılda, burjuvazi, artık iyice güçlenmiş ve krala karşı direnmeye başlamıştır. 1849'da Kral I. Charles’in idamına yol açan ve bir yerde çığırından çıkıp Cromwell yönetimine değin varan ayaklanma aslında bu çekişmeden doğmuştur.

    1660’tan başlayarak, İngiltere’de “yıkılanı onarıp düzeltme” anlamına gelen bir “restorasyon” dönemi başlar: Parlamentolu ve krallı eski sisteme dönülür yeniden. Anıa Avam Kamarası da ağırlığını iyice ortaya koymuştur. Çünkü burjuvazi, o çağın öncülüğünü yapmaya hazır durumdadır. Kralın yetkilerini kısıtlayan ve Parlamenlo’nuıı, giderek Avam Kamarasının gücünü artıran ünlü “Haklar Yasası’’ (Bill of Rights) da o dönemde kabul edilir. lUı yasa, Par- lamento’nun haklarına Kral’ın saygı duymasını sağlamanın yanı sıra, bireylerin hak ve özgürlüklerini de etkili bir hiçimde güvence altına almaktadır.

    Rejim, henüz “demokratik” değildir, ama “liberal” hır nitelik kazanmaktadır gitgide. Aşama aşama, basın ve düşünce özgürlüğü kabul edilir. Parlamentomla iki siyasal par ti. Whig ve Tory mücadele halindedir. Seçimler, kent ve kasabalarda hayli fesat karıştırılmasına karşın yine de “temsil” düşüncesine bir ölçüde saygınlık kazandırmaktadır.

    Krallar, devlet işlerine bakmak içııı. kendilerine. Paı lamento’nuıı ileri gelen kişileri içinden vaıdımeılaı seçeı ve -’’küçük oda" anlamına "kabine" denen yerde lopla nırlardı. 18. yüzyılın başlaıında bu “kahine usulü” artık


    yerleşmiştir. Kabine, -ba/ı nedenlerle kralın karşısında başlı başına bir varlık kazanır giderek. Ve yine aynı yüzyılda. kralın “kabini'sindeki bakanlardan biri, ötekilere «ıranla sivrilir ve “başbakan” olur, ileride, Parlamento’da yoğunluğu kazanan siyasal partinin lideri bu görev yüklenecektir.

    Bakanlar, hem kendilerini atayan krala, hem de kendilerini destekleyen Avam Kamarası na karşı “sorumlu" olurlar uzunca bir süre. Başlarda, Meclis karşısında bu sorumluluk, “cezai" bir nitelik taşırken, sonraları yalnız işbaşından çekilmekle sonuçlanan "siyasal" bir nitelik alıyor. 19. yüzyılın ortalarına kadar da, bu siyasal sorumluluk “bireysel” ya da “tek başına" olurken, o tarihlerden başlayarak “birlikte” ya da “toplu sorumluluk" ilkesi yerleşir. Bakanlar, Avam Kamarasfna karşı, kendi görev alanlarına giren işlerden tek başlarına sorumlu oldukları gibi, genel politikanın yürütülmesinden de birlikte sorumlu olurlar.

    Böylece, İngiltere'de tarihsel ve toplumsal koşullar, önce “parlamentolu” bir rejim'e yol açmış ve bu rejim, giderek “parlamenter” bir nitelik kazanmıştır: Lordlar Kamarası dışında kalan Parlamento üyelerinin halkça seçilmesi ve kanunların da bu Parlamentoca konulması “parlamen- tolu” bir rejimin esasları idi; bakanların, -kralca atanmalarına karşın- Parlamento’ya karşı sorumlu olmaları ve kabinenin Parlamento'da çoğunluğu kazanan siyasal partice kurulması da, bu Parlamento'lu rejimin “parlamenter” niteliğini belirtiyordu.

    Avam Kamarasının temsil niteliğinde de, 19. yüzyıl boyunca, köklü değişiklikler olur. Başlarda hayli “sınırlı” olan oy hakkı, 1832’deki Büyük Reform Kanunu’ndan başlayarak, özellikle 1867 ve 1884’te kabul edilen kanunlarla genişletilir. Böylece oy hakkı, 1832'lerden başlayarak, büyük toprak sahiplerinin dışına, ticaret ve sanayi burjuvazisine, giderek kentlerdeki küçük burjuvalarla işçi yığınlarına doğru yayılır.



    Daha önce “liberal” bir nitelik taşıyan rejim, “demokratik” bir içerik de kazanır böylece.

    İngiliz “parlamenter rejimi”, belli bir demokrasi tipi olan “Batı demokrasisinin uygulamalarıjçinde, öteki bir-


    image2

    çok Batılı, -ve Batı dışındaki- ülkelerce de taklit edilecek ve hayli geniş bir yaygınlık kazanacaktır.



    DAHA ÇOK BİLGÎ

    Münci Kapani, İngiliz Demokrasisine Bakışlar, Ank. 1960. André Maurois, İngiltere Tarihi, (Çev. H. C. Yalçın), 2 cilt, İst.

    1938.

    OKUMA

    POLİTİKA VE EDEBİYAT


    1. yüzyılın ilk yıllarında İngiltere’de ekonomik, toplumsal ve ideolojik bir değişme oldu. Aynı değişme daha sonra Fransa’da ve Amerika’da da olmuştur.

    16. yüzyılda İngiltere’yi yönetenler aristokratlardı. Onlar şatolarında, köşklerinde tembel tembel keyif sürerlerken, çalışkan bir “işadamı”nın yetiştiğinin farkında bile değillerdi. İş adamı Pu- ritan’dı1... 1642’de Stuart Soyu’na karşı ayaklandı. Kralın adamları pek ciddiye almadılar onu. Nasıl olsa yeneceklerini sandılar. Ama 1649’da 1. Charles’in kafası celadın önündeki sepete düşüve- rince yanıldıklarını anladılar.

    1688 İhtilali’nde Puritanlar yine başarı kazandılar. Stuart’la- rın sonuncusu olan II. James hayatını zor kurtarabildi. Ingiltere de tüccarların ülkesi oldu.

    Böyle kavgalarla geçen bir yüzyılda yazarların bazıları Pü- ritenleri, bazıları da eski düzeni savundular. Milton, Bünyan. Jpcke, VVönstanley gibi yazarlar ihtilali benimserken, Dryden, Taylor, Herrick, Popys... de kral adına konuşuyor gibiydiler. Basında kavgaların, çatışmaların arkası kesilmedi. Bu yüzden lirik

    'PUritanizm, İngiltere’de bir Protestan mezhebidir. “Püriten” de o mezhepten olanlara verilen ad. İnsanlara, kutsal kitapla, para kazanmaktan başka hiçbir şeyin gerekmediğini savunan Püritanizm, fc odal düzenin destekçisi olan Hıristiyanlığı kapitalist düzenin çıkarla rina uydurabilmek için 16. yüzyıl İngiltere’sinde atılmış dinsel adım lardan biridir. İngiliz kapitalist burjuvazisinin inancı bu idi.

    1(M)

    »

    şiirlerin, duygulu yazıların yazılması şaşılacak bir şeydir doğrusu...



    Shakespeare'den sonra en büyük İngiliz şairi olan John Millim, Püritenlerin yanını tutmuş, ama hiçbir zaman tek görüşün adamı olmamıştır...

    Milton nesir alanında iki önemli eser vermiştir. Bunlardan biri, İngiliz Halkının Savunması Püritanizm propagandasıdır. Are- opagilica ise düşünce ve basın hürriyetini savunan ateşli bir kitaptır.

    1652'de kör olduktan sonra yazdığı Uç uzun şiir, onun adını da ölümsüzler listesinin başlanna eklemiştir. Din konusundaki düşüncelerini en iyi belirten, şiir gücünü en iyi veren bu iiç şiir sırasıyla, Kaybolan Cennet, Yeniden Kazanılan Cennet ve Samson Agonistes’diı.

    Thomas Hobbes, öteki yazarlara benzemez; filozoftur o... İnsanların düzenli yaşaması için başlarında bir önderin bulunması gerektiğini ileri süren Hobbes, ihtilal sırasında Stuart'ların yanını tutmuştur.

    (Richard Alcock, Kısa Dünya Edebiyatı Tarihi, çev. Ülkü Tamer, İst. 1961. S. 96-100)

    SORULAR


    1. İngiltere’de siyasal liberalizmin gelişim aşamaları nelerdir?

    2. “Parlamentolu” rejim ne demektir? İngiltere’de böyle bir rejim, ne zaman doğmuştur?

    3. “Parlamenter” rejim ne demektir? İngiltere’de böyle bir rejimin doğuş ve gelişimi nasıl olmuştur? '

    4. İngiltere’de parlamentonun “demokratik” içeriğini kazanması hangi yüzyılda olmuştur? Nasıl?

    5. Bir toplumda politika ile edebiyat arasında ilişki var mıdır? Varsa niçin? 17. yüzyü İngiltere'sinde böyle bir ilişki nasıl bir tablo gösterir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

    1. YÜZYIL VE FRANSA’NIN ETKİSİ

    Batı uygarlığının gelişiminde 18. yüzyıl her bakımdan önemlidir.

    18. yüzyıl, hir “akıl çağf’dır. Felsefeden edebiyata "akıl'' egemendir. Neo-klasisizm zafer yıllarını yaşar. Siyasal alanda Fransa’da ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan iki büyük ihtilal bu yüzyılı bitirirken, sanat ve edebiyatta Romantizmin ipuçları da görülmeye başlayacaktır.



    Fransız kültürünün önemi

    1. yüzyılda Avrupa’da örnek ne İtalya’dır, ne Almanya. hatla ne de İngiltere.

    Fransa’dır tüm Batı’nın yıldızı.

    Bazı tersliklere karşın, Avrupa kıtasının en kalabalık ve en gönençli ülkesidir Fransa. Yazarlarından sanatına dek her şevi sonsuz bir takdir ve hayranlığın konusudur.

    Avrupa’nın hemen bütün ülkelerinde, prensler, soylular, büyük burjuvalar, toplumun bütün aydın çevreleri. Paris'i “inceliğin ve zekânın başkenti” olarak görürlerdi: “Yaşamımın yarısını Paris'i görmeyi arzulamakla geçirdim; »teki yarısını da bu gecikmeye esef etmekle geçireceğim."

    PrusyalI bir prensin sözleridir bunlar.

    Fransızca, bir çeşit uluslararası dil haline gelmiştir: Ga /eteler çok ke/ Fransızca çıkardı; o zaman hayli faal olan çeşitli akademilerin tutanakları Fransızca yazılırdı ve hır çok Alman yazarı gibi Büyük Frederik de meramını İ ran sı/ca dile getirildi. Modadan kral saraylarına dek. her yan da Fransı/ /evkı taklit edilir; Lizbon’dan Saint-Pelersburğa değin, yalnız 1 ransı/ kitapları ve sanat eserleri değil, İ ran sız artistleri, edebiyatçıları ve bu arada ahçıları taşınır dururdu. Fransa'nın şatoları, Paris’in alanları, hele ünlü “Ver sailles Sarayı" bulıin Avrupa’da taklit konusu idi. Çok ke/. Fransız mımarlaıııın yapındırdı hu taklitler.

    Saraylardan bahçeleıe dek tüm Avrupa’yı kaplavan bütün bu eseıleı. "klasik suııuftan esinlenmektedir ve lf> yüzyılın sonlarından başlayarak tüm Avrupa’ya yayılım? olan Barok akımını pıoveıısi.ılı/me ve dinsel sanata doğıu itmektedir

    klasik sanal, o/ellıkle saraylar ve konakların yap; niında etkisini goslcııvor l Muşlar.ırası licaıellcn /engin lı siniş kentlerin susu de aslında onlar dır. klasik sanalla şilt).’

    inciri, süsleme yalınlık, zariflik, orantılarla yetkinlik varılır, İlkçağ Yunan vc Roma sanatının esinleridir aslında lıülüıı bunlar. Yüzyılın sonuna doğru, 16, Louis Stili ortaya çıkacak, biçimler değirmileşecek, iri sütunlar eserleri ağırlaştırmaya başlayacaktır. Aynı zamanda Romantizm'e ılc bir başlangıçtır bu: Ingilizvari bahçelerin duygusal düzensizliği, dengeli bir perspektifin yerine geçmeye başlamıştır.

    Heykel ve resim, sanatın gözde alanları olmakta devam etmektedir. Bouchardon, Falconet, Houdon, Watteau, Boucher, Fragonard... yüzyılın büyük ustalarıdır.

    Belki yalnız müziktedir ki, Fransa o yüzyılın yıldızı değildir. Gerçi, -bütün 18. yüzyıl Avrupası’nda olduğu gibi,- Frunsa’da da canlı bir müzik yaşamı vardır. “Oda müziği” gelişmiş ve 17. yüzyılda doğan “opera”, -başka ülkelerde olduğu gibi- orada da gözdedir. Bir Rameau büyük bir bestecidir. Ama 18. yüzyılın en büyük bestecileri, bir Jean -Sebastian Bach, bir Haydn ve -son olarak- bir Mozart Almanya’da ve özellikle Avusturya’da dehalarını ortaya korlar.

    Bütün bu sanat, aslında soyluların ve burjuvazinin yaşayışını renklendirmektedir. Bu sınırlar, yüzyılın bir başka özelliğini belirten kulüpler, kahveler, özellikle salonlarda -mideden düşünceye varıncaya dek- her şeye karşı duydukları zevki inceltmekte ve yetkinleştirmekte- dir.



    Bilim ve felsefe

    Bu aydın ve incelmiş topluluğun merakı ve zekâsı, aynı zamanda “doğa”nın incelenmesine, “bilime” de çevriliyor. 18. yüzyıl, çeşitli sözlüklerin, halkın anlayacağı biçimde yazılmış eserlerin, ansiklopedilerin yüzyılıdır. D’Alembert ve Diderot’un Ansiklopedi’si -çok geçmeden- yüzyılın simgesi haline gelir. “Doğa”, 18. yüzyılın temel kavram- larındandır. J. J. Rousseau, “el değmemiş doğa sevgisi”ni getirir.



    Yüklə 1,37 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   46




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

        Ana səhifə