Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə21/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   46

KÜBA'DA KÜLTÜR SİYASETİ

Gerek edebiyatta, gerek göze ve kulağa seslenen öbür sanatlarda uygulanagelmekte bulunan anlatım özgürlüğünün temeli, Başkanımız Fidel Castro'nun ünlü Palabras a los intellectuales (Aydınlara Sözcükler) adlı söylevinde açıkladığı kültürel siyasete dayanmaktadır. Bu söylev, yaratıcının anlatacağı şeye en uygun gelecek biçim ve deyişi seçip seçemeyeceği konusundaki bütün kuşkuları ortadan kaldırdı, ayrıca devrimci olmayan yazarların izleyeceği yolu da çizdi. Bütün sanatsal eğilimleri hoş karşılayan bu bilgece tutum, Küba'daki geniş sanatsal verimi açıklayan başlıca nedenlerden biridir. Bununla birlikte, Fidel Castro'nun devrimci olmayan aydınların durumuna parmak basması çok daha önemlidir: "Devrim, ancak yola gelmeyecek derecede gerici, karşı devrimci olanları gözden çıkaracaktır... Devrim bu gerçeği anlamalı, dolayısıyla da, sahiden devrimci olmayan bütün sanatçı ve aydınları Devrim içinde çalışabilecek bir ortama kavuşturacak, onların yaratıcı aklını, devrimci yazar ya da sanatçı olmasalar bile, Devrim içinde eser verebilecek olanak ve özgürlüğe sahip kılacak biçimde davranmalıdır. Bunun anlamı şu: Devrim içinde her şey yapılabilir; ama Devrim'e karşı hiçbir şey yapılamaz."

Karşı-devrimciler bir yana, herkese gösterilen bu anlatım özgürlüğü ve olanağı, Devrim'in türlü eğilim ve görüşteki aydınlar-

(Jose Rodriguez Feo, “Küba'da Edebiyat", çev. Bertan Onaran, Yeni Dergi, sayı 50, s. 329)

ANGELA DAVIS

Güzel olduğunu söylemeye gelmedim.

Biliyorum, güzelsin.

Ama konu bu değil şimdi, konu ölünü istemeleri,

Kafatasını istiyorlar, Angela,

Jackson'un, Lumumba'nın kafatasları gibi,

Büyük Şef'in çadırını süslemek için.

Ve biz

gülüşünü istiyoruz senin.



Değiştireceğiz kin duvarlarım havanın saydam duvarlarıyla, çektiğin acıların çatısını bulutların, kuşların çatısıyla, başında nöbet tutan gözcüyü elinde kılıç tutan bir melekle.

Nasıl da yanılıyor cellatların, Angela!

Sert ve ışıltılı bir dokudan yaratılmışsın,

paslanmaz bir atılımdan;

güneşlere, yağmurlara karşı koyarsın,

rüzgârlara, aylara,

karşı koyarsın fırtınalara.

Düşler vardır hani,

o düşlerde heykellere can verir zaman ve boyuna türküler yaratır, sen o düşlerin parçasısın.

Aşktan söz etmeye gelmedim buraya, seni sevdiğimi söylemeye gelmedim, seni tutkuyla istediğimi...

Ah, konu bu değil şimdi.

Güçlüsün, dirençlisin, bunıı söyleyeceğim, yapışırsan boğazlarına, kırarsın kafalarını seni diri diri yakmak isteyenlerin ülkenin güneyinde bir direğe bağlayıp, kor kesilmiş bir direğe bağlayıp yapraksız bir meşe ağacına bağlayıp güneyde alev alev bir çarmıha bağlayıp seni yakmak isteyenlerin boynuna sarılırsın.

Beceriksiz bir düşman bu,

Kendi sesiyle bastırmaya kalkıyor senin sesini,

ama biliyoruz hepimiz

yalnız senin sesin çınlıyor şimdi,

bir dinamit gibi patlıyor gecede

tutuklanmış bir şimşek gibi çakıyor,

göklere yükselen bir alev gibi,

ışığında zencileri gördüğümüz,

yırtıcı tırnaklarıyla zencileri,

ve yoksul insanları, öfkeli insanları gördüğümüz

bir yıldırım gibi düşüyor sesin.

İçinde yaşadığım o gerçekleşmiş düşten, kararlı insanların yanından, bu azgın ama dostça denizin kıyısından, yırtıcı dalgalara bakarak rıhtımda, bağırıyorum, sırtına biniyor rüzgârın sesim, o büyük rüzgâr götürüyor sesimi benim rüzgârım babamız Karaipler.

Adını söylüyorum, Angela, bağırıyorum.

Kavuşturuyorum ellerimi, yalvarmak için değil,

yakarmak için değil cellatlarına,

alkışlamak için seni,

tutmak için elimde senin ellerini,

güçlü ellerini, o güçlü ellerini,

senin olduğumu bilmen için, Angela.

Nicolas Guillen (Çev. Ülkü Tamer)


  1. Küba'da kurtuluş hareketleri nasıl bir yol izlemiştir ve sonucu ne olmuştur?

  2. Küba'da bugünkü rejimin özellikleri nelerdir?

  3. Küba'da bugün nasıl bir kültür siyaseti izlenmektedir? (Okuma parçasını okuyunuz.)

m

ÜÇÜNCÜ DÜNYA



  1. yüzyıl başladığında, bir tek dünya vardı: Egemenliğini hemen bütün yeryüzüne kabul ettirmiş "Batı dünyası." Bir başka deyişle "kapitalist dünya." 1917'lerden başlayarak ikinci bir dünya doğar: "Sosyalist dünya." II. Dünya Savaşı'nm bitiminden bu yana da, kitaplarda bir "Üçüncü Dünya" terimi yer almıştır.

Nedir Üçüncü Dünya?

Üçüncü Dünya, "azgelişmiş" de denen, belli nitelikleri olan birtakım toplumlarm oluşturduğu bir dünya.

O toplumlarda, kapitalist olsun, sosyalist olsun, "ileri sanayi" aşamasına varmış toplumlarm niteliklerine rastlanmaz. Bambaşka gerçeklerin, bambaşka sorunların dünyasıdır bu. Günümüzün iktisatçıları, sosyologları, demografları ve politikacıları da, bu ayrı dünyaya giren ülkeleri, "gelişmiş" ülkelerden ayırt etmek için bu deyimleri kullanmaktadır.

Aşağıda, ilk paragrafta, işte bu Üçüncü Dünya'nın, azgelişmiş ülkeler dünyasının gerçekleri ve sorunlarını ele alacağız; ikinci paragrafta da, bu dünyayı oluşturan başlıca gruplardan söz açacağız.


BOLUM I

AZGELİŞMİŞLİK NEDİR?

İktisadi ve sosyal bakımdan "azgelişmiş ülke" deyince, "gelişmiş" kapitalist ve sosyalist ülkeler dışında kalan ülkeler anlaşılır.

Ancak, her şeyden önce, nedir "azgelişmişlik"?

Azgelişmişliğin, gelişmişlikten ayrılan "belirtileri" nelerdir?

Ve hangi "etkenler" azgelişmişliği doğurmuştur ve bugün de sürdürmektedir?

AZGELİŞMİŞLİĞİN BELİRTİLERİ .

VE ETKENLERİ

Bir ülkenin "azgelişmişliği"ni gösteren çeşitli belirtiler vardır.

Ve bu belirtilerden hiçbiri de "gelişmiş" bir ülkede yoktur.



Azgelişmişliğin belirtileri

Azgelişmişliğin, gelişmişlikten ayrılan belirtileri nelerdir?

Bir ülkede okur-yazar olmayanların çoğunlukta olması, kadının erkekten aşağıda tutulması, beslenme yetersizliği, sağlığı korumada yetersizlik, milli ve iktisadi bütünlüğün zayıflığı, yapısal işsizlik, ortalama ulusal gelirin düşüklüğü, sınırlı bir sanayileşme, tarımda uğraşanların çokluğu ve şişkin bir hizmet kesimi, iktisadi bakımdan -özellikle- kapitalist ülkelere bağımlılık... Akla ilk gelen belirtiler oluyor.

Bunlardan birkaçı üzerinde durmak, konuya berraklık getirmesi bakımından yararlı olacak.



  • "Ümmilik" (analphabétisme) kelimesiyle dile getirilen, genel nüfus içindeki okur-yazar olmayanların oranı bakımından azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasında önemli bir fark vardır. (Gelişmiş ülkelerde 10 ve daha yukarı yaşlarda okur-yazar olmayanların bütün nüfusa oranı % 0-5 arasında değişirken; bu oran azgelişmiş ülkelerde % 90'a dek ulaşmaktadır).

Azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkelerde okur-yazar oranlarındaki bu büyük farkı şu nedenlere bağlamak olası: Ulusal gelirden eğitim ve öğretim için ayrılan miktar yetersiz kalmaktadır: Azgelişmiş ülkelerde yeterli öğretmen, okul ve ders aracı yoktur; hele çeşitli dillerin konuşulduğu azgelişmiş ülkelerde, bu durum engelleyici ve eğitimin maliyetini yükseltici bir rol oynamaktadır; eğitim nimetinden faydalanmada cinsiyet, yerleşme düzeni (köy ve kent yerleşmeleri) ve sosyal sınıflar açısından büyük farklar vardır.

Azgelişmi.- -¡keler bakımından, durumu daha da kötüleştiren biı ■ göçü’’ adı verilen ve gelişmiş

ülkelere do( wu-ien kalifiye insanların yurtlarından ayrılmaları olavı. Gelişmiş ülkeler arasında bundan en çok yararlanan da Birleşik Amerika olmaktadır.

  • Objektif bir ölçü olarak kabul edilen "ulusal gelir", azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler karşılaştırılmasında en çok başvurulan ölçülerden biridir. Çünkü "ulusal ge- lir"in sayılarla belirtilmesi, iktisadi durumu göstermesi kadar, sosyal ve kültürel durumlarla da yakın bağlılığı vardır.

Ulusal gelirin gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerdeki özellikleri şöyle özetlenebilir:

Ulusal gelirin artışı, gelişmiş ülkelerde, azgelişmiş ülkelerden daha büyük ve daha hızlı olmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde, ulusal gelirin dağılışında, sosyal sınıflar ve bölgeler bakımından büyük eşitsizlikler vardır. Bu tür ülkelerde, ulusal gelirin çok büyük bir kısmı küçük bir azınlığın eline geçer. Örneğin ulusal gelirin % 80'ini % 5'lik bir azınlığın ele geçirdiği ülkeler vardır Üçüncü Dünya içinde.



  • Genel olarak gelişmiş ülkeler, en başta sanayinin çok gelişmiş olduğu ülkelerdir. Azgelişmiş ülkelerde yaygın olan tarım yaşamının yanı sıra, sınırlı bir sanayileşme görülmektedir. Bir yandan, tarım kesimi ile birlikte ele alınmayan hızlı bir sanayileşme, ödemeler dengesinde açık, enflasyon, hızlı bir kentleşme ve geleneksel sosyal yapıda anarşi yaratırken; bir yandan da azgelişmiş ülkelerin sanayileşmesi bazı engellerle karşılaşmaktadır. Bu engellerin, iktisadi çevrelerin kusurları, sosyal ve demokratik sorunlar, üretim etkenlerinin yetersizliği olmak üzere başlıca üç grupta toplandığı görülür.

  • Azgelişmiş ülkeleri gelişmiş ülkelerden ayıran güvenilir ölçülerden biri de, çalışan nüfus içinde tarımla uğraşanların büyük oranlarla yer almasıdır. Gelişmiş ülkelerde tarım kesiminde çalışan nüfus oranının düşük olmasına karşılık, azgelişmiş ülkelerde bu oran % 40'ı aşarak, örneğin Kongo'da % 86'ya varmaktadır.

Azgelişmiş ülkelerde, sınırlı bir sanayileşmeye karşılık, ticari faaliyet şaşırtıcı bir görünüş kazanmaktadır. Bu ülkelerde aile ekonomisinin yaygın oluşunun "ticaret"i sınırlandırması beklenirken, çalışan nüfusun iktisadi faaliyet dallarına göre bölünüşünde ticaretle uğraşanlar dikkati çeken bir oran gösterir. Daha da şaşırtıcı olan, ulusal gelirin dağılışında ticaret kesiminin bu ülkelerde aldığı aşırı paydır.

  • Son olarak, azgelişmiş ülkelerin ekonomisi, çeşitli bakımlardan gelişmiş ülkelere, özellikle kapitalist ülkelere bağlıdır.

Bazı azgelişmiş ülkeler için tarihsel nedenlere dayanır bu bağlılık. Çünkü bu ülkeler, siyasal bağımsızlıklarını kazanmadan önce, sömürge ya da yarı-sömürge döneminden geçmişlerdir ve bunun yarattığı ilişkilerden bütünüyle kurtulamamışlardır.

Bununla beraber, tarihleri boyunca bir bağımlılığa konu olmamış bulunan azgelişmiş ülkeler de, bugün derece farkları ile, iktisadi bakımdan bağımlı durumdadırlar.



Azgelişmişliğin etkenleri

Azgelişmişlik neden doğmuştur? Hangi etkenler, azge- üşmeyi ortaya çıkarmıştır ve -bugün de- sürdürmektedir?



  1. Coğrafi etken, tek başına azgelişmeyi belirleyebilir mi?

Coğrafi etkenin, tek başına azgelişmeyi belirleyemeye- ceği bir gerçektir. Gerçi, bir dünya haritasına bakıldığında, azgelişmiş ülkelerin çoğunlukla tropik ve yarı tropik bölgelerde toplandığı görülür. Ancak bunun, azgelişmiş ülke olmakla ilişkisi bulunduğu söylenemez. Çünkü bu kuşak dışında da (Akdeniz çevresinde bazı ülkeler ve Ortadoğu gibi) azgelişmiş ülkeler vardır.

Öte yandan, yalnız İsrail örneği bile coğrafi etkenle az- gelişme arasında kesin ve katı bir bağın kurulamayacağını açıkça gösterir.



  1. Irk, azgelişmenin etkeni olabilir mi?

Irk etkeni de tek başına gelişmeyi etkileyemez. Gerçi beyaz ırkın üstün olduğu görüşü yaygındır ve Akdeniz, Orta Avrupa, Ortadoğu ile Latin Amerika ülkelerinde, beyaz ırkın egemen olduğunu görüyoruz. Ancak bu ülkeler içinde de azgelişmiş olanları vardır. Bu da, beyaz ırkın üstünlüğünden bahsedilemeyeceğini gösterir.

Bunun içindir ki, coğrafi etken gibi ırk etkenini de azgelişmenin nedeni olarak göstermek doğru olmaz.



  1. Din, azgelişmişliği açıklayabilir mi?

Din, toplumların gelişmesinde, onların ileri gitmesinde ya da geri kalmasında nasıl bir rol oynamaktadır? Örneğin bütün Müslüman ülkelerin azgelişmiş ülkeler arasında bulunması ne dereceye kadar dine bağlanabilir?

Başka dinlere göz atmadan, yalnız Müslümanlık ile ilgili olarak şöyle yanıtlayabiliriz bu soruyu: Başlangıçtan 11. yüzyıla değin Müslüman ülkelerdeki büyük ilerleyiş, başta iktisadi ve ona bağlı olarak sosyal gelişme ile ilgilidir. O yüzyıldan sonraki duraklama ve gerileme, başta iktisadi çözülmenin bir sonucu olmuştur. İşte, iktisadi ve sosyal koşulların zaman içinde değişikliği, Müslümanlı-



ğın değişik biçimlerde yorumlanmasına neden olmuştur: İktisadi bakımdan gelişmiş bir dönemde ve çevrede, Müslümanlık ilerlemeye yardım eden bir biçimde yorumlanırken, iktisadi çözülüş ve gerileyiş döneminde ve bu durumdaki çevrelerde Müslümanlık gelişmeyi engelleyici biçimde yorumlanmıştır. Ve bunun doğal sonucu olarak da, engelleyici bir yoruma tabi tutulduğu ülkelerde ve zamanlarda da, Müslümanlık toplumların ilerlemesine çeşitli biçimlerde engel olan bir din halini almıştır. Daha kısa bir deyişle, Müslümanlık ülkelerin geri kalışında etken olmamıştır.

Olamazdı da...

Sonuç olarak denilebilir ki, azgelişmeyi tek bir etkene dayanarak açıklamak olası değildir. Azgelişmişlik, bir "karmaşıklık" içinde karşımıza çıkmaktadır aslında. Ancak, hemen bütün azgelişmiş ülkeler için geçerli olan bir tarihsel neden vardır ki, azgelişmişliğin genel çerçevesini çizmiştir ve bugün de çizmektedir.

Nedir o?


Batı kapitalizmi ve emperyalizmi.

  1. Kapitalizm, emperyalizm ve yeni sömürgecilik

Gerçekten 15. ve 16. yüzyıllarda "büyük keşifler"le başlayan "Batı sömürgeciliği", genellikle doğal zenginliklerin ve değerli madenlerin talan edilmesine dayanıyordu. Fethedilen yerler anatavanın bir çeşit çiftliği durumundaydı. 18. yüzyılın sonlarından kalkarak -önce İngiltere'de olmak üzere- başlayan Sanayi Devrimi ile, bu eski tüp sömürgeciliğin yerini, anavatanda elde edilen fabrika ürünlerine pazar bulmak çabası aldı. Kapitalist ülkeler, kendi üretim düzenlerini, yani kapitalizmi ayakta tutabilmek için, büyük "hammadde ve pazar imparatorlukları" kurarak dünyayı paylaştılar. Doğaldır ki, bu paylaşma, kendi aralarında da zaman zaman büyük çatışmalara neden oldu. Özellikle I. ve II. Dünya savaşlarının kaynağında, en başta bu paylaşmanın ortaya çıkardığı uzlaşmazlıklar yatar.

Burada, konumuz bakımından asıl dikkat edilecek

nokta şudur: Batı kapitalizminin hammadde deposu ve pazarı haline getirilen bütün ülkeler, bugün "azgelişmiş ülkeler" diye adlandırılan kategorinin içine girmektedir. Bütün bu ülkeler, Batı'da olduğu gibi "kapitalizmi" kuramadıkları gibi, "Sanayi Devrimi" ni de gerçekleştirememişlerdir. Ama bu "geri kalış"ın nedeni -en başta- "Batı kapitalizminin kendisidir. Çünkü Batı kapitalizminin varlığını sürdürebilmesi, bu ülkelerin bir "hammadde deposu" ve "pazar" olarak kalmasını zorunlu kılmaktaydı. Başka bir deyişle, bu ülkeler, "Sanayi Devrimi"ni gerçekleştirdikleri takdirde, giderek Batı kapitalizminin pazarı olmaktan kurtulacaklarından ve bu da -doğal olarak- Batı kapitalizminin aleyhine olacağından, bu ülkelerin böyle bir süreç içine girmelerine, Batı her türlü yola başvurarak -çok kez silah zoruyla- engel olmuştur. Böylece, azgelişmiş ülkelerin "geri kalmışlığından değil, aslında "geri bırakılmışlığı"ndan bahsetmek daha uygun düşer tarihsel gerçeklere.

Çeşitli nedenlerle, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, artık silah zoruyla toprak elde edip sömürge ve pazar durumuna getirmek yolu terk edildi. Doğaldır ki, bu gelişmede en önemli etken "Üçüncü Dünya"nm uyanışı ve "ulusal bağımsızlık hareketleri"nin şiddetlenişi oldu. Bugün, -dünya kamuoyunca pek "ayıp" karşılanan- "askerî işgal" yoluna arada sırada yine başvurulduğu oluyor ama, "yeni sömürgecilik" denen yollar kullanılıyor genellikle.

Nedir yeni sömürgecilik?

Yeni sömürgecilik, kapitalist sömürgecilik ve emperyalizmin, azgelişmiş ülkede ulusal bağımsızlık kazanıldıktan sonra süren biçimine verilen ad. Ulusal bağımsızlık kazanılmıştır ama, eski sömürgeci ülkeyle iktisadi bağlantılar sürmektedir ya da başka birtakım kapitalist ülkelerle -yine sömürülmeye dayanan- yeni ilişkiler kurulmuştur. Yeni sömürgecilik arkasında koşan devletler de, sömürecekleri ülkelerde sağlam bir sosyal temele dayanabilmek için, kendi kültürlerini yaymak, özellikle "yabancı sermaye ile kalkınma zorunluluğu" gibi kavramları benimsetmek yoluna gitmekte, hatta gerektiğinde, kendilerine yakın çevreleri iktidara getirmek için siyasal tertiplere giriş-

inekten kaçınmamaktadırlar. İnsancıl düşüncelere dayanır gibi gözüken "dış yardımlar", çoğu zaman, yeni sömürgeciliğe doğru atılmış birer adım olmakta, yardımda bulunan ülke ile yardım alan ülke arasındaki ticaret ilişkilerini geliştirmek ve giderek azgelişmiş ekonomileri denetim altında tutmak hedeflerine yönelmektedir.

İşin içine, siyasal ve askerî amaçlar da girmektedir doğallıkla.

Yeni sömürgecilik, azgelişmiş ülkelerde, genellikle "tutucu" güçlerle işbirliği yapmaktadır. Ancak, bu güçlerin toplum düzenini altüst olmaktan kurtaramayacağım gördüğü hallerde de, hafif "reformcu" hareketlerle işbirliği yapmayı kendisi için daha kârlı bulmaktadır.

AZGELİŞMİŞ ÜLKELERDE SOSYAL SINIFLAR VE SİYASAL REJİMLER



Azgelişmiş ülkelerde sosyal sınıflar

Sosyal sınıflar bakımından azgelişmiş ülkelerle Batılı ülkeler karşılaştırıldığında şu noktalar dikkati çekiyor:



  • Bu ülkeler, temelde birer tarım ülkesi olduğundan, sanayileşme de yeni ve zayıf olduğundan, nüfusun büyük bir bölümünü köylü kitleler oluşturur. "Feodal" ilişkilerin köylü kitleler üzerinde ağırlığım hâlâ duyurduğu bazı azgelişmiş ülkelerin bulunduğu da görülüyor.

  • Azgelişmiş ülkelerde işçi sınıfı, sayı, örgütlenme derecesi ve yapısı bakımından ülkeden ülkeye büyük farklar gösteriyor. Bazı ülkelerde, kendi partileri çevresinde toplanmış bilinçli bir işçi sınıfı vardır; bazılarında ise, işçi sınıfı henüz ilk adımlarını atmakta ve örgütlü politik bir güç olarak ortaya çıkamamaktadır. Bazı azgelişmiş ülkelerde ise, sanayi işçisi ya yoktur ya da yeni yeni ortaya çıkmaktadır.

  • Bu karşılaştırmada "orta sınıflarî'ın durumu da dikkati çekmektedir.

"Orta sınıflar" deyince, toplumda bağımsız olarak çalışanların oluşturduğu kesim anlaşılır. Bu sınıfın içine, bir kısım esnaf, bağımsız zanaat erbabı, orta memur tabakası, serbest meslek erbabı, müstahdemler, orta ve küçük satıcılar girmektedir.

Gelişmiş ülkelerde, bir ölçüde "denge ve kararlılık öğesi" olarak rol oynayan, iktisadi ve kültürel gelişmelerde bir yeri olan orta sınıfların azgelişmiş ülkelerde neden bu rolü oynamadıkları sorulabilir. Hemen akla gelen, orta sınıfların azgelişmiş ülkelerdeki zayıflığıdır. Gerçekten, gelişmiş ülkelerin sınıf piramidinde orta sınıfların büyük yer tutmasına karşılık, azgelişmiş ülkelerde orta sınıflar az yer tutar. Örneğin Fransa'da nüfusun % 30'unu, İngiltere'de % 33-37'sini ve Birleşik Amerika'da % 50'sini orta sınıflar oluştururken, bu oran azgelişmiş ülkeler için % 5-10 arasında değişmektedir.



Azgelişmiş ülkelerde orta sınıfların zayıf olmasının nedenleri arasında şunlar var:

  • Batılı toplumlar, feodalite döneminden geçerek ulus halini almışlardır. Bu dönemde köylülerin özgürlüklerini kazanmaları, büyük kentlerin kurulması, ticaret yaşamıyla sanayiye başlangıç olan el sanatları, bu ülkelerde orta sınıfların çekirdeğini oluşturmuştur. Oysa azgelişmiş ülkeler bu tarihsel gelişimin dışında kalmışlardır.

  • Azgelişmiş ülkelerde, iktisadi faaliyetlerin dış güçler yararına işletilmesi, orta sınıfların gelişmesini sınırlandırmıştır. Çünkü çoğu hallerde, özellikle sömürge döneminde, iktisadi ve ticari faaliyet yabancılarca yürütülmüştür.

  • Azgelişmiş ülkelerin -zayıf da olsa- burjuvazisi, yaratıcı iktisadi faaliyetler yerine spekülasyona ve aracılığa eğilim duymuştur.

Hâlâ da duymaktadır...

Sonuç olarak, azgelişmiş ülkelerde, orta sınıflar nicelik ve nitelik olarak zayıftır. Kendilerinden beklenen görevleri yerine getirdikleri kolaylıkla söylenemez. Buna karşılık, azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşmalarını orta sınıfların gelişmesine bağlı görenler de vardır. Çünkü, bunlara göre, iktisadi gelişmenin öncüsü olan, ri-

zikoyu göze alarak yatırım faaliyetine girişen "girişimci" tip, orta sınıflardan çıkar.

Azgelişmiş ülkelerde siyasal rejimler

Azgelişmiş ülkeler, ister uzun bir geçmişe dayansınlar, ister bağımsızlıklarını yeni kazanmış olsunlar, geleneksel demokratik kurumlardan yoksun bulunmaktadırlar. Bu ülkelerin sosyal yapıları, çeşitli biçimler altında otoriter yönetim eğilimlerini beslemektedir. Öyle ki, "demokratik yönetim"in yürürlükte olduğu azgelişmiş ülkelerde bile kendini göstermektedir bu eğilim.

Gerçekten monarşi ya da diktatörlük ile yönetilen azgelişmiş ülkelerin yanı sıra, görünüşte demokratik kurumlan olan azgelişmiş ülkeler de vardır. Başta seçim ve parlamento olmak üzere ülkenin yönetiminin "halk irade- si"ne dayandığı kanısını veren bir durumun olmasına karşın, bu demokratik görünüşün altında -çok kez- bir çeşit "zümre egemenliği" hüküm sürmektedir.

Azgelişmiş ülkelerde demokratik yönetimle birlikte ortaya çıkan başlıca üç görünüş vardır:



  • Tek parti eğilimi.

Özellikle Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde tek parti eğilimine "Kemalist" tek parti modellik etmektedir. Ne var ki, özellikle iktisadi bakımdan yetersiz sayılmaktadır bu model.

  • Egemen partili rejim.

Bu rejim, "demokratik çoğulculuk" ile "tek partili diktatörlük" arasında yer almaktadır: Ülkede birçok parti vardır, ama bunların içinde biri, çeşitli nedenlerle -sürekli olarak- siyasal iktidara egemen bulunmaktadır. "Meksika modeli" de denen bu rejim, "başkanlık sistemi" ile birleşmiş olarak, Latin Amerika ülkelerinde yaygındır.

  • Silahlı güçlerin ağırlığı.

Askerlerin siyasete müdahalesi, azgelişmiş ülkelere özgü bir durumdur.

Her şeyden önce, bu ülkelerin yapılarında toplumsal güçsüzlük egemendir. Bu genel güçsüzlük ortamında, "en iyi örgütlenmiş" ve "en etkili güç" olan ordu, kendiliğinden siyasal sisteme ağırlığını koyabilmektedir.

Ayrıca, azgelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunun ulusal kurtuluş savaşından yeni çıkmış olmasından dolayı, siyasal ve askerî kadroların iç içeliği ve rol karmaşıklığı, savaştan sonra da etkinliğini sürdürmektedir.

Bu ülkelerde izlenen bir başka önemli olgu da şu: İktisadi ve kültürel bakımdan egemen olan "atomlaşma" genel güçsüzlüğe katkıda bulunurken, "uluslaşma" sürecini de geciktiriyor ve ulusal savunma görevini üstlenmiş olan orduya, müdahale için, hem olanak hem de gerekçe hazırlamış oluyor.I

Azgelişmiş ülkelerde zaman zaman karşılaşılan askerî yönetim -her ülkede aynı niteliği taşımamakla beraber- çoğunlukla sosyal adaletten yana, giderek ilerici görünmektedir. Bunun başlıca nedeni, gelişmiş ülkelerden farklı olarak, azgelişmiş ülkelerdeki orduların "halkçı" olmasına yol açan sosyal sınıf ve tabakalardan gelmesidir.


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə