Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə12/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   46

- Bunlardan biri, 1950'de -İngiltere'nin önderliğinde- yedi Batı Avrupa ülkesi arasında kurulan Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi'dir (EFTA).

  • Ama Batı Avrupa'da bundan daha çok adı duyulan ve geniş tartışmalara konu olan, Ortak Pazar -ya da daha teknik deyimiyle- Avrupa Ekonomik Topluluğu'dur (AET). Bu, altı Batı ülkesi (Batı Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Luxemburg) arasında, 1958'de kurulan bir gümrük birliğidir. Ne var ki, bu örgüt bir gümrük birliği olarak kalmayıp, iktisadi ve giderek siyasal amaçları düşleyen bir topluluktur.

  • Batı Avrupa'da, bütün ülkeleri -ve öteki ülkeleri- bir araya getiren, bir de Avrupa iktisadi işbirliği Örgütü (OEEC) vardır ve 1948'de kurulmakla ötekilere öncülük etmiştir.

Batı Avrupa'nın tekelci kapitalizmi, çağdaş ekonominin artık vazgeçilmez kurumu olan "planlama"ya da başvurmakta duraksamam aktadır. Ne var ki, bu planlama -sosyalist planlamadan farklı olarak- "buyurucu" ve "zorlayıcı" değil, "özendirici" bir nitelik taşımaktadır.

Batı Avrupa ekonomisindeki gelişmelerin kolayca yürüdüğü de söylenemez. Siyasal, ulusal, psikolojik birçok engeller bugün de vardır bu konuda. Ama yine de, kapitalizmin kanunları ve zorunlulukları, bütün bu engelleri törpülemekte ve aşabilmektedir.

SİYASAL YAŞAM

Batı Avrupa, belli bir demokrasi tipinin yurdudur: "Batı demokrasisi" ya da "klasik demokrasi" denen bu demokrasi tipi, önce Batı Avrupa'da doğmuş ve oradan çevreye yayılmıştır.

Nedir Batı demokrasisi? Hangi ilkelere dayanır?

Ve bugün vardığı aşama nedir?



Siyasal liberalizm

Batı demokrasisinin egemen ilkesi, "siyasal libera- lizm"dir.

Siyasal liberalizm, en güzel anlatımını, 1789 tarihli

"İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi"nin 1. maddesinde bulur: "İnsanlar, hakları bakımından özgür ve eşit doğar ve öyle yaşarlar."

Nedir eşitlik?

Hiç kimsenin, kendisini başkalarının üstüne çıkaran birtakım haklara ve ayrıcalıklara "miras yoluyla" sahip olmaması. Ve bütün insanlar birbirine eşit olduğuna göre, toplumda siyasal iktidarı kullanacak kimseleri de yurttaşların kendileri belirlemelidir.

Bunun da sonucu, hükümdarlık yerine Cumhuriyet, giderek demokrasi, "temsilî sistem" ve "seçim"dir.

Ya özgürlük?

Özgürlük, bir kimsenin istediği gibi düşünebilmesi, düşündüğünü yapabilmesi ve istediği gibi hareket edebilmesi. Tek sınırı vardır özgürlüğün: "Başkaldırının Özgürlüğü". Özgürlük yalnız başkalarının özgürlüğünü sınırlamaz; aynı zamanda siyasal iktidarda bulunanları da sınırlar. "İktidarın sınırlanması", siyasal liberalizmin dikkati çeken bir başka yanı.

Hemen bütün büyük liberal kurumlar bu amaca dönüktür.

Özgürlükler, "kişi özgürlükleri" ve "kamusal özgürlükler" olmak üzere ikiye ayrılır.

Kişi özgürlükleri, özellikle kişinin özel faaliyetiyle ilgilidirler. Önce, "güvenlik" ya da keyfî tutuklamalara karşı koruma gelir. Bunun hemen yanı sıra, konut dokunulmazlığı, haberleşme ve seyahat özgürlükleri gelir. Aile ile ilgili özgürlükler de bunlara girer: evlenme hakkı, çocukları serbestçe eğitme hakkı, boşanma hakkı vb.

Kamusal özgürlükler, kolektif eylem, yani yurttaşların kendi aralarındaki ilişkilerle ilgilidir. Bunların başlıca- ları, basın ve öteki anlatım araçları özgürlükleri, tiyatro ve sinema, toplanma ve gösteri özgürlükleri, dernek özgürlüğüdür.

Siyasal liberalizm, "eşitçi" ve "özgürlükçü" olarak, bir görüş ya da öğreti yararına tekelciliği ve ayrıcalığı kabul etmez. Özgürlüğe saygılı oldukça, her türlü görüş ve düşünceler serbesttir: Serbestçe tartışır, serbestçe örgütlenirler.

Bunun sonucu olarak Batı demokrasisi "çoğulcu"dur.

Ve yalnız yurttaşları değil, yönetenleri de bağlar bu ilke.



Siyasal liberalizmin uluslararası örgütlenişi

Siyasal liberalizm, Batı Avrupa'da uluslararası bir örgütlenmeye de gitmiş. İki uluslararası örgüt görüyoruz: Avrupa Parlamentosu ile Avrupa Konseyi.

Avrupa Parlamentosu ile Avrupa Konseyi birbirleriy- le sık sık karıştırılan iki organ. Avrupa Parlamentosu'nun Avrupa Konseyi ile hiçbir ilişkisi yok aslında. Merkezi Luxembourg'da, ancak zaman zaman Strasbourg'da toplanıyor.

Avrupa Parlamentosu, ilk kez 1979 yılında AET üyesi ülkelerin her birinde halk tarafından doğrudan seçilen parlamenterlerle oluştu. AET ya da Ortak Pazar diye bilinen ve Yunanistan'ın kendilerine katılmasıyla sayıları ona yükselen grubun "siyasal organı".

Parlamenterler geldikleri ülkelere göre değil, taşıdıkları düşüncelere göre gruplaşıyorlar.

Avrupa Parlamentosu parlamenterlerinden 113'ü Sosyalist, 107'si Hıristiyan Demokrat, 64'ü Avrupa Demokratları (Muhafazakârlar), 44'ü Komünist, 40'ı Liberal, 22'si Avrupa İlerici Demokratlan (De Gaulle'cüler), 10'u Teknik işbirliği ve 10'u Bağımsızlar grubuna mensup.

Avrupa Konseyi ise, II. Dünya Savaşı'ndan sonra 1949 yılında on Avrupa ülkesi tarafından kuruldu.



Belçika, Danimarka, İzlanda, İngiltere, Fransa, Hollanda, İtalya, İsveç, Norveç ve Luxembourg tarafından kurulan Konsey'e 1950'de Türkiye ve Yunanistan, daha sonraki yıllarda ise F. Almanya, İzlanda, Avusturya, İsviçre, Malta ve Kıbrıs katıldılar. İspanya ve Portekiz bu iki ülkede demokrasiye geçildikten sonra 1977'de üye olmuşlardır. Buna karşılık, Yunanistan, 1967'deki albaylar cuntasından sonra üyelikten çıkarılma noktasına gelmiş, ancak Konsey'in bu kararını beklemeden kendisi üyelikten ayrılmıştı.

Avrupa Konseyi'nin Parlamentosu olan Assamble, üye ülkelerin 170 Parlamento temsilcisinden oluşuyor.

Batı demokrasisi hedeflerine ulaşabilmiş midir?

Eleştirilere bakarsanız hayır.

Batı demokrasileri, yurttaşlarına dev ilerlemeler sağladıkları halde, hedeflerine ulaşamamışlardır. Yalnız sorunları olan bir demokrasi değil, "bunalım" içinde bir demokrasidir o.

Batı demokrasisinin bunalımı

Kökleri 19. yüzyıla giden, fakat 20. yüzyılda kesin çizgilerle ortaya çıkan gelişmeler, Batı demokrasisine bazı değişiklikler getirmiş ve sonuçta onu "klasik" kimliğinden sıyırıp "sosyal demokrasi" denen yeni bir kimliğe büründürmüştür.

Bu değişmede, sosyalist düşünce ve hareketlerin katkısı büyüktür.

Bütün bunlar sorunları çözebilmiş ve Batı demokrasisini hedeflerine ulaştırmış mıdır?

Kendisi hiç de Marksist olmayan Claude Julien adlı tanınmış bir Fransız yazarı, Demokrasilerin intiharı adlı eserinde pek ilginç bir tablo çiziyor.

Özetle şu söyledikleri:

"Batı demokrasileri, yurttaşlarına dev ilerlemeler sağladıkları halde, hedeflerine ulaşamamışlardır. Sanayileşmiş toplumlar, asıl demokratik hedeflerini daha başka uğraşılara feda etmişe benziyorlar. Bu hedefleri tamamen yadsımamakla beraber, bazen göremeyecek kadar uzağa, ikinci plana itiyorlar... Anlaşılan, zenginliklerin ve gücün gelişmesi, demokrasilerin özellikle üzerinde durdukları bir uğraşı olmuştur...

Demokratik sayılmak için, refahın gelişmesi, elbette zenginliklerin eşit biçimde dağıtılmasını gerektirir; oysa kalkınmanın ürünleri çok eşitsiz bir biçimde bölünmektedir. Ve bazı sosyal sınıflar eğer bir kenara itilmemişlerse, pay diye yalnız birkaç kırıntı alabilmekte, buna karşılık bir mutlu azınlık aslan payına konmaktadır.

Zenginlik ve güç bütün insan topluluklarının amaçları

arasında yer alır, ama demokratik bir toplumda asla öncelik tanınacak hedefler diye kabul edilemez: Böyle bir toplum için asıl olan, yine özgürlük, eşitlik, adalet, kardeşliktir. Ve bunlar hiçbir zaman ekonomik kalkınmanın yan ürünleri sayılamazlar. Yüzyılın başından beri Batı dünyası üretim mekanizmasını kökünden değiştirmiş, zenginliklerini kat kat artırmış, tüketim düzeyini yükseltmiş, yaşam biçimini allak bullak etmiştir. Milyonlarca insanı yokluğun, hastalıkların, cehaletin sultasından kurtarmış, bir benzetme yapmak istenirse kağnı çağından, sesten de hızlı uçak dönemine geçirmiştir.

Ama acaba özgürlük, eşitlik, adalet böylesine hızlı bir kalkınmaya tanık olmuş mudur? Bu kavramlar çok ağır bir ilerleme göstermiş, aralıksız paranın ya da bir sınıfın ayrıcalıklarına, peşin yargılara, grupların bencilliğine ve düşüncenin katılaşmasına toslamıştır. Toplumun en kendi halinde diye bilinen sınıfları, ortaöğrenim yapmak olanaklarına ve özel otomobile kavuşurken, bir zamanlar bunları ayrıcalık olarak bilen sınıf da, son derece gelişmiş bir uzmanlık öğrenimine ve özel uçağa sahip olmaya başlamaktadır. Refah ve güç, toplumda dev bir genel kalkınmaya neden olurken, aynı toplumu gerçekten özgür kıla- mamıştır. Şimdi yoksullar daha az yoksuldur, ama eşitsizlikler yine alabildiğine büyüktür. Bilgisizlikleri gerilemiştir, ama iktidar sahibi olmalarına yetecek insancıl bilgiler edinememişlerdir. Daha rahata kavuşmuşlardır, ama boş bir lüksle donanmışlardır. Seslerini belki yükseltebilmektedirler, ama kitle haberleşme araçları ya da reklamcılığın sesi kadar değil. Tek silahları, tıpkı yüzyılın başında olduğu gibi, yine oy pusulaları ve grevdir. Oysa ekonomik ve siyasal iktidarı ellerinde tutanlar, bilim ve teknolojinin bütün kaynaklarından yararlanarak komuta ettikleri araçları geliştirmek yolunu seçmişlerdir.

Refah ve güç, demokratik yaşamın serpilip gelişmesine yarayabilirdi; bunun yerine bunalımlı çırpıntılar içinde bırakıvermiştir demokrasiyi..."1



! Claude Julien, Demokrasilerin İntiharı (çev. Mehmet A. Kayabal), İstanbul, 1974, s. 351-353.

KÜLTÜREL YAŞAM

Batı Avrupa ülkelerinin son on yıllarda geçirdiği iktisadi ve teknik değişikliklerden, belki siyasal yaşamdan çok daha fazla kültürel yaşam etkilenmiştir.

Felsefe ve bilim

Batı Avrupa'da felsefi akımların çağdaş tablosunu birkaç satırda çizmek aslında pek kolay değil. Göze ilk çarpan noktalar şunlar oluyor:

19. yüzyılda esasları konan Marksist felsefenin, 20. yüzyıldaki gelişmelerle daha da zenginlik kazandığı bir gerçek. Bunun yanı sıra fenomenoloji ile varoluşçuluk (existentialisme), dünyayı ve inşam yeni bir biçimde kavramak için yapılan çabaları temsil eden iki büyük felsefe akımı. Temelde kapitalizmin çıkmazlarının doğurduğu "bunaltı"mn belki en çok üzerinde duran da varoluşçuluk oluyor. Persona- lizmin de üstünde özellikle durduğu konulardan biri bu.

Bütün bu akımların içinde Marksizm, egemen durumda olam. Varoluşçuluğun en büyük temsilcilerinden olan JeanPaul Sartre, -son büyük eserlerinden biri olan- Diyalektik Akim Eleştirisi'nde bunu açıkça söylüyor: "Tarihte Descartes ile Locke'un dönemi olmuştur; Kant'm ve Hegel'in dönemi olmuştur. Bu üç felsefenin üçü de, sırasıyla, bütün bir düşünceyi besleyen tarla ve bütün bir kültürün ufku oluyor. Daha önce söyledim, şimdi de tekrarlıyorum: İnsanlık tarihinin tek geçerli yorumu diyalektik maddeciliktir." "Ve çünkü -yine Sartre'a göre- gerçekliğin kendisi Marksisttir ve Marksizm, -hiç olmazsa çağımız için- aşılmaz durumdadır."

Fizik, kimya ve biyoloji gibi deneysel bilimlerdeki büyük gelişmelerin yanı sıra, Batı Avrupa'da özellikle "insan bilimleri" (antropoloji, psikoloji, toplumbilim, iktisat ve siyaset bilimleri), son on yıllarda çok büyük gelişmeler kaydetmiştir ve etmektedir.

Edebiyat

Batı Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde edebiyatın artık klasikleşmiş biçimlerine uyarak eser veren yazarların sayısı

bugün de hayli fazla. Edebî biçimler arasında, roman, bugün de başta gelen bir yer tutuyor; tiyatro ondan sonra, şiir ise daha sonra geliyor.

Ama bunların yanı sıra, konu ve biçimde bir yenileşmeyi deneyen çabalar da göze çarpmakta: Fransa'da, Alain Robbe-Grillet'nin "yeni roman" anlayışı bunlardan biri. Bunun gibi, Batı Avrupa'da "Amerikan romanı"nm keşfinin -biraz geç de olmuş olsa- etkileri bugün de sürüyor.

Sinemanın anlatım gücünün ulaştığı boyutlarla, resim ve müzikteki soyutlamanın genişlettiği ufuk karşısında, tiyatronun özü ve olanakları tartışma konusu oluyor. Ionesco, yazdığı eserlerle tiyatroyu gerçekten bir sorun haline getirmiştir. Ama tiyatronun gelişiminde, son zamanlarda, en büyük yeniliklerden ve katkılardan birini büyük Alman yazarı Bertolt Brecht yaptı.I

İnsanlığın içinde yaşadığı büyük dönüşümü en iyi anlayabilenlerden biri Bertolt Brecht (1898-1956) oldu. Ve çağımızın getirdiği yeni öze uygun yeni sanatsal biçimlerin arkasına düştü.

Brecht'in bütün soruları, kendi özellikleriyle çağımıza yönelmiştir. Onun asıl özgünlüğü de buradadır. Ortaya attığı sorular ile onlara verdiği yanıtlar, hep insanlığı içinde yaşadığı hoşnutsuzluktan kurtarmak gereksinmesinden doğar.

Brecht, gerçek bir dram yazarıdır. En büyük amacı, kitleleri, piyeslerini görenleri, dinleyenleri değiştirmektir. İnsanlar tiyatrodan çıktıkları zaman, yalnızca sarsılmış değil, değişmiş de olmalıdırlar: Uygulamada iyiye, bilinçli uyanışa, eyleme, ilerlemeye yönelmişlerdir. Çünkü estetik etkinin işlevi, sosyal, ahlaksal bir dönüşüm oluşturmaktır.

Güzel sanatlar

Güzel sanatlardan resim, bugün -eskisinden çok fazla- bir bolluk ve çeşitlilik gösteriyor. Öyle olunca da, resimle ilgili akımların bir tablosunu vermek aslında hayli zor bir iş. Bununla beraber, Batı'da bugünkü resim, iki büyük akım arasında paylaşılmıştır denebilir: Bunlardan biri, -bugün de savsaklanamayacak eserler veren- figüratif ya da gerçekçi geleneği temsil eder; ötekisi de soyut resim akımıdır.

Batı'da çağdaş resimdeki devrimin simgesi olarak da Picasso kabul edilmektedir hâlâ.

Batı'da, çağdaş heykele iki eğilim egemen durumda: İçinde Auricosto, Couturier, Giacometti'lerin bulunduğu ekspresyonist eğilimin yanında, soyutçu eğilim göze çarpıyor. Bu ikinci eğilimin içinde, ilk anda akla gelen büyük adlar Calder, Arp, Henry Moore, A. Pevsner... oluyor.

Çağımızda, güzel sanatlarda ağırlık "mimarlık"a doğru kaymaktadır.

Çağdaş mimarlık, dünya çapında bir gelişim içindedir: Çağdaş mimarlıktaki katkıları belli bir ülkeye bağlamak hayli güç. Bu konuda çeşitli düşünceler, Birleşik Amerika'dan gelip Avrupa'ya, giderek dünyaya yayılıyor: "Organik mimarlık" kavramına büyük bir açıklık getiren Amerikalı Wright'm etkisi bu bakımdan büyük olmuştur. Mies van der Rohe, Walter Grapius, Alvor Aolto, Marcel Breuer, vb...

Batı'da çağdaş mimarlığın, giderek şehirciliğin kendisine çok şey borçlu olduğu büyük adlardan biri Fransız Le Corbusier'dir. Toplumların tam bir büyüme halinde olduğu bir dünyada şehirciliğin görevlerini -belki- en iyi belirten o oldu. Le Corbusier, kentte yalnız, insanca, daha konforlu yaşayabilmenin koşullarını değil, aynı zamanda kent-doğa bütünleşmesinin de yollarını saptamıştır. "Banliyöler kaldırılmalı, doğa kentlerin içine getirilmelidir" ilkesi onundur.

Ve bu ilke, şehirciliğin "onsuz olmaz" ilkelerinden biridir bugün.



Müzikteki gelişmeler

Batı'da çağdaş müzikteki gelişmelerin içinde, başta önemle bir olay üstünde durmak gerekir: Müzik, önceleri, dar bir seçkinler çevresine hitap eden ve konser salonlarına hapsolmuş bir durumda idi. Bugün ise, geniş kitlelere doğru yayılmaktadır. Plak sanayimdeki gelişmeler, radyo ve televizyonun bolluğu, müziği -hemen- her yere ve herkese götürmüştür.

Ve eskisinden daha yetkin bir dinleme tekniği yaratılmıştır.

Bugün Batı'da, Martinen, Lesur, Landowsky'lerin temsil ettiği "klasik" akımın karşısında, -daha şimdiden klasik örneklerini vermiş sayılan- bir "yeni müzik" akımı vardır: Schoenberg, Bartók, Stravinski, Webern, Varese, Messiaen... çağdaş yeni müziğin ünlü adlarıdır. Bunun gibi, sibernetik müzik, elektronik müzik, somut müzik, Ba- tı'da çağdaş müzik içindeki yeni arayışlara birer örnek olarak gösterilebilir.I



Dinsel yaşam

Batı Avrupa toplumlarmda dinsel yaşam da, içinde yaşanılan dönemin bunalımını yansıtmaktadır.

Önce, dinin etkisinin, sosyal planda, çeşitli nedenlerle hayli gerilemiş olduğu bir gerçektir. İnsanlar eskisinden daha az inanmakta ve dinin ayin ve törenlerine daha az katılmaktadır. Bütün bunlar, gerek Katolikliği, gerek Protestanlığı -çeşitli yönlerden- birtakım girişimlere, giderek yeniliklere götürmekte.

DAHA ÇOK BİLGİ



Aragon, Çağımızın Sanatı (çev. Bertan Onaran), İstanbul, 1966.

Bertolt Brecht, Halkın Ekmeği (çev. A. Kadir - A. Bezirci), İstanbul, 1972.

M. Ş. İpşiroğlu - S. Eyüboğlu, Avrupa Resminde Gerçek Duygusu, İstanbul, 1972.

Claude Julien, Demokrasilerin İntiharı (çev. Mehmet A. Kaya- bal), İstanbul, 1974.

Ernest Mandel, Avrupa Meydan Okuyor (çev. T. Tayanç),

Ankara, 1974.

A. Mishin, Teoride ve Pratikte Burjuva Demokrasisi (çev. E. Aköz), İstanbul, 1976.

Herbert Read, Manet'den Picasso’ya 20 Çağdaş Ressam (haz. Adli Moran), İstanbul, 1966.

Boris Suchkov, Gerçekçiliğin Tarihi (çev. Aziz Çalışlar), İstanbul, 1976.

OKUMA


BRECHT VE PICASSO

...Çağdaş yazarlardan pek azmin eserleri bu büyük Alman şairinin, bu dâhi dram yazarmmki kadar barış düşüncesiyle dolmuş, barışa hizmetin gerekliliğini belirtmiştir. Brecht, insanlık davasının, iyilik için, gelecek için, yaşamak için savaşan basit insanın davasının eri olmuştur. İşin ilginç yanı, çağımızın en iyi hümanistlerinden birkaçı Prusyalı baronlarla barbar generallerin bu militarist Almanya'sından, bu kültür düşmanı Elitler Almanyası'ndan çıkmıştır: Heinrich ve Thomas Mann, Anna Seghers, Arnold Zweig, Bertolt Brecht. Şüphesiz, Alman halkının en derin gerçeğini onlar temsil ederler.

Brecht, bize derin görüşler, büyülü düşünceler ve yüksek duygular ile atılgan bir biçim orijinalliğinden meydana gelmiş bir eser bıraktı. Sanıyorum ki, zamanımızın herhangi bir eserinden çok, Brecht'in eserinde, sanatın gelecekte ne olacağını şimdiden görebiliriz: Sanat eserinin her türlü şematizmden ve dogmacılıktan iyice arınması... Yeni bir hayat kurulur ve insanlığın yüzü değişirken, Brecht, çağımızın getirdiği yeni öze uygun yeni sanatsal biçimlerin peşine düştü.

Halka adanan bir eserin, nasıl halkın silahı haline geldiğini, bunun için kendisini sınırlamaya, formüllere, şemalara hapsetmeye nasıl ihtiyaç olmadığım ve insanları silkelemek, etkilemek, dünyanın değişmesini var gücüyle desteklemek üzere bayağılaşmanın nasıl gerekli olmadığını gösterdi... "Popüler" ile "entelektüelin birbirine karşıt alanlar olmadığım ispat etti. En yüksek düzeyde bir aydının dahi nasıl bir halk yazarı olabileceğini öğretti. Öyleyken, hiçbir zaman sadelikle yalmkatlığı, halkla ayaktakımmı birbirine karıştırmadı. Bir zamanlar moda olan ;şıı tezi de kabul etmedi: Büyük yığınları etkilemek ve bu yığm- larca anlaşılmak için entelektüel düzeyi düşürmek, yeni biçimler aramayı boşlamak yahut duyguları ve gerçekliği sınırlandırmak gerekir. Brecht halkına karşı da, kendine karşı da namuslu, tam anlamıyla gerçekçi, eşsiz bir yazar örneği oldu.

Brecht, insanın savaştığı ve yüceldiği her yerde hazır olacaktır...

(Jorge Amado - Bertolt Brecht, Halkın Ekmeği, çev. A. Kadir - A. Bezirci, İstanbul, 1972 s. 5-6)

Les Lettres Françaises dergisinin 25 Mart 1945 tarihli sayısında Picasso'nun şu bildirisi yayımlanmıştı:

"Bir sanatçı nedir dersiniz? Ressamsa yalnız gözleri, müzik- çi ise yalnız kulakları, ozansa kalbinin her katında bir lir ve hatta boksörse, yalnız adaleleri olan bir ahmak mı? Tersine aynı zamanda siyasal bir kişidir sanatçı. Bütün varlığı ile tepki göstermesi gereken, acıklı, keskin, mutlu olayların karşısında her an bilinçli olması zorunlu bir kişidir sanatçı. Başkalarına karşı ilgi göstermeden yapabilir mi kişi... Kendisine bol bol canlılık getirenlerden kopabilir mi? Resim, odaları süslemek için yapılmamıştır. Resim, düşmana karşı saldırıda ve savunmada kullanılması gereken bir savaş silahıdır."

Ve düşman, Picasso'nun birçok defalar belirttiği gibi, bencilliği ve çıkarı için başka insanları sömüren kişidir.

(Herbert Read, Manet’den Picasso'ya 20 Çağdaş Ressam ve Ötekiler, hazırlayan: Adli Moran, İstanbul, 1966, s. 122)

HALKIN EKMEĞİ

Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.

Bakarsınız bol olur bu ekmek, bakarsınız kıt,

bakarsınız doyum olmaz tadına, bakarsınız berbat.

Azaldı mı ekmek, başlar açlık,

bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.

Bozuk adalet yeter artık!

Acemi ellerde yoğrulan, iyi pişirilmemiş adalet yeter! Yeter katıksız, kara kabuklu adalet!

Dura dura bayatlayan adalet yeter!

Bolsa insanın önünde ekmek, lezzetliyse, gözler öbür yiyeceklere yumulsa da olur.

Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire.

Bilirsiniz, nasıl bolluk doğurur ekmek:

Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.

Ekmek her gün gerekliyse nasıl, adalet de gerekli her gün, hem o, günde birçok kez gerekli.

Sabahtan akşama dek, iş yerinde, eğlencede, hele çalışırken canla başla, kederliyken, sevinçliyken, halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe, günlük, has ekmeğine adaletin.

Madem adaletin ekmeği bu kadar önemli, onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?

Öteki ekmeği kim pişiren?

Adaletin ekmeğini de kendisi pişirmeli halkın, gündelik ekmek gibi,

Bol, pişkin, verimli.

Bertolt Brecht (Çev. A. Kadir - Asım Bezirci)

SORULAR


  1. Yüklə 1,37 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə