Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə15/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   46

Bununla beraber, Marx ve Engels, zora başvurmanın burjuvazinin tutumuna bağlı olduğunu da belirtmişlerdir: Burjuva sınıfı anlayış gösterirse, kaçınılmaz bir oluşum adına, insanlığın iyiliği adına gelişmeyi engellemek istemezse, iktidar değişimi parlamento yoluyla da gerçekleşebilir. Ancak, -bu yolla da olsa- iktidara gelen işçi sınıfı -ister istemez- burjuva sınıfının ayrıcalıklarını elinden alacaktır.

Proletaryanın, aslında kendi lehine olan tarihsel gelişimi sezmesi, onun kurallarını kavraması ve kendi rolünün bilincine varması, karşısındaki sınıfın, burjuvazinin kaçınılmaz olan yıkılışını çabuklaştıracaktır.

Proletaryanın iktidarı burjuvazinin elinden almasından hemen sonra "komünist" bir toplum kurabilmesi olanaksızdır. Çünkü, bir toplumun "komünistleşmesi" kolay erişilebilen bir aşama değildir. Böyle bir aşamaya varabilmenin zorunlu uğrak noktaları -Marksizme göre- şunlardır:


  • İşçi sınıfı iktidara geçince, önce bir "proletarya diktatörlüğü" kurulacaktır.

Buradaki "diktatörlük", devlet yönetiminin yalnız proletarya elinde bulunması ve burjuvazinin "egemen sınıf" olmaktan çıkarılıp proletaryanın egemenliği altına alınması anlamında kullanılmaktadır. Burjuvazinin egemen sınıf olmaktan çıkarılması için başvurulacak ilk önlem de, "üretim araçlarını topluma aktarmak"tır.

  • İkinci aşama "sosyalist" aşamadır.

Burjuva sınıfı tasfiye edilmiş, fakat iktisadi bolluğa henüz ulaşılmamıştır. Toplumda üretim ve tüketimin "herkesten kendi gücüne, herkese kendi emeğine göre" ayarlandığı bir aşamadır bu.

  • Son olarak "komünist" toplum aşamasına varılacaktır.

Bu aşamada, toplum, iktisadi bakımdan tam bir bolluğa ulaşacağı için, herkes "gereksinmesine göre" tüketebile- cektir. Vaktiyle, burjuvazinin "sömürü örgütü ve baskısı" demek olan "devlet" de -proletaryanın elinde eski toplum düzenini değiştirme gücü olarak kullanıldıktan sonra- ortadan kalkacaktır. Bu aşamada, "hükümet, insanların yönetimini bırakıp, üretimin yönetimini üzerine alır."

Engels, öyle diyordu.



c) Hümanist maddecilik

Marksizmin öngördüğü "komünist toplum"da, insan "yabancılaşma"dan da kurtulacaktır.

Nedir yabancılaşma?

Ve nasıl kurtulacaktır insan bu yabancılaşmadan?

Sınıflı toplumlar, özellikle kapitalist burjuva düzeni, insanın kendi kendisinden kopmasına, asıl bilincinden, asıl sorunlarından uzaklaşmasına yol açmakta, onu başka- laştırmakta, evrenin yüce varlığı olmaktan çıkarıp "insanlığından uzaklaştırmaktadır." Örneğin, çalışan bir işçi tutsak olmuş, alabildiğine sömürülmektedir; insanın doğaya karşı mücadelesinin bir ürünü olan zenginlik, sermaye, özel mülkiyet yoluyla belli bir sınıfın eline geçmiş, çalışanları baskı altında tutmaya yaramaktadır ve çalışanların emeği demek olan para, bu emekten ayrı tutularak çalışanların efendisi durumuna gelmiştir.

İnsanın kendi yarattığı şeylerden kopması, bunları kendi dışında birer soyut varlık, üstün birer güç gibi görmesi, onların karşısında kendi kişiliğinden, insanlığından olması, bunların boyunduruğu altına girmesi Marx'in dilinde yabancılaşma (aliénation) kelimesiyle dile getiriliyor.

Bütün yabancılaşmaların temelinde iktisadi yabancılaşma vardır. Dinler, daha genel bir deyimle, egemen sınıfların "ideoloji"si, aslında bu yabancılaşmaya hizmet etmektedir.

Sınıflı bir toplum olarak, kapitalist burjuva düzeninde hüküm süren yabancılaşmanın ortadan kaldırılması ancak devrimle mümkündür. Bu devrimi gerçekleştirmek görevi de işçi sınıfına düşmektedir. İşçi sınıfının kuracağı komünist toplumda, bireyin, özellikle sınıflı toplumlarda görülen kısıtlı, kusurlu, eksik ve sakat yaşamının yerini; tam gelişmiş, toplum yaşamına egemen ve özgür insan yaşamı alacaktır. Marksist düşüncede bu duruma, "bütünsel insana" varmak denir. Marx, gençlik eserlerinde, tarihsel gelişmenin amacını, "bütünsel insana" ulaşmak olarak görüyordu.

Yabancılaşma kavramı, Marksist düşüncenin bir hümanizm (insancılık) olmasını sağlayan kavramdır. Bu kavram köklerini, ekonominin ve tarihin saptanmasından alarak "ahlaki" bir görüşe yönelir, insan yaşamının yetkin ve mutlu bir hale gelişinin "koşullarını" ve bu koşullara ulaşmak için yapılması gereken "eylemi" açıklar.

DAHA ÇOK BİLGİ



Max Beer, Karl Marx (çev. Şerif Hulusi - Muvaffak Şeref), İstanbul, 1968.

Emile Burns, Marksizmin Temel Kitabı (çev. M. Dikmen), İstanbul, 1978.

Fedoseyev ve arkadaşları, Karl Marx -Biyografi (çev. E. Kürkçü), İstanbul, 1976.

Roger Garaudy, Karl Marx'in Fikir Dünyası (çev. A. Cemgil), İstanbul, 1969.

Henri Lefebvre, Karl Marx, Hayatı ve Eserleri (çev. M. Reşat Baraner), 2 cilt, Ankara, 1968.

Henri Lefebvre, Marx'in Sosyolojisi (çev. S. Hilav), 2. Bası, İstanbul, 1976.

V. İ. Lenin, Karl Marx ve Doktrini (çev. Şiar Yalçın), 2. Bası, Ankara, 1980.

OKUMA


MARX'IN ELEŞTİRİSİ

Marx'a karşı çıkmaya çalışan bütün bu "mızmız felsefeler" (Max Sheler, Ernest Mach ve ötekiler kast ediliyor) bir yana, Marx'in asıl eleştirisi, Marx'tan yana görünenlerce yapılmıştır. Gerçekten de Marx'çılığı bozmanın ve düşünceleri saptırmaya çalışmanın en etkili yolu Marks'çı görünmektedir. Bu yolun en tipik örnekleri gözden geçiricilik (revizyonizm) ve iyileştirme- cilik (reformizm) adlarını taşırlar. Sol gösterip sağ vurmanın en yeni örneği de Marcuse'çülüktür.

Alman düşünür Edouard Bemsteln'a (1850-1938) göre, "diyalektik, Marksizmin sinesinde barınan bir hain, eşyanın her türlü gözlemi yolunda kurulmuş bir tuzaktır." Bu anlamda gözden geçiricilik, diyalektik olmayan bir Marksizm gütmektedir. Gözden geçiricilik (revizyonizm), Marksizmin bu temel yapısının ve daha başka yanlarının yeniden gözden geçirilerek düzeltilmesi gerektiğini savundukları tanıtlandığı halde, korumak için çırpınmaktadırlar... Gerçekten Marx, ütopyacılarm buldukları çözümü kabul etmiş ve ondan yola çıkmıştı. Ama çözüm yollarım ve kullandıkları tanımlamaları yetersiz buluyordu. Bu yüzden bunları değiştirmek istedi ve bunu bilimci bir dehanın çabası, keskin zekâsı ve gerçeğe olan sevgisiyle yaptı. Hiçbir önemli gerçeği görmemezlikten gelmedi. Bu noktaya gelinceye kadar Marx'in yapıtında bilimsel yöntemi bozan hiçbir eğilim yoktur. İşçi sınıfının kurtuluşu için yaptığı mücadeleye genellikle yakınlık duyması bilimsel yönetimi sarsmaz. Ama son amacın ortaya çıktığı noktaya gelince, Marx'in söyledikleri belirsiz ve güvenilmez bir biçim almaktadır. Örneğin modern toplumda gelirlerin el değiştirmesiyle ilgili parçada çelişmeler vardır. Böylece bu büyük bilim dehası, bir öğretinin esiriymiş gibi görünmektedir. Bernstein, Alman düşünürü Conrad Schmidt'le, Kant'a dönmek gerektiğini savunmuş ve Alman sosyal demokrat (sağcı toplumculuk) hareketinin öncülüğünü yapmıştır.

İyileştirmecilik (reformizm), amaçlanan genel iyiliğe azar azar gerçekleştirilen küçük iyiliklerin birikmesiyle hissedilmeden varılacağını, amaca varmak için sıçrama ve devrim gerekmediği gibi, büyük köklü reformların da gerekmediğini savunur. İyileştirmeciler... Devrimleri rastlantı saymaktadırlar... Öğretiyi birçok bakımlardan düzeltmeye giriştiği için daha çok gözden geçirmeci olarak anılan Edouard Bernstein'la 1910 yılından sonraki tutumuyla Kari Kautsky (1854-1932) iyileştirmeci- liği savunmuşlardır.

Bütün bu savlar, gerçekte, Marx'çılıkla kökten çelişik düşüncelerdir.

Amerika'ya yerleşmiş Alman Profesörü Herbert Marcuse'e göre, "...Dünyamız iki kampa ayrılmıştır. Her iki kamp da tek-

nik gelişmenin en tehlikeli çizgisine varmışlardır. Teknolojinin bu çizgisi baskıyı gerektirir. Bu baskı, teknolojik toplumun yapısından doğmaktadır. Baskılı toplumlarsa karşıtlıksız toplum- lardır ve tek boyutludurlar. Tek boyutlulukta niteliksel bir devrim yapılamaz, çünkü niteliksel bir sıçrama için bir karşıtlık bulunması gerekir. Diyalektik teori bir kenara atılmamıştır, ancak bir çare de getirememektedir..." Öyleyse ne yapmalı? Profesör Marcuse öğütliiyor: "Önemli olan kurumlan değiştirmek değildir. Önemli olan insanı değiştirmek, görüşlerine yeni bir yön vermek, içgüdülerini yeniden biçimlendirmek, hedeflerini tazelemek ve değer ölçülerini yeni baştan düzenlemektir." Açıkçası, hayal alanında olan gerçeği elde etmek için maddeyi bir yana bırakıp ruhu işlemek gerekir.

Ruhu nasıl işlemek gerektiğine gelince... Marcuse'ün bunun için de bir öğüdü var. 1967 yılında Berlin Üniversitesi'nin konferans salonunda Alman öğrencilere şöyle sesleniyor: "Özgür sevişmenin tadına varın."

(Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, İstanbul, 1970, s. 352-353)

SORULAR


  1. Batı'da Marksizmi, hangi iktisadi ve sosyal koşullar doğurmuştur?

  2. Marksizmin "maddecilik" anlayışı ile, daha önceki dönemlerin maddecilik anlayışı arasında ne gibi farklar vardır?

  3. "Diyalektik" kelimesi, kökeninde ne anlama geliyordu? Hegel'in, diyalektik kavramına yaptığı "katkı" nedir? HegeTin diyalektiği ile Marksist diyalektiğin birbirinden ayrıldıkları temel nokta hangisidir?

  4. "Tarihsel maddecilik" deyince, kavram olarak ne anlaşılır?

  5. Marksizm, "toplum" deyince, her şeyden önce neyi inceler? "Üretim ilişkileri", "üretim güçleri", "sınıf", "üretim biçimi" ne demektir?

  6. Marksizme göre, bir toplumun "altyapT'sı ile "üstyapT'sı derken ne anlaşılır? Bu ikisi arasında nasıl bir ilişki vardır?

  7. "Sınıf çelişmesi" ne demektir? Marksizme göre, tarih boyunca hangi düzenlerde, başlıca hangi sınıf çelişmeleri ortaya çıkmıştır? Batı kapitalizminde, Sanayi Devrimi'nden sonra, te-

mel çelişme hangi sınıflar arasındadır?

  1. Batı kapitalizminde, burjuvazi ile proletarya niçin birbiriyle "çelişen" sınıflardır? Bu iki sınıfın "uzlaşma"sı mümkün müdür? Değil ise, bu çelişme -Marksizme göre- nasıl son bulacaktır?

  2. Marksizm, "komünist toplum"a ulaşabilmek için ne gibi aşamaları öngörmektedir? Ve niçin?

  3. "Yabancılaşma" nedir? Hangi toplumlarda ortaya çıkar? "Marksist hümanizm" ile "klasik hümanizm" arasında ne gibi farklar vardır?

  4. Marx'ın eleştirisi, kimlerce, nasıl yapılmıştır? (Okuma parçasını okuyunuz). Bu eleştiriler karşısında siz ne düşünüyorsunuz?

KUTSAL RUSYA'DAN SOVYET RUSYA'YA

Tarihsel başlangıçlar

Ortaçağın başlarında, Slavlar bütün Doğu Avrupa'yı işgal etmiş buluyorlardı. Slavların bir kolu olan Vareg'ler, İskandinavya'dan gelir, bugünkü Rusya'da Kiev'e yerleşirler. O günkü kervanların belli başlı merkezlerinden biri olan Kiev'e yerleşen bu Vareg'ler, bir oluşumun ilk çekirdeğidir. Efsanevi bir kişi olan Rurik'ten sonra Oleg, Kiev Prensi unvanını alır (881). Böylece tarihte ilk "Rus" devleti kurulmuş olur.

Önce Bizans'la, sonra daha başka topluluklarla ilişkiler başlar. Çeşitli dış etkiler ve katkılar, Kiev Prensliği'nin gelişimini biçimlendirir.

Çeşitli etkiler


  1. Bizans ve Hıristiyanlığın etkisi

İlk etki ve katkı Bizans'tan gelir. Onunla Hıristiyanlık girer Rusya'ya. Ortodoks Hıristiyanlıktır bu.

Bu Hıristiyanlaşma, başlangıçta olumlu sonuçlar doğurur: - O zamanki bütün Ortaçağ Avrupası'nda olduğu gibi, Rusya'da da Hıristiyanlık manevi planda, birleştirici bir rol oynar;



  • Kilise'nin hukuksal otoritesi aracılığıyla Bizans hukuku gelir, örf ve âdet hukukunun yerine geçer;

  • Yine Kilise aracılığıyla, Yunan alfabesi ve arkasından Hıristiyanlığın dinsel edebiyatı gelir;

  • Çok geçmeden, Bizans etkisi, mimarlıkta, resimde ve dinsel süslemede büyük gelişmelere yol açacaktır.

Bütün bu katkılar öylesine etkilidir ki, Bizans devleti 1453'te tarihe karışınca, Rusya kendisini Bizans'ın tek mirasçısı olarak görmeye ve göstermeye başlar. Metropolit Zosim, 1492'de bu inancı şöyle dile getirir: "Her iki Roma da yıkıldı. Üçüncü Roma, Moskova olacaktır ve bir dördüncüsü görülmeyecektir."

Ortodoks Kilisesi'nin başlardaki olumlu etkilerine daha sonra olumsuz etkiler de katılacaktır:



  • Devlet otoritesi gitgide bir istibdat halini alınca, Kilise de ona tabi ve giderek onun yardımcısı olur;

  • Kilise, Rusya'yı Batı'daki gelişmelerden uzak tutacaktır: Rönesans ve Reform, Rusya'yı çok sonraları -ve o da bir ölçüde- etkileyecektir;

  • Kilise'nin anlayışsızlığı, bilimin gelişmesini de engeller;

  • Son olarak, Rusya'da gerçekten ulusal bir sanatın gelişmesini köstekleyenlerin başında Kilise'yi görüyoruz.

  1. Asyalı etkiler

Ortaçağ Rusyası üzerinde, çeşitli Asyalı toplumların da etkileri olmuştur. Bunlardan Moğollar ile Çinlilerin etkileri özellikle önemlidir.

  • Moğol istilası, çeşitli Rus devletlerinin varlığına son vermiş, onları yalnızca vergiye bağlamıştı. O dönemden en kazançlı çıkan Moskova prensleri oldu. Ve sonuçta, siyasal ağırlığın merkezi Rusya'nın güneyinden merkezî Rusya'ya geçer.

  • 1852'den başlayarak, Rusya'nın Sibirya'ya doğru yayılışı başlar. Sibirya'nın fethi Çin'le ilişkileri kolaylaştırır. Orta Asya ile Kafkasya'yı da içine alan Rus yayılışı, bütün bir 19. yüzyıl boyunca sürecektir. Artık Asya, Rus coğrafyacılarının, jeologlarının, etnograf ve arkeologlarının inceleme konusudur. Kafkasya, nice Rus yazarının eserine ko-

nu olurken, Orta Asya stepleri büyük besteci Borodin'e esin kaynağı olacaktır.

Rusların Asya'ya yayılışlarının daha önemli sonuçları da vardır:



  • Önce, şu anlaşılmıştır: Doğu Avrupa'yı Asya'dan ayıran ciddi hiçbir coğrafi engel yoktur; Urallar, bir sınır olamaz.

  • İkinci olarak, Asya'da o denli çeşitli topluluklarla karşılaşan Ruslar, ırkçı önyargılardan herkesten önce sıyrılmışlardır; Rusya'da 1917'den sonra kurulan "çokuluslu devlet"in koşullan aslında çok önceden gerçekleşmeye başlamıştı.

  1. Batı'mn etkisi

Rusya'nın Batı ile ilişkileri, Büyük Petro'dan çok önce başlamıştır gerçi. Ama Batı uygarlığının etkilerini hızlandıran ve bunu -yer yer zora başvurarak- gerçekleştiren Büyük Petro olmuştur.

Büyük Petro'nun başlattığı hareket, 20. yüzyıl başlarına değin sürer. Bütün bu gelişim içinde birbirine zıt iki akım biçimlenir: Batıcılar, Batı uygarlığının her şeyiyle benimsenmesinin şart olduğunu savunurken; Slavcılar, yeni Rusya'nın kaynaklarının kendi geçmişinde aranması gerektiğini ileri sürerler.

Uygulamada ortaya çıkan karmaşık bir tablodur.

Önce kılık ve kıyafette değişiklik başlar. Büyük Petro, kendi deyimiyle, "hayvan sürüsünün insanlar gibi giyinmesini", yani Avrupalı gibi giyinmeyi ister ve giyinişteki değişikliğin, giderek görüşlerde de değişiklik yapacağım düşünür. Saray ve konaklara, zamanın Fransız ve Alman örf ve âdetleri girer. 18. yüzyılda, soylular ve burjuvazi, temel olarak Fransız toplumunu örnek almıştır. Batı Avrupa'yla bu ilişkiler, 19. yüzyılda daha da sıklaşacaktır. Bu arada kadın da kapalılıktan kurtulmuştur. Ama bütün bunlar, aslında egemen sınıf ve zümrelerin çerçevesini aşmaz; kentlerin emekçi halkı ile köylüler, bu değişikliğin ve yaşayışın dışındadırlar.

Yaşayıştaki bu değişikliğin yanı sıra, Batı sanat ve edebiyatı da Rusya'ya girer. Özellikle Aydınlanma yüzyılının (18. yüzyıl) Fransız sanat ve edebiyatı gözdedir. Bu etkilerin açtığı yolda, 19. yüzyılın -özellikle romanda- büyük Rus edebiyatı doğacaktır. Heykel ve resimde o denli değil, ama müzikte, -özellikle Glinka'dan başlayarak- ulusal temaları işleyen bir senfoni, bir opera, bir bale doğacaktır.

Batı'nın etkisi, siyasal planda daha sınırlı oldu. Zaman zaman "İngiliz parlamentarizmi" ile "Fransız Anayasacılı- ğı"na özenilir; ama bundan, gelecek vaat eden sonuçlar doğmaz. Bu, 1905'lere değin sürecektir. 1905'te, II. Nikola bir anayasa yayımlayıp da parlamentoyu (Duma) topladığında, aslında Batı'nın etkisi bitmiş, Rusya'da oluşmakta olan devrimin etkisi başlamıştı.

Batı, en belirleyici rolünü, iktisadi planda oynar. Büyük Petro'dan II. Aleksandr'a değin, ampirik yollarla, Batı öykünmesi birtakım fabrikalar kurulur. Ama ekonomideki bu canlanışın temelinde -Batı kapitalizminin gücünü oluşturan- önemli bir şey eksiktir: Ulaştırma araçlarındaki eksikliğin yanı sıra, sermaye birikimi tamamlanmamış ve örgütlenmemiştir. Ne var ki, 1914'lerin eşiğinde, Rusya, -çoğu, Batı'dan aldığı ödünçlerle de olsa- ciddi sayılabilecek bir sanayi potansiyeline sahip bulunuyordu.

Bu, borçlanarak sanayileşmenin birtakım sonuçları olur:



  • Diplomatik planda, Çar yönetimi, Batı'daki alacaklılarına bağımlı duruma düşmüş, giderek onların denetimine girmişti;

  • Ama sosyal planda, önce sayıca, sonra etki bakımından ağırlığını gösteren bir işçi sınıfı (proletarya) doğar. 1905 Devrimi, hele hele 1917 Devrimi, büyük ölçüde, bu sınıfın varlığıyla açıklanabilir.

Düşünceler planında, Batı'nın etkisi daha da ağır bastı ve Çar yönetimine karşı muhalefetin doğuşunda büyük katkısı oldu.

- Başlangıçta, siyasal sorunların yine siyasal önlemlerle çözülebileceği düşünülür; soylular sınıfının liberal kanadının bu konuda ağır bastığını görüyoruz. Bu ilk liberal can-

lanışı, Çar yönetimi, hapis ve Sibirya sürgünleri ile yanıtlar.

- Liberal canlanış, (1815 Aralık'ında) Dekambrist'lerin başkaldırısı ile daha belirgin olarak tekrarlanır; hareket, "anayasalı bir rejim" -ve belki cumhuriyet- istemektedir. Ne var ki, halkın çoğunluğunun katılmadığı başkaldırı şiddetle bastırılır.

Sosyal sorunlar sivrilik ve keskinlik kazandıkça, reform yandaşları, çözüm yollan için gözlerini daha çok Ba- tı'ya çevirirler: Alman felsefesi ile ilgilenilir (özellikle Hegel ve Feuerbach); Batı'daki bilimsel araştırmalar dikkatleri toplar (özellikle Alman Büchner ve İngiliz Darwin); sosyal eleştiri ve ütopyacı sosyalizm -çok geçmeden- Fransa'daıı çıkagelir. Petraşevski'nin kurduğu -Dosto- vevski'nin de katıldığı- dernek, ünlü Fransız sosyalistlerinden Saint-Simon, Fourier ve Proudhon'un eserleri üzerine çalışıyordu. Dernek, 1849'da kapatılır.

Bazı aydınlar da Batı'ya gitmeyi yeğlerler.



Herzen ile Bakunin bunların ilk akla gelenleri. (Bakunin, 1. Enternasyonal'de etkin bir rol oynayacaktır.) Popülizm hareketi başarısızlığa uğrayınca Profesör Lavrov da Paris'e gelir. Zürih'te ve Cenevre'de yığınla sosyalist toplanır. Batı'daki Rus aydınları arasında kadınlar da vardır. (En tanınmışlarından biri olan Elizabet Dimitrief ünlü Paris Komün İhtilali'ne katılacaktır).

İşte bu dönemdedir ki, görüş ve yöntemleri uzun zamandır açıklık kazanmamış olan bütün bu düşünce hareketleri, yepyeni bir akımın Rusya'ya girmeye başlamasıyla yenileşmeye ve açıklık kazanmaya başlar.

"Marksizm"dir bu akım.

Marksizm ve 1917 Ekim Devrimi


  1. Marksizmin Rusya'ya girişi ve Leııinizmin doğuşu

Marksizm, Rusya'daki devrimci çevrelere, 1864 yılından başlayarak -ağır ağır- girer. Ama Marksizm asıl etkisini, Rusya'daki gelişmelerin sağladığı bir ortamda, Le-


nin'in öğreti ve eylemiyle gösterecektir.

Marksist düşünce, Rusya'da başta Çar yönetiminin sansürüyle karşılaşır. Bundan başka, o sıralarda hâlâ güçlü olan "Popülizm" de Marksizmin etkisini sınırlar.



Popülizm, "sınıf mücadelesi" düşüncesini kabul etmekle beraber, kapitalizmin Rusya'da "geçici bir olay" olduğunu ileri sürmekte ve -buradan hareket ederek- "işçi sınıfının devrimci rolü"nü yadsımakta, örgütlü küçük grupların eylemine bağlı kalarak, halk kitlelerinin de bunu izleyeceğine inanmaktadır. Ancak "şiddet hareketleri" (terörizm) başarısızlığa uğrayıp da Çar yönetimini daha da sertliğe yöneltmekten başka bir şeye yaramadığı anlaşılınca popülizm saygınlığını yitirir.

Cenevre'de Plekhanof ile Rus aydınları -"Emeğin Kurtuluşu" adını taşıyan- ilk Marksist kuruluşun temellerini atarlar. Ayrıca Plekhanof, gerek kişiliği gerek eserleri ile, Marksist düşüncenin yayılmasına ve Marksist bir partinin kurulmasına elverişli bir ortamın hazırlanmasına büyük katkıda bulunur. Bunun yanı sıra, işçi hareketi de gelişmekte ve çeşitli bölgelerde örgütlenmektedir. Ne var ki, bu çeşitli hareketler arasında bir birlik yoktur.

Lenin işte bu sırada ortaya çıkar.

1902'den başlayarak Lenin adını taşıyacak olan Vladimir İliç Ulyanov, hem bir kuramcı hem de bir militandır. "Düşünceyle eylemin bir bütün oluşturduğunu" iyi bilmektedir.

Başlangıçta, üç yönde çaba gösterecektir:


  • Popülizmi red. Lenin'e göre, Rusya'daki kurulu düzene karşı popülizmin verdiği mücadele büyüktür, kahramancadır. Ama yapılan özveriler olumlu bir sonuca varmamıştır, varamazdı da. "Bugüne değin tutulan yoldan başka bir yol tutacağız" der.

  • Marksist hareketlerin birleştirilmesi, daha doğrusu emekçilerle aydınlar arasında bağı kurmak.

  • Marksizmi derinleştirmek. Marx, Rusların yerinde olsaydı ne yapardı? Marx gibi düşünmek, ama gerçekliği hiçbir zaman gözden uzak tutmamak.

Bunun bir sonucu olarak, Lenin önce Rusya çapında sorunu ele alır; Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi adlı eserinde (1898) böyle yapar. Bir süre sonra sorunlara, daha geniş bir tarihsel perspektiften bakmaya başlar ve özellikle emperyalizm olayı üzerinde durur. Marx öldüğü zaman (1883) emperyalizm yeni yeni yeşeriyordu. Ama Lenin'in tarihin sahnesinde görünmeye başladığı yıllarda, emperyalizm artık bütün nitelikleri ile ortadadır. Emperyalizmi, gelişimi içinde incelemek, niteliklerini belirtmek, tehlikelerini haber vermek gerekiyordu. Kapitalizmin Son Aşaması Olarak Emperyalizm adlı eserinde bunu yapar Lenin. 1905 Devrimi'ne yaklaşıldığında, ortada henüz Leninizm yoktur, ama onu haber veren birtakım yaklaşımlar da görülmektedir.

1905 Devrimi'nin öncesinde şu hedeflere varılmış bulunuyordu:



  • 1898'de Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi kurulmuştur. Partinin programı Marksizmden esinlenmektedir; ne var ki, bütün Marksist kuruluşlar henüz bu partiye katılmış değildir.

  • 1900 yılında İskra (Kıvılcım) çıkarılmaya başlanır. Ziirih'te yayımlanır, fakat bütün Rusya'ya dağıtılır. Parti, kendisi için gerekli araştırma ve propaganda organına kavuşmuştur.

  • 1903'te, Londra Kongresi'nde, Lenin kendi parti anlayışını açıklar: Bu, doktrini açık, devrimci ve merkezci bir örgüte sahip, sert disiplinli bir partidir. Bu parti anlayışı Kongre'deki "çoğunluk"ça kabul edilir (Rusça'da çoğunluğa "bolşevik" denildiği için, bu anlayışta olanlara daha sonra "bolşevikler" denilecektir; Lenin'e karşı olanlara ise azınlık anlamında "menşevikler" denilmiştir).

Böylece daha 1905 Devrimi öncesinde ciddi temeller atılmıştır. 1905 Devrimi'yle de bu ilkeler ve örgütleniş, somut bir olayın deneyinden geçmek fırsatını bulur.

Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə