Uygarlik tariHİ Server Tardlli


AzerbaycanlI besteci Kara Karayef de öyle



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə18/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   46

AzerbaycanlI besteci Kara Karayef de öyle.

Geleneklerini daha Çarlık Rusyası zamanında kurmuş ve Batı'da büyük bir saygınlık kazanmış olan Bale, Sov- yetler Birliği'nde bugün de en gözde sanat dallarından biridir ve günden güne yayılmakta ve zenginleşmektedir.

DAHA ÇOK BİLGİ

Melih Cevdet Anday, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaristan, İstanbul, 1965.

Ataol Behramoğlu, "Yazın Akımları Açısından Rus Yazınına Genel Bir Bakış", Türk Dili 1981, sayı 349, s. 372-401.

A. Fadeyef - E. Çerminski - G. Golikof, Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin Kuruluşu (çev. Şerif Hulusi), İstanbul, 1966.

P. N. Fedoseyev, Günümüz Dünyası ve Leninciliğin Sosyalist

Devrim Teorisi (çev. N. Özkan), İstanbul, 1978.

Nadir Nadi, İki Sovyet Rusya, İki Polonya (gezi notları), İstanbul, 1978.

Varlık Özmenek, İşte Sovyetler Birliği (SSCB gezi izlenimleri), Ankara, 1980.

İlhan Selçuk, Sovyetler, İran, Amerika İzlenimleri, İstanbul, 1976.

Atilla Tokatlı, Sovyet Şairleri Antolojisi, İstanbul, 1968.

OKUMA

SOVYET SİNEMASI



Sinemanın Rusya'ya girişi Çarlık yönetimi sırasında oldu. İlk Rus filmi 1908'de çevrildi. Rus sinema tarihinin devrim öncesi bu dönemi üzerinde söylenebilecek olan, bazı ünlü edebiyatçıların yapıtlarının sık sık sinemaya uyarlandığıdır... Bu dönemde Rusya'da 2000'i aşkın film yapıldı.

Devrim, Rus sinemasının bu "burjuva" dönemine son verdi... İç savaş, bir süre sinemanın unutulmasına sebep oldu. Yeni Sovyet hükümeti, bir süre sonra, üstünde durulmayan ve gerektiğince önemsenmeyen bir alan olan sinemaya el attı. "Sinema, bizim için sanatların en önemlisidir" diyerek, bütün sanat dalları içinde yeniliği, özellikleri, yaygınlığı, yığınları etkilemesiyle sinemanın işlevine ve geleceğine dikkati çeken Lenin'in hükümeti, 1919 Ağustosu'nda sinemayı devletleştirdi. 1922'de, daha da geliştirilecek olan Devlet Yüksek Sinema Teknik Okulu kuruldu.

Dziga Vortov, Lev Koloşov, Sergey Mihayloviç Ayzenştayn, Vsevolod Pudovkin, Aleksandr Dovçenko gibilerin oluşturduğu genç kuşak, kısa bir süre içinde Sovyet sinemasını -sesli filmin gelişine değin sürecek olan- altın çağına ulaştırdı.

...1924'te toplanan 13. Parti Kongresi'nde sinemaya yeni bir düzen verildi. Sovyet sinemasının devrim döneminin başeserleri bundan sonra çevrildi. Ayzenştayn, ilk filmi olan Grev'in (1925) ardından "bütün zamanların en iyi filmi" olarak nitelenen Potemkin Zırhlısı'm yapü. 1905'te Potemkin zırhlısının Çar'a karşı ayaklam- şını, "şaşırtıcı bir yalınlık içinde veren, başoyuncu olarak kitleyi kullanan, büyük bir çerçeveleme, sahne düzeni, ritim duygusu taşıyan, kurguyu en gelişmiş biçimiyle uygulayan" Potemkin Zırhlısı, bugüne değin aşılamayan bir film olarak kaldı. Ayzenştayn'ın tersine bireyi öne alan, bireyle toplum arasındaki çatışmaları inceleyerek yeni rejimin gerçeklerini sinemaya uygulayan Pudovkin de, Gorki'nin romanından sinemaya uyarladığı Ana (1926) ile başarı kazandı... "Sinemanın en büyük şairi" Dovçenko da Zvenigo- ra (1928), Cephanelik (1929) ve Toprak (1930) gibi en güzel eserlerini bu dönemde verdi. 1930'larda sesin sinemaya girmesiyle Sovyet sinemasının altın çağı sayılan devrim dönemi sona erdi.

Sovyet sinemacıları bir süre sese karşı durdular...

Ayzenştayn ve Pudovkin'in tersine, sesli film karşısında duraksamayan Vertov, 1934'te Lenin Üzerine Üç Şarkı adlı belge filminde folklor şarkılarım ustaca kullandı. Nikolay Ekk'in Hayat Yolu (1931), Sergey Yukoviç'in Altın Dağlar'ı (1931), Yutkeviç ve Frederik Ermler'in Karşı Plan'ı (1932) sesli filmin ve sosyalist gerçekçiliğin ilk başarılı örnekleri oldular. Ama sosyalist gerçekçilik anlayışının en kusursuz örneği ve ilk büyük sesli Sovyet filmi, Vasilyev kardeşlerin Çapayev'i idi (1934). Çapayev, Potemkin kadar ün kazandı.



Que Viva Mexico'dan sonra Ayzenştayn'ın Rusya'ya dönüşünde çevirmeye başladığı Bejin Çayırı da (1936) bitirilemedi. 1938'de çevirdiği Aleksandr Nevski'de Ayzenştayn, Rus tarihinin eski yapraklarını çeviriyordu... (Onun) ardından Korkunç İvan geldi... Korkunç İvan (1944-45), bütün sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri oldu. Pudovkin de, Ayzenştayn gibi bir süre tarihsel konulara yöneldi.

Savaştan sonra sarsılan sinemanın durumunu yeniden düzeltmek amacıyla çeşitli çalışmalar yapıldı... Sinemanın büyük ustaları Ayzenştayn, Pudovkin, Dovçenko, Vertov gibi sinemacılar art arda göçüp gittiler.

Stalin'in ölümüyle sinemacılar üzerinde uygulanan "düşünce kontrolü" yavaşladı. "Buzların çözülüşü" diye adlandırılan serbestleme hareketi, Parti'nin 1956'daki ünlü 20. Kongresi'nde Kruşçev'in kişileri putlaştırma tutumuna çatan konuşmasıyla büsbütün kuvvet kazandı. 1954-58 arasında, eski ve orta kuşak sinemacıların yanı sıra yer alan yeni bir kuşak, Sovyet sinemasının tarihsel gelişimi içinde, kısır, verimsiz bir dönemin kapandığını, propagandadan, siyasal güdümlerden, özgür anlayışlara, kişisel eleştirilere kayan bir yaratma bağımsızlığım tanıyan ve kabullenen yepyeni bir dönemin açıldığını haber veriyordu.

Bir "yeni dalga" şeklinde ortaya çıkan genç kuşakla Sovyet sineması yeniden canlandı. Öteden beri, öze biçimden daha fazla değer veren anlayış, böylece genç sinemacılarla biçime de öz kadar değer kazandırdı. "Halkın yaşama ve çalışma isteğini artırmak, olumlu kahramanlarla seyirciye toplumsal ideal kavramını vermek, halkın beğenisini eğitmek" amacı genç kuşağın eserlerinde başarıyla uygulandı. "Geçmişi eleştiren, bugünün gözüyle dünün gerçeklerine bakan" genç sinemacıların uluslararası ilk yüz akı Sergey Samsanov'un Çehov'dan uyarladığı Ağustos Böceği (1956) oldu. Sovyet sinemasında yenilerin meydana getirdiği bu canlı dönemin ilgi çekici filmleri, eskilerden Yutkeviç'in Othello'su (1956), Gerasimov'un Durgun Don'u (1957), Kozintsev'in Don Kişot (1956) ve Hamlet'i (1964), He- ifitz'in Küçük Köpekli Kadın’ı (1960), Romm'dan Bir Yılın Dokuz Günü (1952), Mihail Kalatazov'un Leylekler Geçerken’i (1957), Grigoriy Çukray'm Kırkbirinci (1956), Askerin Türküsü (1956) ve Duru Gök’ü (1961), Sergey Bondarcuk'un Bir İnsanın Alınyazısı (1959) ve Savaşla Barış'ı (1965), Marlen Kutziyev'in Yirmi Yaşındayım'! (1964), Andrey Tarkovski'den İvan'ın Çocukluğu (1962) ve Mihail Şveitzer'in Dirilişi'dir (1962).

Sovyet sinemasındaki bu yeni kuşağın bütün çabalarına karşın, o yüce ustalar çağının imgesel olanla nesnel arasındaki diyalektik birliği ustaca kuran sağlam sinemasını canlılığıyla, sarsıcılığıyla bütün sürdürebildiği, yineleyebildiği söylenemez. Ama bugün çağdaş Sovyet sineması, belli ölçülerde, o eski, parlak dönemlerinin başarısına erişmiştir.

(Sungu Çapan, "Ellinci Yılında Sovyet Sineması",



Ant, sayı 45, s. 14-15)

Bu sinemada şimdiye dek ustaca anlatılmış toplu destanlar, tarihin dönüm noktalarına eğilen kitle filmleri, kusursuz ve akademik klasik yazın uyarlamaları vardı. Ama gerçek ve çağdaş anlamında bireyler yoktu. Sovyet sineması şimdilerde bireye gelmiş gözüküyor...

Sovyet sinemasının bu yeni tavrı kuşkusuz bazılarınca eleştirilecektir. Bireyi anlatmaya dönüşün sanatta yeni revizyo- nizmlere kapı açacağı, burjuva sanatının tuzaklarına yeniden düşüşü getireceği söylenebilecektir. Biz... bireye yaklaşmanın temelde sosyalist sanatla, sosyalist gerçekçilikle hiç de çelişmediği görüşündeyiz. Sonuç olarak her türlü sanat eseri bireyi anlatır. Sorun, bireyi ele alış biçimidir. Burjuvazi, bunu bireyi sosyal bağlarından yalıtarak, bireyi aşırı ve zaman zaman hastalıklı bir yaklaşımla boyutlandırarak yapmıştır. Sosyalist sanat bireye yaklaşımda doğru ölçüleri koruduğu, bireyin sosyal yanını ve bağlamını belirgin tuttuğu, bireyi burjuvazinin yapagel- diği gibi yalnız kendi ego'sunu değil, tüm dünyayı yansıtan bir aynı olarak aldığı sürece, bireyin işlenmesinde sosyalist sanat anlayışına ters düşen hiçbir şey yoktur. Doğru ölçüler, sağlıklı yaklaşımlar korunduğu sürece sanatın bireyi, yani insanı anlatmasından çekinilir mi? Sovyet sineması, bu açılardan bize yeni ve ilginç bir yola girmiş gibi geldi.

(Attila Dorsay, "Sovyet Sinemasında Bireyin İşlenmesi Revizyonizm mi, Yeni Bir Açılım mı?"



Cumhuriyet, 25 Mayıs 1979)

ELİMDEN GELSE

Ben isterim ki Bulutlar ağlasın,

Ama çocuklar ağlamasın;

Hiçbiri öksüzlük, yetimlik nedir duymasın.

Ben isterim ki

Konuşsun her çiçek kendi dilince;

Ama silahların kesilsin sesi.

Ben isterim ki

Kapansın bütün kapılar karanlığa;

Ama gözler kapanmasın Sözler kapanmasın.

Ben isterim ki Yangınlar sönsün,

Ama umutlar sönmesin;

Erişsin her meyva kendi dalında,

Yüreklere acı bir söz değmesin.

Ben isterim ki Eğilsin dallar bereketten;

Ama insanoğlu başını eğmesin Utançtan ya da güçsüzlükten.

Ben isterim ki

Gözyaşı gibi aksın pınarlar,

Toprağın üzerinde duru berrak;

Ama pınarlar gibi akmasın gözyaşı,

Yeryüzünün hiçbir yerinde.

Ben isterim ki

Bir yıldızlar kalsın uykusuz Gökyüzünün derinliklerinde;

Ama insanlar yatıp dinlensinler,

Taze bir güçle başlamak için Güzel sabahlara Aydınlık sabahlara.

Ben isterim ki Her şey Her şey

Her şey eğilsin insanın önünde,

Ama insan, insana tutsak olmasın.

Ben isterim ki Sevinç bol olsun,

Mutluluk bol olsun

Ülkeden ülkeye giden yol olsun.

Resul Rıza (çev. Ataol Behramoğlu)

SORULAR


  1. Ekim Devrimi'nin ertesinde, sosyalist rejimin temellerini atan hangi kararnameleri biliyorsunuz? Her birinin içeriği nedir?

  2. Sovyet siyasal sistemi hangi ilkelere dayanır? "Çokuluslu devlet" ile "sosyalist demokrasi" neyi dile getirmektedir? "Sos-

yalist demokrasi", "Batı demokrasisi"rıden hangi noktalarda ayrılmaktadır?

  1. Sovyetler Birliği'nde sosyalist iktisatm kuruluşu hangi aşamalardan geçmiştir? Sovyet sanayisi hangi özellikleri taşır? Kolhoz ve sovhoz neyi dile getirirler? Sovyet sanayisi ile tarımı dünden bugüne hangi sorunlarla karşılaşmıştır? Bugünkü sorunları nelerdir? Sovyet ekonomisinin dışarıya açılışı hakkında ne biliyorsunuz?

  2. Sovyetler Birliği'nin sosyal tablosunun özellikleri nelerdir? Bu tablo ile kapitalist ülkelerin sosyal tablosu arasında ne gibi temel farklar vardır?

  3. Sovyetler Birliği'nde ailenin, kadının ve çocuğun toplumdaki yeri ne idi, ne olmuştur?

  4. Sovyetler Birliği'nde eğitim ve bilimsel araştırma hangi özellikleri taşır ve nasıl bir gelişme göstermiştir?

  5. Sovyetler Birliği'nde din sorununun özellikleri nelerdir? Nasıl bir gelişme göstermiştir?

  6. Sovyetler Birliği'nde sosyalist kültürün doğuşu ve gelişmesi nasıl olmuştur?

  7. Sosyalist gerçekçilik nedir? Ne gibi sonuçlar doğurmuştur?

  8. Sovyet edebiyatı bugüne değin hangi aşamalardan geçmiştir? Yazar ve şair olarak tanıdığınız büyük Sovyet edebiyatçıları kimlerdir? Maksim Gorki'nin Sovyet edebiyatındaki yeri nedir? Resul Rıza kimdir? Okuma parçası olarak verdiğimiz şiiri hakkında ne düşünüyorsunuz?

  9. Sovyetler Birliği'nde sanatın gelişmesi ne gibi özellikler taşır?

  10. Müzikte, Ulusal Rus Okulu'nu kim, ne zaman kurmuştur? "Rus Beşleri" kimlerdir? Çaykovski'nin sanatının özelliği nedir? Ekim Devrimi'nden sonra müzikte ne gibi gelişmeler olmuştur? Ünlü Sovyet bestecilerinden kimleri tanıyorsunuz?

  11. Sovyet sineması, nasıl doğmuş ve hangi aşamalardan geçmiştir? Ünlü Sovyet sinemacılarından kimleri tanıyorsunuz? (Okuma parçasını okuyunuz.)



BÖLÜM III

HALK DEMOKRASİLERİ

II. Dünya Savaşı'nın en önemli sonuçlarından biri, Orta ve Doğu Avrupa'da, genellikle "halk demokrasileri" adı verilen, yeni bir devlet tipinin doğmuş olmasıdır. "Halk Cumhuriyetleri" de denen bu yeni devlet tipine, Demokratik Almanya, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan giriyor.

HALK DEMOKRASİLERİNİN KURULUŞU



  1. Dünya Savaşı'ndan sonra 1919-1920 antlaşmaları, Orta ve Doğu Avrupa'da büyük değişiklikler yapmıştı: Daha önceden var olan bazı devletler büyümüş (örneğin Romanya, eski Sırbistan da Yugoslavya oluyor), bazıları da tarihe karışan Avusturya-Macaristan İmparatorlu- ğu'ndan doğmuşlardı (Avusturya, Çekoslovakya ve Macaristan); son olarak -eksiklerle de olsa- Polonya yeni baştan kurulmuştu.

Bütün bu devletlerde -bazıları açık, bazıları gizli faaliyetlerde bulunan- Marksist gruplar ve partiler vardı. Rusya'daki 1917 Ekim Devrimi, bu gruplara ve partilere büyük bir canlılık getirdi. Bununla beraber -bir tek istisna dışında- bunlardan hiçbiri, iktidara gelebilecek duruma ulaşamadı. O tek istisna da Macaristan'da gerçekleşti (1919) ve pek az yaşayabildi.

Daha sonra, bütün bu devletler, parlamentarizm yoluna girdiler. Bu parlamentarizm, yalnız Çekoslovakya'da düzenli bir yol izledi; onun dışındakiler ise yer yer kralcı müdahaleler ya da sonu diktatörlüğe varan hükümet darbelerine sahne oldu.

Ortaya çıkan rejimler, gerekli sosyal reformları ya sınırladılar ya da reddettiler; bununla da kalmayıp, Marksist ve halkçı nitelikteki partileri kovuşturdular. Ve sonuçta, Çekoslovakya bir yana, hepsinin ortak niteliği, içeride an- ti-sosyalizm, dışarıda ise anti-sovyetizm oldu. 1938- 1939'da Çekoslovakya bağımsız bir devlet olarak ortadan kaybolurken, Polonya sapmalar içinde bocalayan bir politika uyguluyordu. Ötekiler ise Berlin ve Roma'daki faşizme yaklaştılar ve onlarla beraber savaşa, II. Dünya Sava- şı'na sürüklendiler.

II. Dünya Savaşı süresince, hem faşizme bağımlı hükümetlere, hem de Alman işgaline karşı bir direniş hareketi gelişti, işçi ve komünist partiler bu mücadelede birinci planda gelen bir rol oynadılar.

1944-45 yıllarında, Sovyet orduları bu ülkeleri faşizmin istilasından kurtardığında, yeni bir devlet kurmak hakkı ve görevi de işte bütün bir savaş boyunca direnme hareketini yürütmüş olan güçlere ait bulunuyordu.

Yugoslavya ve Bulgaristan'da olduğu gibi, hükümdarlıklar hemen tarihe karıştılar ya da -Romanya'da olduğu, gibi- pek az yaşadılar. Savaş süresince iktidarda olan partiler, düşmanla işbirliği yapmış olmalarından dolayı saygınlıklarını yitirdiklerinden, koalisyon hükümetleri kuruldu. Bu koalisyonlar, çeşitli partilerden oluşuyordu; ama hepsine egemen olan ruh, direniş hareketinin ruhu idi. Hepsinde burjuva partileri yeniden kurulmaya başlarken, komünist partiler de daha büyük bir hızla gelişiyordu.

Ve sonuçta, yönetimin dizginlerini de onlar ele geçirmeye başladılar.

Böylece, halk demokrasileri ya da halk cumhuriyetleri denen rejimler kurulmuş oldu.

ÇEŞİTLİ KURUMLAR VE SORUNLAR

Siyasal kurumlar

Halk demokrasilerinin birkaçında bir cumhurbaşkanı vardır; ötekilerde kolektif nitelikte bir "prezidyum" bu görevi yapıyor. Hepsinde, genel oyla seçilen bir meclis vardır. Kanunları o yapar. Yalnız Yugoslavya'da, federal bir rejim olduğundan, çift meclisli bir parlamento bulunu-



yor; ötekilerde parlamento tek bir meclisten oluşuyor. İktisadi gelişme ve kurumlar a) Tarım

Halk demokrasileri kurulduğunda, iktisadi bakımdan başta gelen sorun, tarım sorunu idi: Çünkü, bu ülkelerde, halkın büyük çoğunluğu köylü idi ve topraklar -feodal tipe uygun bir biçimde- belli ellerde toplanmıştı.



  • Başta şu kural uygulandı: Topraklar, "onları ekip biçenlere" dağıtıldı. Fakat az sonra -1917'yi izleyen yıllarda- Rusya'da ortaya çıkan bir sorunla karşılaşıldı: Küçük işletmelerin çokluğu, toprağı işlemeyi güçleştirdiği gibi, emeğin verimliliğini de azaltıyordu. Bunun gibi, toprakta -asalak- soylular ortadan silinmişlerdi; ama onların yerine -vaktiyle gene Rusya'da görüldüğü gibi- zengin bir köylü zümresi ortaya çıkmıştı.

  • Bu nedenle ikinci bir aşamaya geçildi: Geçici olan bu aşamada köylüye yardımın yanı sıra, -Sovyetler Birli- ği'ndeki sovhozlara benzeyen- devlet çiftlikleri ile makine ve traktör istasyonları kuruldu.

  • Son bir aşamada "kolektifleştirmeye" başvuruldu. Bunda kooperatifler büyük rol oynadı. Köylüleri direnişe götürmemek için de ağır ve temkinli hareket edildi.

Halk demokrasilerinde, tarımda çalışanlar -genel olarak- üç gruba ayrılır:

  • Devlet çiftliklerinde ücretli çalışanlar. Bunlar işçilere pek benzerler;

  • Kendi toprağını ekip biçenler;

  • Kooperatifler halinde toplaşmış toprak sahipleri.

b) Sanayi

Sanayi alanında, halk demokrasileri arasında, başlangıçta yalnız ikisinde, Çekoslovakya ile Demokratik Almanya'da sağlam bir sanayi geleneği vardı. Ötekilerde ise, 1945'ten önce, sanayileşme pek zayıf kalmıştı. Sanayileşme zorluğu -ister istemez- "devletleştirme"yi de zorunlu kılıyordu.

Bütün bunların sanayi alanında sonuçları şu oldu: İşçi sınıfı büyük ölçüde çoğaldı; üretim -nicel ve nitel olarak- arttı.

Daha 1947'de bütün halk demokrasilerinde, 1938'deki üretim düzeyine erişilmiş bulunuyordu. 1947'den bu yana ise, bu ülkelerde sanayi -ekonominin öteki alanlarıyla beraber- dev adımlarıyla ilerlemektedir. Bu ilerleyiş, özellikle Doğu Almanya'da bütün dikkatleri toplayan boyutlara erişmiştir.

Bütün halk demokrasilerinde, ekonomi, "planlı ekonomi" dir. Uzun yıllar, sanayiye tarım karşısında, üretime tüketim maddeleri karşısında tanınan öncelik de, son yıllarda yerini daha liberal bir gelişmeye bırakmıştır. Bu konuda en ileri giden ülke olarak Polonya'yı görüyoruz.

Polonya, küçük işletmeleri devlet denetiminden çıkartarak "özelleştirmekte", bürokrasinin koyduğu sınırları da gevşetmektedir.



Kültürel tablo

Demokratik Almanya ile Çekoslovakya bir yana, Orta ve Doğu Avrupa, okur yazar oranının hayli düşük olduğu bir bölge idi. Bu oran, Romanya'da ve Polonya'da % 23'e, Bulgaristan'da % 32'ye, Yugoslavya'da % 45'e, Arnavutluk'ta % 65'e ulaşıyordu.

Bu tabloyu tersine çevirmek için bütün halk demokrasilerinde büyük bir eğitim faaliyetine girişildi. Bugün, hemen hepsinde okur yazarlık sorunu çözülmüş durumdadır. Eskiden kurulmuş üniversitelere yenileri eklendi. Özellikle işçilere hitap eden işletme okulları, teknik okullar, iş fakülteleri kurulmuştur. Geniş bir gezici kütüphanecilik, konferans ve tiyatro şebekesi, büyük halk kitlelerine kültürü taşıyıp durmaktadır.

Kültürel gelişmede, hemen bütün halk demokrasilerine Sovyetler Birliği örnek olmuştur. Ne var ki, her halk bu gelişmeye kendi rengini de katmış, katabilmiştir. Bugün, halk demokrasilerinde, edebiyatta, görsel sanatlarda, müzikte ve sinemada büyük boyutlara varan gelişmeler görülüyor: Örneğin, sinema alanında savaştan sonra dikkate değer eserler ortaya kondu.

Bu bakımdan, aralarında en şaşırtıcı ilerlemeyi gösteren de Polonya olmuştur; tiyatroda da öyle.

Sosyalist ülkelerde bugün sanat ve özellikle tiyatro yozlaşmıyorsa, bunda seyircinin maddeciliği ve diyalektiği iyi kavramış olmasının da büyük rolü var kuşkusuz. Özellikle Polonya tiyatrosunda, sanat kaygısı her vakit önde gelmiş; kaynaklara eğilişte, sahne sanatında uyguladıkları bir çeşit seçmecilik büyük önem kazanmıştır. Burjuva seyircisinden uzak, kapitalist düzene yaslanmayan repertuvar anlayışı, sanayileşen toplumda tiyatro ve seyirci ilişkisi gerçekçi bir gözleme dayanıyor. Gerçekçilik, eserlerin yo- rumlanışmdaki her çeşit gözlemcilik, yönetmenlerin temel uğraşları arasında yer alıyor. Burjuva seyircisinin bu denli bir ilişkisi olmadığı için, günümüz Batı tiyatrolarında gö- rülegelen yozlaşma ortaya çıkmamıştır.I



Din sorunu

Halk demokrasileri içinde Bulgaristan'da ve Romanya'da bir din sorunu ortaya çıkmamıştır. Bu iki ülkede Ortodoks Kilise devletten ayrı olarak, serbestçe faaliyette bulunmaktadır.

Ancak, örneğin Çekoslovakya'da, Kilise'nin "ayrılıkçı hareketi" desteklemek üzere, gerici öğelerle işbirliği yaptığı görülmüştür. Macaristan'da Kardinal Mindszenty, feodal papaz tipini sürdürüp durmuştur. Polonya'da da, Kilise ilgilileri -bazen bilmeden- tehlikeli siyasal davranışlara sürüklenmişlerdir.

Bu konuda, dışarıda, özellikle Vatikan'ın son derece kışkırtıcı bir rol oynadığı da açık.

HALK DEMOKRASİLERİNDEKİ GELİŞMELER Yugoslavya dışındakiler

1945 yılında, halk demokrasileri, Sovyetler Birliği ile Birleşik Amerika arasında bir yeğlemede bulunmuş değillerdi. Gerçi, siyasal ve sosyal rejimleri, Sovyet örneğinden esinleniyordu ama, yine de Batılı devletlerle normal diplomatik ve iktisadi ilişkileri sürdürüyorlardı.

1947'de, -ileri sürdüğü koşullarla- siyasal amaçlar taşıyan Marshall Plam'nm yardımı reddedilince denge bozuldu. Marshall Plam'na karşı bir önlem ve ağırlık olmak üzere, 1949 yılında Comecon adlı karşılıklı bir iktisadi yardımlaşma örgütü kuruldu. Bu örgütte bugün, -Yugoslavya dışında- bütün halk demokrasileri bulunmaktadır.

Askerî planda da işbirliğine gidildi: Atlantik Paktı'na karşı 1949 yılında Varşova Paktı kuruldu.



Yugoslavya

Yugoslavya 1948 yılında, başta öğretisel ve ulusal nedenlerle, Sovyetler Birliği'yle olan ilişkilerine son vererek, sosyalist dünyada apayrı bir yer seçti kendine.

Ve 1950'den sonra kendine özgü bir yol tuttu sosyalizmin kuruluşunda.

"Yugoslav yolu"nun özellikleri şunlar:



  • Devletin ve bürokrasinin ekonomi üzerinde etkisini en aza indirmek.

  • Artık, ekonomik faaliyetin genel ve ayrıntılı yönetimini devlet yüklenmiyor. Devlet, yalnız üretim ile tüketim arasındaki oranın temellerini saptamakla yetinmekte, teknik ve ekonomik kararlar ise bağımsız işletmelerde alınmaktadır.

  • İşletmeler devletin malıdır ama, işçilerce yönetilir. Bütün işçiler, bu yönetime, seçtikleri bir kurul kanalıyla katılırlar.

  • Bu işletmeler mallarını, merkezileşmiş bir ekonominin otoriter ve bürokratik kararlarından bağımsız olarak, yarışmanın bulunduğu bir piyasaya sürer. Bağımsız gruplar arasındaki bu yarışma, gerçi merkezî egemen planca kabul edilmiş genel kurallar çerçevesinde olmaktadır ama, plan artık ayrıntılara girmemektedir.

- Toprak, bireysel mülkiyet rejimi (10 hektardan az) ile pazar için çalışan genel kooperatifleri bağdaştıran karma bir sisteme bağlı.

Bu yanlarıyla, Yugoslavya'nın sosyalizmin kuruluşunda "liberal" bir yol izlediği ileri sürülmektedir. Bununla beraber, rejim orada da tek partilidir. Komünist Parti 1952 yılından beri Komünistler Birliği adını taşır.

Dış politikada, Yugoslavya, Doğu ve Batı ile ilişkilerinde "yansız" bir politikadan esinlenmekte.

DAHA ÇOK BİLGİ

A. Alvarez, Doğu Avrupa'da Yazar ve Toplum (çev. Esin Örücü - Mehmet Harmancı), İstanbul, 1966.

Melih Cevdet Anday, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaristan, İstanbul, 1965.

OKUMA


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə