Uygarlik tariHİ Server Tardlli


Katolik Kilisesi, kendini Roma devletinin mirasçısı sayar. Bu kilise, kendinde imparatorluk kurumlarmın benzerleri ile onun anlayışının bir parçasını taşımaktadır



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə5/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   46

Katolik Kilisesi, kendini Roma devletinin mirasçısı sayar. Bu kilise, kendinde imparatorluk kurumlarmın benzerleri ile onun anlayışının bir parçasını taşımaktadır.

Katolik Kilisesi, çok sıkı bir hiyerarşiye bağlı. Başta Papa vardır. Katolik kuramına göre, papalık "Tanrısal" köktendir. Sonra Papa, ruhani bir devletin başındadır. Kilise, ortaçağda, ruhani iktidarın cismani iktidara üstün olduğunu ilan etmiştir.

  1. yüzyılda Katolik Kilisesi parçalanır. Kendisini "Ortodoks" diye nitelendiren Doğu Kilisesi, Katolik Kilisesinden kesin olarak ayrılır. Doğulu devletler, her biri kendi şefine ve kendi hiyerarşisine sahip bağımsız kiliseler kurarlar: Yunan, Sırp, Rumen, Rus vb. kiliseleridir bunlar.

Nedir Ortodoks Kilise'yi Katolik Kilise'den ayıran?

Ortodoks Kilise A'raf, Meryem'in bir erkekle ilişkide bulunmadan gebe kalışı ve Papa'nın yanılmazlığı düşüncelerini reddeder. Ortodoks papazlar evlenirler. Tapınış, eski usullere uygun olarak, her ülkenin kendi dilinde yapılır.

Daha aklı başında, bir yerde daha milli.

Ortaçağ boyunca, Katolik Kilisesi, Kilise'nin başlardaki saflığından ve halka olan yakınlığından gittikçe uzaklaşır ve tedirgin etmeye başlar insanları. Öte yandan, bazı hükümdarlar da, Kilise'nin cismani egemenlikten üstün olarak gördüğü ruhani egemenliğine güçlükle katlanıyorlar. Ve son olarak Kilise'nin -özellikle toprak bağışları yoluy- ü()





la- büyük zenginlik sahibi bir kurum haline gelmesi gibi manevi, siyasal, ekonomik nedenler 16. yüzyılda Katolik Kilisesi'nin yeniden parçalanmasına yol açtı. Reform hareketi sonunda çeşitli Protestan kiliseleri böyle doğdu.

Avrupa'nın "dinsel" coğrafyası -ana çizgileriyle- tamamlanmış oluyordu böylece.



Kilise'ııiıı rolü

Ortaçağda Kilise, insanların yalnız imanı ile ilgili değildir. Sosyal yaşamın hemen bütün alanlarında büyük bir rol oynamaktadır. Kilise'nin karışmadığı çok az şey vardır. Ancak, düşünce özgürlüğünün karşısına çıkardığı -zaman zaman korkunç- engeller bir yana bırakılırsa, ortaçağda yer yer olumlu rolleri de görülüyor Kilise'nin.



  1. Kiiltiir koruyuculuğu 1

Gerçekten, Batı Roma İmparatorluğu, Kavimler Gö- çü'nün seli altında ezilip yıkılınca, eski Yunan'la Roma'nın miras bıraktığı kültür de yok olmak tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. İşte, Eski Dünya'nın yıkıntıları içinde, Yunan ve Roma'nın kültürel değerlerine sahip çıkarak, onları gelecek için kurtaran Kilise oldu. Barbar kavimlere ilkçağ kültürünü benimsetmek işinde çıkış noktası dindi gerçi. Ne var ki, kültürsüz genç kavimler Kilise'nin aracılığı ile eski Yunan ve Roma dünyasının okuluna girip, onun kültür değerlerini yavaş yavaş benimseyerek yetiştiler.

Rönesans ile başlayan Batı'nın yeni kültürünü, bu yetiştirme hazırlamıştır bir bakıma.

Ama Kilise de, o sıralarda bunu yapacak durumda idi. Çünkü Roma imparatorluğu yıkıldığı zaman, ayakta kalmış tek büyük güç oydu. Ne var ki, ölçü din olunca, Kilise'nin ilkçağ kültüründen ancak kendine uygun bulup aldığı düşünceler ayakta kalabilmiş, benimsemediği düşünce ve inanışlar dışarıda bırakılmıştır. Eski Yunan ve Roma kültürünün birçok değerleri karanlıklara gömülmüştür bu yüzden.

Yüzyıllarca sonra, ancak Rönesans'ta gün ışığına çıkacaktır bunlar.



Kilise, ilkçağ felsefesini benimsemiştir. Ama bu, Hıris- tiyanlaştırılmış bir antik felsefedir. Öte yandan, an- tikçağın "dinamik" felsefe anlayışının zıddına, ortaçağda felsefe anlayışı duruktur (statik). Sonra skolastik ve -bazı görünüşleriyle- mistiktir ortaçağ felsefesi.

Skolastik için temel, Kilise'nin saptadığı öğretidir; mistisizm ise, kişisel dindarlığı esas alıyor.

  1. Eğitim ve öğretim

Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, okul adına ya bir piskoposun ya da manastırların okulları kalmıştı ancak. Bunlar da, "yedi serbest sanat" adı altında toplanmış -ve iki gruba bölünmüş-bilgileri öğretiyorlardı: "Quadrivium" müzik, aritmetik, geometri, astronomiyi içine alıyordu; "trivium" ise gramer, retorik ve Aristoteles'in birkaç parçasının çevrilmesinden ibaret olan mantıktı.

Ve aslında yüzeysel bir biçimde öğretilirdi bütün bunlar.

Bir süre sonra, öğretmenlerle öğrenciler, piskoposun yönetiminde Paris'te bir birlik halinde örgütlendiler. Bu birliğe "Universitas", yani "genel birlik" adı verildi. Üniversite, hem öğretmenleri hem öğrencileri içine almaktaydı ama birliği yalnız öğretmenler, yani papazlar yönetiyordu. Üniversite, öğretilen konulara göre ilahiyat, kilise hukuku, sanatlar gibi fakültelere bölünmüştü. Daha sonra açılan tıp fakültesiyle fakülte sayısı dörde yükseldi. Öğrencilerin çoğu yoksuldu. Bazı hayır sahipleri, adlarına "kolej" denen misafirhaneler açtılar. Öğrencilerin çoğu buralarda doyurulup barındırılıyor ve manastırlardakine benzer bir disipline tabi tutuluyordu.

13. yüzyılın başında Paris Üniversitesi, öğretmen ve öğrenci bakımından en kalabalık topluluk oldu. Her ülkeden insanlar geliyordu buraya. En ünlü öğretmenler yabancılardı. Alman Albrecht ve İtalyan Aquino'lu Torna da vardı bunlar arasında.



  1. Giizel sanatlar

Papazlar yalnız katince yazıyorlar, üniversitelerde de yalnız Latince konuşuyorlardı. Bunlar, canlı bir edebiyat yaratmayı başaramadılar. Ama yine de güzel sanatların oluşmasında büyük payları oldu. Mimar ve heykelcilere, binaların ve konuların seçilmesi işini ısmarlıyorlardı. "Roman" stilde olsun, "Gotik" stilde olsun, hemen hemen bütün anıtlar kiliselerdi; heykeller, kabartmalar, süslemeler hep kiliseler için yapılıyordu.

Ruhban zümresi, özellikle müziğin ilerlemesi işinde büyük çaba gösterdi: Orgun kullanılmasıyla, müzik, daha soylu ve daha güçlü bir anlatımı olan bir çalgı kazanmış oldu. Teksesli müzikten çoksesli müziğe geçişi başlatanlar da onlar oldular. "Notalar sistemi"ni saptayan ve notalara -bugün de taşıdıkları- adları veren bir İtalyan keşişiydi: Guido d'Arezzo. Dies Irae, Stabat Mater gibi en tanınmış kilise ilahilerini besteleyenler, gene İtalyan papazları oldular.

Buraya kadar söylediklerimiz, Kilise'nin "uygarlıkçı" rolüdür. Ama aynı Kilise'nin, kendi öğretisine inanmayanlara ya da ilahiyat üstüne tartışmalarda Kilise'nin yorumundan başka bir yorumu benimseyenlere karşı takındığı tavır, zaman zaman başvurduğu zulüm ve baskı, insanlık tarihinin en iğrenç sayfaları arasındadır.

Kilise, "ilerici" düşüncenin sürekli karşısında olmuştur tarih boyunca.

Dün olduğu gibi, bugün de böyledir bu...

Kilise ve siyasal iktidar

Hıristiyanlık ortaya çıktığında, yeryüzünde egemenlik kurmak savında değildi. "İnsanların öbür dünyadaki kurtuluşunu hazırlamak"tı başlıca amacı. Roma İmparato- ru'na vergi verip vermemekte duraksayanlara karşı, İsa'nın verdiği yanıt ünlüdür:

"Sezar'ınkini Sezar'a, Tanrı'nınkini de Tanrı'ya!"

Bu söz, bir bakıma, yeryüzü ve gökyüzü iktidarlarının ayrılığını kabul anlamına geliyordu.

Ne var ki, başlangıçtaki bu ayrılışa karşın, Roma İmpa- ratorluğu'nun son yıllarından başlayarak, siyasal iktidarla Kilise arasında bir yakınlaşma olur. Ama daha sonra,

Kilise, kendisini "en üstün güç" olarak görür ve siyasal iktidarlara bunu kabul ettirmeye çalışır. Bir süre de kabul ettirir. Öyle ki, ortaçağ boyunca, aslında kendilerine bağlı senyörlere karşı güçsüz olan krallar ve hükümdarlar, bir de gökyüzündeki senyörü, yani Tanrı'yı yeryüzünde temsil eden Kilise önünde diz çökerler.

OKUMA

KİLİSE VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ

Milano Fermam'ndan on yıl kadar sonra, büyük Constan- tinus, Hıristiyanlığı kabul etti. Bu ani karar ile yeni bir dönem başladı. Bin yıl süren bu dönemde, akıl zincire vuruldu, düşünce köle oldu, bilgi ise hiç ilerlemedi.

Kilise'nin öğretilerine inanmayanların ebedi cezaya mahkûm olacakları ve ilahiyat yanlışlarını Tanrı'nın en kötü suçlar gibi cezalandıracağı hakkmdaki derin kanı, onları doğal olarak zulme ve baskıya götürüyordu...

Elimizde, Kilise'nin sapıklığı şiddetle kovuşturmasının başlıca amacının dünyevi çıkar olduğunu belirten kanıtlar vardır; çünkü bu kovuşturmalar, ancak sapık öğretiler Kilise'nin gelirlerini düşürecek ya da toplum için bir tehdit oluşturacak aşamaya vardığı zaman şiddetlenerek zulüm halini alıyordu...

Fakat sapıklığı kökünden kaldırabilmek için onun en gizli sığınaklarını bulup ortaya çıkarmak gerekiyordu. Albigeois'lar [Albi'liler] tepelendi ise de, öğretilerinin zehri henüz giderilememişti. Sapıkları arayıp ortaya çıkarmak için inquisition (engizisyon) adı ile ünlü sistem 1233 yılı dolaylarında Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu ve IV. Innocentius'un bir fermanı ile bu zulüm makinesi "her kentin, her devletin toplum yapısının ayrılmaz bir öğesi olmak üzere" esaslı ve düzenli bir örgüt haline getirildi.

Piskoposlar, Kilise'nin üstüne aldığı bu ödevi gereği gibi yapacak yetenekte olmadıkları için, her ruhani yönetim bölgesinde maksada elverişli keşişler seçildi ve sapıkları arayıp bulmak işi bunlara bırakıldı...

Sapıklığı tepelemek için en etkili araçlardan biri... Bütün halk engizisyon hizmetinde sayıldığı için, herkes o örgüte hafiyelik etmekle yükümlü tutuluyordu...

M


İspanya'da sapıklıkla itham edilenlerin tabi tutuldukları yargılama usulü, bir gerçeği ortaya çıkarmak için kullanılacak akla uygun ve mantıki ünlemlerin hiçbirini kabul etmemişti. Mahkemeye düşen suçlu sayılırdı. Suçsuz olduğunu kendisinin tanıtlaması gerekiyordu; hâkim de fiilen davacı durumunda idi. Aleyhte olan her tanıklık, iftira bile olsa kabul edilirdi...

Engizisyon'un yargılama usulünce, tek bir suçlu cezasız kalmasın da varsın yüz suçsuz acı çeksin düşüncesi ilke hükmünde idi. Mahkûmun yakılması için odun getirenler, günahları affedilmek yoluyla ödüllendirilirdi.

(John Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi, çev. D. Bartu, İstanbul, 1978, s. 45-54)

DAHA ÇOK BİLGİ



John Bury, Düşünce Özgürlüğünün Tarihi (çev. D. Bartu), İstanbul, 1978.

Charles Seignobos, Avrupa Milletleri Tarihi (çev. S. Tiryakioğ- lu), İstanbul, 1960.

SORULAR


  1. Kilise nasıl kurulmuştur? "Katolik Kilisesi", "Ortodoks Kilise" ve "Protestan Kilisesi" deyince ne anlaşılır?

  2. Batı'da, ortaçağda, kilisenin kültürde koruyucu bir rolü olmuş mudur? Olmuşsa bunun çerçevesi nedir?

  3. Ortaçağ felsefesinin nitelikleri nelerdir?

  4. Kilise'nin ortaçağda, eğitim ve öğretimde, sanatta ve müzikte oynadığı roller nelerdir?

  5. Kilise, düşünce özgürlüğünü tanımış mıdır? Tanımamışsa, bunun sosyal nedenleri nelerdir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

  6. Ortaçağda, Kilise ve devlet ilişkileri nasıldır?

KENTLERİN UYANIŞI, BURJUVAZİNİN DOĞUŞU

Ortaçağın ilk dönemlerinde başta gelen iktisadi faaliyet, tarım üretimidir. Alışveriş henüz pek önem kazanmamıştır. Sanayi ise son derece zayıftır.

Gerçekten, Avrupa'da ortaçağda tarım, uzun süre halkın başlıca uğraşı olarak kalıyor. O da çok ilkel bir teknikle yapılmaktadır. Köylünün yaşayışı pek iyi değildir: Oldukça rahatsız evler, yetersiz eşya, kabasaba giyim ve -çok zaman ekinleri mahveden savaşlar yüzünden çıkan kıtlıkların tehlikeye düşürdüğü- yetersiz bir beslenme...

Alışveriş, ilkel ekonominin biçimciliğinden kurtarılmış olmakla beraber, pek kısıtlıdır henüz, köy ekonomisi kural olarak, pazarı olmayan bir ekonomidir. Malikâne üyelerinin gereksinmeleri, kendi aralarında hizmet ve mal takası ile giderilmektedir. Bu kendi kendine yeterlik (otarşi), içerde istilalardan, feodal savaşlardan, eşkıyalıktan ileri gelen güvensizlik duygusuyla güçlenmektedir. Uluslararası alanda ise, 7. yüzyıldan başlayarak, İslamlığın yayılması sonucu, deniz yoluyla alışverişlerin durmasıyla daha da güç bulmuştur bu otarşi. O zamana değin kıyılarda yaşayan halklar arasında bağlantıların kurulmasına hizmet eden Akdeniz, İslamlığın yayılmasıyla, Batı'yı Doğu'dan ayıran bir uçurum olup çıkmıştır.

11. yüzyıldan başlayarak, yukarıda çizdiğimiz tabloyu, iki büyük olay baştan başa değiştirecektir: Kentlerin uyanışı ve Haçlı Seferleri. İlki ülkenin iç yaşamı, İkincisi dışarıyla ilgili bu olaylar, iktisadi faaliyet alanını coğrafi bakımdan geliştirecek ve daha da yoğunlaştırıp çeşitlendirecektir. Böylece, köy ekonomisinden kent ya da komün ekonomisine ve hemen hemen bütünüyle tarıma dayanan bir ekonomiden de küçük el sanatları ekonomisine geçilecek ve oldukça önemli gelişimlere yol açacaktır bu geçiş.

Gerçekten iç ve dış dinamiklerin gelişmesiyle, iktisadi faaliyetin temel hücresi, artık sadece bir "müstahkem mevki" olmaktan çıkıp toplum yaşamının gerçek merkezi haline gelen kent oluyor. Ve yeni bir sınıf ortaya çıkıyor şehirlerde: Burjuvazi. Serveti toprağa değil meta üretimine (piyasa için üretim) ve ticarete dayanan bir sınıftır bu.

Birçok Batı Avrupa ülkesinin tarihinde birinci derecede rol oynayan komünlerin hamle yaptığı bir dönemdeyiz. Pazar ödevi gördükleri ve beslenme gereksinmelerini sağlamak için bağlı bulundukları çevre köylerle komünler bir bütün oluşturmaktadır.

Bunun bir sonucu, daha ileri bir işbölümü, daha geniş bir uzmanlaşma oluyor. İki alanda kendini gösterir bu işbölümü:



  • Önce kentlerle köyler arasında bir işbölümü ve uzmanlaşma gelişiyor. Kentler, sanayi ve ticaretle uğraşırken, hemen her türlü tarım faaliyetinden uzak durur. Bu da onları, yiyeceklerini çevredeki köylerden satın almaya ve imal ettikleri eşyayı da bu köylere satmaya yöneltir. Böylece kentlerle köyler arasında iktisadi ilişkiler kurulmaya başlar. Bunun bir sonucu olarak da, feodal düzendeki "hiyerarşi ve bağımlılık" durumu ortadan kalkar ya da hafifler hiç olmazsa.

  • Sonra, üreticilerle zanaatkârlar arasında da bir işbölümü ve uzmanlaşma gelişmektedir. Gittikçe daha çok sayıda meslek ortaya çıkmakta; kendi aralarında çeşitli el sanatlarına bölünmektedir bunlar da.

Bu mesleklere giriş ve çalışma rejimi, korporatif rejim adı verilen bir rejime bağlıdır.

Aynı meslekten üreticiler, korporasyon, "lonca" ya da "juranda" adı verilen bir topluluk içinde birleşmişlerdir. Bu kuruluşlarda -artık kölelik ya da sertlikte olduğu gibi- zorla çalıştırmak yok. Ama mesleğin seçimi, uygulanması, çalıştıranlarla çalışanlar arasındaki sıkı kurallara bağlı. Korporatif rejim, Avrupa ülkelerinin çoğunda, -özellikle Fransa'nın iktisadi tarihinde- birinci derecede rol oynayan öğelerden biri olacaktır.

Tarım da tek faaliyet olmaktan çıkıyor bu dönemde. Kuşkusuz, hâlâ geniş bir yer tutmaktadır ekonomide. Ama onun yanında ihmale uğratılmaya hiç gelmeyecek sanayi ve ticaret faaliyetleri de gelişiyor ve kredi çok büyük bir rol oynamaya başlıyor.

Sanayi, el sanatı ve sanayii ya da küçük ev sanayii biçiminde gelişiyor. Alışveriş ise, önce yöresel, sonra da ulusal ve uluslararası alanda yoğunlaşmaya başlamaktadır: Kentler zamanla faal ticaret merkezleri, -zanaatkârla- rın ürünlerini, köylülerin ise besin maddelerini sattıkları- pazarlar haline geliyor.


  1. ile 13. yüzyıllardadır ki, büyük "fuarlar" kurulmaya başlar.

İnsanların ve eşyanın rahatça yol alabilmesini sağlamak amacıyla özel yasalar kabul edilir. Özellikle kuzey ülkelerinde, güçlü ticaret kuruluşları (Hansa Birliği) oluşmaktadır aynı zamanda. Bunlardan bazıları Kuzey Denizinde, Baltık Denizindeki ticarette hemen hemen tekel sağlamayı başaracaklardır. Bunun gibi, güney ülkelerinde, örneğin İtalya'da Mediciler gibi tacir aileleri büyük bir iktisadi ve siyasal güç kazanacaklar ve edebiyat ile sanatın ilerlemesinde de geniş ölçüde yararlanacaklardır bu güçten.

Kredi, yani para ticareti de gelişmeye başlıyor. Böylelikle 13. ve 14. yüzyıllara doğru özel bankalar kuruluyor ve devletlerin yaşamıyla uluslararası politikada birinci derecede rol oynayacak olan "büyük sermayedarlar" ortaya çıkıyor: Mediciler gibi, Fugger'ler gibi... Bir süre sonra da devlet bankaları ortaya çıkacaktır (Amsterdam, Stockholm). Ve sonunda borsalar kurulacak (Brugge, Anvers, Londra) ve çok kısa zamanda -para ve taşınır değerler alışverişinde- faal merkezler durumuna geleceklerdir.

Bütün bu gelişim içinde, "feodal mülkiyet anlayışı" yavaş yavaş çözülmekte ve Roma hukuku anlayışına çok yakın bir mülkiyet kavramına yerini terk etmektedir. Bunun gibi, 13. yüzyıldan başlayarak, Batı Avrupa'da siyasal birliğe ve merkezîleşmeye doğru hızlı bir gelişme görülmektedir. Özellikle Fransa ve İngiltere'de görülmektedir bu hızlı gelişme. Bu merkezîleşmeye koşut olarak, önceleri soylular ve rahipler, daha sonraları burjuvalar, ayrı sınıflar halinde ve bölgelere göre toplanarak, zamanla ilk temsilî organların (Fransa'da Etats Généraux, İngiltere'de Parlamento) kurulmasına yol açmışlardır.

DAHA ÇOK BİLGİ



Claude Delmas, Avrupa Uygarlığı Tarihi (çev. E. Gürol), İstanbul, 1967.

Charles Seignobos, Avrupa Milletleri Tarihi (çev. S. Tiryakioğ- lıı), İstanbul, FKıO.

ROMAN SANAT VE GOTİK SANAT



Roman sanat, Ortaçağ Avrupası'nda başlı başına bir devir meydana getiriyor... Roma Kilisesi'ne bağlı memleketlerde meydana getirilmiş, az çok aynı anlayışta eserlerin bütününe deniyor.

İlk zamanlarda yasak edilen heykel, sonraları sütun başlıklarındaki bitki ve hayvan süslemelerinin yerini almaya başlamıştı. İman sahiplerinin dikkatini putlara çekmemek için eskiden sütun başlıkları bitki ve bitkileştirilmiş hayvan figürleriyle süslenirdi. Sonra sonra bunlara insan başları yahut hareket halinde insan vücutları konuldu... Bu heykeller elbette ilkçağ heykellerine benzemiyordu. Çünkü bu devirde heykelin kendisi değil, görevi önemliydi.

Roman sanatta resim eskiydi... Kilise resmi bilhassa İtalya'da gelişmişti... Bu resimlerin hemen hepsi aynı sahneleri tasvir eder...

Çalışılan eser ne olursa olsun, mesela bir kitap resmine bile fresko tekniği hâkimdi. Yani renkler dümdüz, gölgelendirilmeden, ışıklandırılmadan, kabartma veya tonunu açma fikrine gidilmeden sürülüyordu. Resimler birkaç renge bağlı kalıyordu.

Resim yapan kimseler, genel olarak tabiata bakıp ondan pay çıkarmaya gayret etmiyorlardı. Daha ziyade kitap süslemelerini, minyatürleri, tezhibi örnek alıyorlardı... Ne resimde ne renkte derinlik tesiri arıyorlardı. Zaten perspektifin, şu tabiatta eşyanın uzaklaştıkça küçük görünüşünün farkında bile değildiler... Bu resimlerin süsleme bakımından inkâr edilmesine imkân olmayan bir güzelliği vardı sadece...

Gotik sanat, 12. yüzyıldan itibaren görülüyor. Fransa, İngiltere ve Almanya, bu sanatın kendilerinden çıktığına inanırlar. Herhalde adıyla, yani Got'larla bir ilgisi yoktur. Bu ad, başlangıçta alay olsun diye o tarz eserlere takılmıştı.

Gotik sanat da aslında bir mimarlık okuludur. Resim ve heykel... Kilise mimarlığına yardımcı olmuştur.

Gotik heykel, katedrallerde, kapı yanlarındaki yuvalarda kendini gösterdi. Hemen de yayıldı. İlkin sadece dinle ilgiliydi. Yani İsa'yı, Meryem'i gösteren heykeller yapılıyordu. Sonra daha baş-

kalan, ölümlü insanlar da bu heykeller arasına karıştılar. Tek figürden çok figüre geçildi... Bu heykellerde hareket ve denge başlıca unsurlardı...

13. yüzyılın sonlarına doğru heykellerin ölümlü insana benzemeye yöneldiği görüldü. Meryem Ana, kutsal bir kadın olduğu kadar sadece ana olarak da canlandırılmak isteniyordu. Kısacası, yavaş yavaş insan yüzünün çizgi ve ifadeleri taklit edilmeye başlandı.

Gotik mimarlığın bir özelliği, duvar satıhlarını azaltmak olmuştu. Bunun sonucu, resim, gotik sanatta duvar resmi olmaktan çıktı. Kendine daha başka bir gelişme alanı aradı ve buldu: Cam resmi...

Gotik sanat İtalya'da kolay kolay yerleşmemiştir. Sebebi de bu memleketin çok kuvvetli bir sanat geleneğine sahip olmasıydı...

(Zahir Güvemli, Sanat Tarihi, İstanbul, 1968, s. 56-59)

SORULAR


  1. Batı'da, ortaçağın ilk dönemlerinde, iktisadi faaliyetin tablosu nedir? Bu tabloyu hangi yüzyıldan başlayarak, hangi olaylar değiştirmiştir?

  2. "Kentlerin uyanışı"nın iktisadi ve sosyal sonuçları nelerdir?

  3. Korporatif rejim nedir?

  4. Batı'da, ortaçağın sonlarında, iktisadi tablonun değişmesiyle, siyasal birliğe ve merkezîleşmeye doğru hızlı bir gelişmenin başlaması arasında bir ilişki var mıdır?

  5. "Roman" sanat ile "gotik" sanat ne zaman ortaya çıkmışlardır ve hangi özellikleri taşırlar? (Okuma parçasını okuyunuz.)

BOLUM III

BATI UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİ


(16., 17. VE 18. YÜZYILLAR)

15. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın sonlarına değin -Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü ve görkemli yıllarına rastlayan bir buçuk yüzyıllık dönemde- Batı Avrupa'da ortaçağın son izleri de silinir; askerî, coğrafi, iktisadi, düşünsel, dinsel ve siyasal alanlarda büyük değişiklikler olur, ufuk genişler ve Batı'nın yeniçağı belirgin özellikleriyle başlar.

Doğu'nun yükselişine karşı, Batı mücadeleye hazırlan- maktadır.

Sırayla inceleyelim bu evrimleri.

TEKNİK DÖNÜŞÜMLER, KEŞİF YILLARI

Başta askerlik, denizcilik ve coğrafya alanlarında köklü değişiklikler görüyoruz: Ortaçağda kullanılan "Grek ateşi" yerine, önce topçulukta kullanılmaya başlanan barut geçer. Özellikle pusula sayesinde gemiler büyük seferlere çıkma olanağını bulur. Son olarak, Avrupa, bir dizi keşiflerle yeni kıtalar ve ülkeler bulur ve tanır.

Bu ise, iktisadi alanda büyük sonuçlar doğurur.

Teknik gelişmeler

BizanslIlar, beş yüzyıla yakın bir zaman, reçine, güher- çile ve kükürtten oluşan bir maddeyi savaşta düşman gemilerini ve kuşatma araçlarını yakmak için kullanmışlardı. 13. yüzyıla doğru, bu karışımdaki reçine yerine kömür kullanılarak elde edilen barutun patlamasından yararlanılarak mermi atılmaya başlandı.

Top bunun sonucudur ve 14. yüzyılda hızla genelleşir kullanılması.

Topun keşfi, mutlak hükümdarlığın, feodal rejimin yerine geçmesini kolaylaştıran en önemli araçlardan biri oldu. Derebeylerin barındığı sağlam şatoların topla yıkılması kolaylaşmıştı çünkü. Bundan başka, savaş ve tahkim biçimlerinde de değişikliklere neden oldu top. Ve top, en önemli bir silah niteliğini kazandığı için, 15. yüzyıldan başlayarak savaşların sonucu en çok topçu gücüne bağlı olmaya başladı.

Bunun gibi, ortaçağda Avrupa'daki gemiciler kıyıdan uzaklaşmaya cesaret edemezler, yalnız kıyı boyunca seyahat ederlerdi. Oysa, Güney Asya'nın mallarını Kızılde- niz'den Akdeniz kıyılarına getiren Müslüman gemiciler, uzun zamanlardan beri Hint Okyanusu'nu kolaylıkla bir baştan öbür başa geçiyorlardı. Onların yükseklik almak (öğle vakti güneşin yüksekliğini ölçüp derecesini belli etmek) ve coğrafyadaki yeri belirlemek için usturlap aletini kullandıkları kesindir. Pusula kullanarak yön belirlemede de usta idiler. Çin uygarlığını kuranların keşfettiği ve Müslümanların Avrupalılara tanıttığı bu araç da, 12. yüzyıldan başlayarak, Avrupa'da kullanılır oldu. 14. yüzyıldan sonra da -Müslümanların çoktan beri bildikleri- coğrafi yeri belirleme yöntemi öğrenildi.

Gemi yapımı tekniği de bu ilerlemelere koşut yürüyordu.


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə