Uygarlik tariHİ Server Tardlli



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə36/46
tarix16.08.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#63403
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   46

Şiire Mütareke yıllarında başlayıp, Cumhuriyet sonrasında bambaşka bir sesle ortaya çıkan Nâzım Hikmet (19021963), heceden yola koyulur. Ama az sonra, özgün bir serbest nazım yapısı kurarak ve şiirinin özüne güçlü bir sosyalizm inancını yerleştirerek "iki yanlı bir etki" kazanır.

Hece ölçüsünün yapabileceği şeylerin bittiğini ilk görenler arasındaydı Nâzım Hikmet. İlerde "Garip"çilerin kıracağı dar kalıpları, daha önceden o parçalamıştı. "Yeni şiirimizin biçim özgürlüğü aslında ondan gelir." Böylece yüzyılın başında doğanlardan yalnız Nâzım Hikmet değişik bir şiirin temsilcisi oldu ve 20. yüzyıl şiirimizin ardından gideceği odak noktalarından biri haline geldi.

Ne var ki, bu ses uzun yıllar hapishane duvarlarının arkasından söyleyecektir söyleyeceğini...

Nâzım Hikmet'in horlanmış ve yasaklanmış şiirinin, çeşitli kaygılarla başka yollara çektiği sanatçılar, yüklü bir öz getiremediler. "Yedi Meşaleciler"den -ölüm gününe değin- şiirde direnen yalnız Ziya Osman Saba oldu. Ve geleceğe kalan da o oldu o bölükten. Yedi Meşaleciler'i 1940 kuşağına bağlayan şairler arasında Ahmet Muhip Dıra- nas ile Ahmet Hamdi Tanpınar'm yanı sıra, Cahit Sıtkı Tarancı dikkatleri toplar. Ölümden yaşama sevincine değin uzanan şiir temalarını derinliğine inmeden işledi gerçi.

Ama geniş topluluklarca benimsenen de o oldu.

Başka ülkelerin büyük savaş yıkımlarıyla altüst olduğu



1940-1941 yıllarında iki kitap yayımlanır: Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Çocuk ve Allah'ı ile Orhan Veli-Melih Cev- det-Oktay Rifat'ın Garip'i.

Şiirimizin değişiminde iki büyük habercidir her ikisi de.

Gerçekten, Cahit Sıtkı'nın, şiirin ses olanaklarını araştıran sürekli çabası, ölüm korkuları ve mutluluk düşlerini karşılaştıran özel dünyası alışılmış konular iken, iki ayrı yönden çağrılar gelmektedir: Şairanelikten kurtulmayı ilk amaç sayan bir eğilimin yanı sıra, insan kişiliğinin oluşumunu çocukluktan başlatarak evrenin sorunlarına yönelen bir başka eğilim.

Garip ile Çocuk ve Allah bu yolları açıyorlardı.

Orhan Veli-Oktay Rifat-Melih Cevdet üçlüsünün başlatmak istedikleri neydi?

Konuşma dilinin doğallığı içinde şiirsel değeri bulmak, günlük sorunlara ve sıradan insanlara eğilmek, söylev havasından kurtulmak, süsten ve söz sanatlarından bir yardım beklememek, ölçü-uyak tutsaklığından nazım kolaylıklarının tuzağına düşmemek, içten geldiği gibi yaşamak ve yazmak, halk dilinin yatkınlığını kitap anlatımının yerine koymak...

Öyle olduğu için de büyük olur etkileri.

Fazıl Hüsnü Dağlarca, hece vezninden serbest nazıma, şairane bir sözlükten öztürkçeye, metafizikten toplum gerçeklerine geçerek, kendini sürekli yenileyip duracaktır.

Aynı yıllarda Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cahit Külebi, Ceyhun Atuf Kansu, Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, İlhan Berk de -değişik kişilikleriyle- şiir dünyasına girmiş, yılların kalıplaşmış söyleyişlerinin yerine, bambaşka deyişlerin insanları olmuşlardır.

Her çeşit baskıya karşın yavaş yavaş uyanmaya başlayan toplumcu şairler de (A. Kadir, Ahmet Arif, Rıfat İlgaz, Enver Gökçe, Arif Damar, Haşan izzettin Dinamo, S. Taşer, Ömer Faruk Toprak, Cahit İrgat, Niyazi Akmcıoğ- lu) yeni koşullarda seslerini duyurmaya başlarlar. Toplumcu şiirin büyük ustasının yaşadığı yıllarda, onu taklide düşmeden toplumcu şiir yazmak güçtü gerçi.



Ama yenerler bu güçlüğü.

Seslerini yükseltirken kendilerine reva görülen nice acıyı göğüslemesini de bilerek...

II. Dünya Savaşı'nm bitimiyle başlayan yıllar, şiir dünyamız bakımından da önemli yıllardır. Attilâ İlhan, "şuara bezmine" işte o yıllarda gelir; gelir ve baş köşelerden birine kurulur.

Ve Metin Eloğlu'su, Salâh Birsel'i, Özdemir Asaf'ıyla yeni, yepyeni sesler de vardır....

I948'de, Attilâ İlhan, daha ilk kitabıyla, büyiik bir ilgi ve saygınlığa erişir. Romantik coşkunluğu, delikanlı pervasızlığı ile savaş sonu dünyasının sorunlarını -kendine özgü biçimlerde- sunmaya başlar. Metin Eloğlu, bambaşka bir özellikle ortaya çıkar. Tatlı bir alay görünümündeki sosyal özü, ilginç bir kelime hâzinesi ve deyiş rahatlığı ile sürdüren şiirleri, önceleri çağdaş bir eleştiriyken yavaş yavaş özgün bir kelime seçimine doğru gelişecektir. Bu nükte ve eleştiri gücüne Salâh Birsel'de de rastlarız. Bu yolda, Özdemir Asaf'm beklenmez sürprizlerle sonuçlanan nükteli şiirleri, bir devam gibidir.

Böylece, 1950 sonrasında -kısa bir süre- yeniden sosyal özü konu edinen toplumcu bir şiir tutumu belirirse de, -1954 seçimiyle iktidarını güçlendiren- DP'nin baskılara yönelişi, yavaş yavaş bir kaçış yaratmaktadır aydınlarda.

"ikinci Yeni" akımı bu yılların, bu kaçışın ürünü olacaktır.

İkinci Yeni akımı şairleri (Turgut Uyar, Edip Canse- ver, Cemal Süreya, Ece Ayhan...) imgeye yeniden geniş yer veriyor, halk dilinden uzaklaşıyor, toplum sorunlarından yüz çeviriyor, kapanıklığa ve soyutluğa yöneliyorlar.

Akım, uzun ömürlü olmayacaktır, olamazdı da...

1960'tan sonraki siyasal ve sosyal gelişmeler, özellikle Nâzım Hikmet'in şiirlerinin yeniden yayımlanma olanağı kazanması, yeni şiirin gelişmesini daha da etkiledi. Yeni kişilikler çıktı ortaya. İlk akla gelenler de Haşan Hüseyin,

Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Süreyya Berfe, Tekin Sönmez, Özkan Mert oluyor. İkinci Yeni'nin çıkmazını görüp döndükten sonra asıl kişiliğini bulan Kemal Özer'i de katmalıyız bunlara.

1960 sonrası, kişiliğini daha önceki yıllarda ortaya koyduğu halde susturulmuş bir şaire yeniden kavuşturur bizi: Şükran Kurdakul'a.



Cumhuriyet döneminde, halk şiirini, Âşık Veysel, uzun süre -hemen hemen tek başına- temsil etti. Onun şiirinde geleneğe dayanan hikmetli söyleyiş, kişisel bir lirizmle birleşiyordu.

Ne var ki, bürokrasiyle "uzlaşmış" bir şairdir o!

"Sadık yâri" kara topraktan, hem de büyük bir içtenlikle bahseder; ama sadık yârinin "koynuna girenleri", toprağın adaletsiz dağılımını görmez, göremez.

Halk şiiri geleneği, 1960 sonrasının ortamından da etkilenerek, sosyal içerikli yeni bir kuşak yaratacaktır.

Âşık İhsani, Âşık Mahzuni ve daha başkaları işte bu kuşaktandır.

12 Mart Rejimi'nin bütün faşist kısıtlamalarına karşın, gün gelir sesler yeniden yükselmeye başlar. Suçlanmış, acı çektirilmiş nice insan, inançlarının sorumluluğuyla ve şiirin ele geçmez güzelliklerine sığınarak söyleyeceklerini söylemeye başlarlar.



Hilmi Yavuz, Can Yücel, Nihat Behram, Erol Çankaya, Veysel Çolak, Abdülkadir Bulut, yeni dönemin akla ilk gelen adları oluyor. Daha da yeni yıllarda, bir Refik Durbaş, bir İsmail Uyaroğlu, bir Yaşar Miraç katılacaktır kafileye.

Şiirimizin büyük akışı sürüyor; toprağı bereketlidir onun.

DAHA ÇOK BİLGİ

Reşit Rahmeti Arat, Es ki Türk Şiiri, Ankara, 1965.

Zühtü Bayar - Günel Altıntaş, Yazdık Nâzım Nâzım Diye, İstanbul, 1974.

Asım Bezirci, 2. Yeni Olayı, İstanbul, 1974.

Mehmet Kaplan - Behçet Necatigil - İlhan Berk - Cemal Süre-

ya, "Türk Şiirinin Cinliğimi, Düşünenlerin Forumu", Milliyet, 16 Mart 1975.

Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İstanbul, 1971.

Fuat Köprülü, Eski Şairlerimiz, Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul, 1934.

Rauf Mutluay, Tanzimattan Günümüze Kadar Türk Şiiri, İstanbul, 1973, sayı 15-62.

Sabiha Sertel, Tevfik Fikret İdeolojisi ve Felsefesi, İstanbul, 1946.

İlhami Soysal, 20. Yüzyıl Tiirk Şiiri Antolojisi, İstanbul, 1973.

Kemal Sülker, Şair Nâzım Hikmet, İstanbul, 1976.

Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı, İstanbul, 1960.

Türkiye (1923-1973) Ansiklopedisi, "şiir" maddesi.

Yansıma Dergisi, "Günümüz Türk Şiiri" özel sayısı (sayı 18).

OKUMA


NÂZIM HİKMET'İN ŞİİRİNİN ANLAMI

"Tarih, insan toplumlarının ayıklayın bir hikâyesiyse, sanat da bileşik bir anlatımı oluyor." Tepeden bakılırsa, her sanat eserinin siyasal bir anlamı vardır: Belli bir sınıfın, belli bir hayat görüşünün koşullarıyla yüklüdür; belli hayat ve kültür değerlerini taşır. Ne var ki, burada siyasal deyimi geniş anlamdadır, daha çok tarih açısındandır, tek eserden çok bir sanat kuşağına bakıldığında daha çok doğrulanır. Sanatçının siyasal bir niyetle hareket etmediği halde, sonuçta ister istemez siyasal bir konum kazanacağını anlatmaktadır. Bir de sanatçının daha çıkış noktasında siyasal bir tutumda olduğu, işe başlarken tarihi üstlendiği durum var. Nâzım İTikmet'in şiiri bu anlamda da siyasaldır. Bu anlamda siyasal şiirin başarısı üstlendiği hayat değerleriyle yeni şiir değerleri arasında kurulacak bileşkeye bağlıdır; yeni hayat değerleri yeni şiir değerleri yaratmalıdır. Düşünce, şiirsel akışı engellememeli, şairi ezmemelidir.

Tanzimat'tan bu yana şiirimiz hızlı ve toplumsal değişmelere paralel bir gelişme içinde olmuştur. Bu arada yetişmiş şairlerden bazılarının siyasal eylem sahibi olduğunu görüyoruz: Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek... Listeyi uzatabiliriz: Ziya Paşa, Süleyman Nazif, Hüseyin Siret, Rıza Tevfik vb. Her dönem kendi görünüşüne ve ça-

tışmalarma uygun siyasal şiiri sunmuştur. Hatta Tanzimat'tan bu yana uzayan şiirimizde şairin siyasal işlev taşıma açısından bir gelenek kurulduğunu bile söyleyebiliriz. Bu işlev bazen şiirde görünür, bazen de şairin sadece hayatında. Sözgelimi Tanzimat düşüncesi kendini Namık Kemal'de özetlemiştir. Meşrutiyet, Tevfik Fikret'i yaratmıştır. Bununla birlikte, Nâzım Hik- met'i ayrık tutarsak, içlerinde bir dünya görüşünü, bir ideolojiyi, bir eğilimi ayrıntılara indireni pek azdır: Biraz Tevfik Fikret, biraz Mehmet Akif, bir de Yahya Kemal Beyatlı. Ama bunu şiirde bir girişim haline getireni hemen hemen yok gibidir. Namık Kemal, âşıkane ve hakimane şiirinde Divan şiirinin yedeğindedir, vatanperverane şiirinde ise siyasal öğe sadece herhangi bir öğedir. Yine de Namık Kemal'in bu sonuncu tip şiirlerinde düşüncenin geliştirdiği ve başka bir potaya aktarır gibi olduğu yeni bir şiirsel içeriğin ipuçlarına rastlarız. Ziya Paşa'da ise siyasal öğe, şiirin dokusunda hiçbir değişime yol açmaz. Çünkü siyasal bir düşünce düzeni değildir onun için; siyasal şiirden Nefi'nin kişisel hicviyeden anladığının biraz daha genişini anlar gibidir Ziya Paşa. Süleyman Nazif de aynı davranış içindedir. Hüseyin Si- ret'te o kadarı da yoktur. Tevfik Fikret'le Mehmet Akif yukarda söylediğimiz gibi kendi dünya görüşlerinin şiirsel karşılığını bulma yolunda çalışmış ve onu ayrıntıya iırdirebilmiş iki şairimizdir. Bu bakımdan ikisini de başarılı örnek olarak alabiliriz, ikisi de hayatlarıyla şiirlerini doğrulamışlar, güç bir şeyi, dünya görüşlerine şiirde uygun bir yol açmayı becermişlerdir. Ne var ki, Tevfik Fikret'te düşüncenin parıltısı şiirsel gerilimi ezmiş, onu çok daha donuk bir söz dizisi haline getirmiştir. Mehmet Akif de başka yönden işi sonuna kadar götürememiştir: İslamiyet'e geçerek, tüme varacağı yerde günlük olayın kalabalığında soluk almayı yeğ tuttuğundan, ayrıntılar içinde boğulma eğilimi içinde olmuştur hep. Yahya Kemal'de siyasal yük çok dolaylıdır, o, bir anı defterine dayanarak, görkemli bir duyguyla reddeder Cumhuriyet'i. Nâzım Hikmet'e kadar uzanan Cumhuriyet şiirinde ise, düşünce, CHP Tüzüğü'nün ve Mustafa Kemal'in "Nutuk'unun kısa yorumları" olmaktan ileri gitmemektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, Nâzım Hikmet'e kadar şiirimiz köklü bir devrim düşüncesini üstlenmemiştir.

Tanzimat, Servet-i Fünûn, Nâzım Hikmet'e kadar uzanan Cumhuriyet şairlerinin bu yöndeki özelliğini şu nedene bağla-

yabiliriz: Bu şairlerin siyasa adına yapmak istedikleri şeyler, yaşadıkları dönemlerdeki devlet yöneticilerinin zaten yapmak istedikleri ya da yaparken eksik bıraktıkları şeylerdir.

Tanzimatçı şair Tanzimat değerlerini, Servet-i Fünûncu şair Meşrutiyet'in getirdiği siyasal özgürlük havasını benimsemekte, alkışlamaktadır. Cumhuriyet şiirinin ilk dönemi de yöneticileri devrimci görmekte, hatta devrim konusunda yine de kendilerinden ilerde olan yöneticilerin gidişine ayak uydurmaya çalışmaktadır. Bu açıdan, Nâzım Hikmet dışında, Cumhuriyet şiirinin 1940'lara kadar uzanan dönemi devrimci olmaktan çok onaylayıcı bir nitelik taşır. Hatta devrimci atılım yönünden Tanzimat şiirinden daha yumuşak ve duruk olduğu anlar vardır. "İçince bir tas ayran..."

Nâzım Hikmet'in önemi Şurda: Bir devrim düşüncesini toptan üstlenmiş ve sonuna kadar götürmek cesaretini göstermiştir. Öte yandan şiirinde -anlatımında, kullandığı imgelerde, dil tutumunda- düşüncesinin, hayatının, varoluşunun karşılığım bulmuştur. Başka şairlerde görmeye alıştığımız, düşüncenin süs ve biçim olarak, iğreti olarak serpilişi, fikrin biçim cilveleri ve anlam oyunları halinde kalıp sırıtışı yoktur onda. Düşünce biçimsel olarak değil, yapısal (structurel) olarak yerleşir Nâzım Hikmet'in şiirine. Tümdengelmez onda düşünce. Daha çok hayatın verilenlerinden çıkışını yapar. Bu yüzden Tevfik Fikret gibi düşünceye boğulmaz. "Bereketli bir ırmak" gibi çoğala çoğala büyür.

Nâzım Hikmet, şiirini hayatıyla doğrulamış bir şairdir. Ama daha önemlisi, hayatını şiiriyle eksiksiz bir planda doğrulamayı da bilmiştir. Siyasal tutumdaki birçok şairin aksine, devrim düşüncesiyle şiirsel yük müthiş bir bütünleşme içindedir onda. Ve bu bizim şiirimizde Nâzım Hikmet'e kadar rastlanmayan, dünya şiirinde de seyrek rastlanan bir özelliktir. Şiirsel onur yiğitlik tavrıyla bir arada gider Nâzım Hikmet'te. Şiirin en büyük deneylerinden biri.

(Cemal Süreya, "Sonuna Kadar", Papirüs, sayı 16, s. 1-31)

SORULAR


  1. Divan şiirinin nitelikleri nelerdir?

  2. Tanzimat edebiyatında şiir konusunda ne gibi gelişmeler olmuştur?

  3. Tevfik Fikret, hangi edebiyat topluhığımdandır? Sanatının özelliği nerededir?

  4. Cumhuriyet döneminde, şiirin ilk yıllarında kimler egemen olmuştur? Faruk Nafiz Çamlıbel'in önemi nedir bunlar arasında?

  5. Ahmet Haşim ile Yahya Kemal'in sanat anlayışları nelerdir? Yahya Kemal'in ölünceye dek el üstünde tutulmasının asıl nedeni nedir sizce?

  6. Nâzım Hikmet, Türk şiirine hangi katkılarda bulunmuştur? Sanatçı olarak asıl önemi nerededir? (Okuma parçasını okııyu nu/.)

  7. Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas ve Ahmet Haindi Tanpınar'ın şiirinin temaları nelerdir?

  8. Şiirimizde "1940 kıışağı"na kimler girer?

  9. "Oaripçiler" kimlerdir? Ve nasıl bir şiir anlayışına sahiptirler? Etkileri ne olmuştur?

  10. Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şiiri nasıl bir gelişme geçirmiştir ve bugün hangi noktadadır?

  11. Nâzım Flikmet'ten sonraki "toplumcu şairler"den kimleri tanıyorsunuz?

  12. Şiirimizde "İkinci Yeni Olayı" nedir?

  13. 1960'tan bu yana şiirimizde ne gibi gelişmeler olmuştur? Hangi yeni şairleri tanıyorsunuz? Flasan Hüseyin'in şiiri hakkında ne düşünüyorsunuz?

  14. Şiirimizin 1970 sonrası tablosunu çiziniz. Bu tabloda yer alan belli başlı adlar kimlerdir? Hilmi Yavuz'un şiiri hakkında ne düşünüyorsunuz? Ya Can Yücel'in?

  15. Cumhuriyet döneminde, halk şiirinde ne gibi gelişmeler olmuştur? Başlıca temsilcileri kimlerdir halk şiirinin bu dönemde? 1960'tan sonra halk şiirinde hangi yönde, ne gibi gelişmeler görüyoruz?

ROMAN VE HİKÂYE

Roman ve hikâye, 19. yüzyılda Batı'dan gelir bize.



Gerçi, belirli kişiler canlandıran, bunların başından geçenleri dile getiren destansı (Dede Korkut hikâyeleri), dinsel destansı (Battal Gazi), lirik (Kerem ile Aslı) nitelikteki manzum (mesnevi) ya da mensur (halk hikâyesi) eser-

ler, Tanzimat'tan önceki Türk edebiyatının bildiği anlatı türleridir. Ve bazı özellikleri, Batı roman ve hikâyesini hatırlatan eserlerdir bunlar. Ama, tür olarak roman ve hikâye Batı kaynaklıdır ve 19. yüzyılın ikinci yarısında, Türkiye'ye Tanzimat edebiyatı ile girmiştir.

Niçin bu gecikme?

Gerçekten roman, yani 18. ve 19. yüzyılın romanı Batı'da, burjuva yaşam biçiminin belirmesiyle ortaya çıkmıştır. Burjuva toplumunun insan örneği ise "birey"dir. Oysa aynı yüzyıllarda, Osmanlı toplumunun ekonomik yapısı, "bi- rey"iıı ortaya çıkmasını engelleyen bir ekonomik yapıydı.

Bu temel nedenin yanında başka nedenler de ileri sürülebilir.

Önce çeviri yoluyla tanıdığımız, daha sonra "taklit" ve "nazire" yoluyla ilk yerli ürünlerini vermeye başlayan bu iki tür, gittikçe gelişerek bugüne gelir.



Cumhuriyet öncesi roman ve hikâye

Roman ve hikâye türü, 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılmaya başlanan çevirilerle tanınır.

İlk yerli roman da 1872'de yayımlanır: Şemsettin Sami'nin Taaşşıık-ı Talat ve Fıtnat'ı. Bir görenek romanı. Ama olsa olsa yalnızca edebiyat tarihi açısından bir değeri var.

Namık Kemal'in İntihali'ı da öyle.

Yerli yaşamı anlatma, içinde yaşanan çevreyi canlandırma eğilimi, Ahmet Mithat Efendi ile gitgide yaygınlaşır.

İlk hikâyelerden bazısı genişletilmiş birer fıkra, bazısı da uzatılarak anlatılmış ve roman boyutuna yaklaştırılmış birer serüven biçimindeydi. Bunlarda, geleneksel edebiyatın halk arasında anlatılarak yaşayan sevda hikâyeleri ve masallardan gelen motiflerle anlatım özellikleri ağır basıyordu. Türün ilk başarılı örnekleri Sami Paşazade Sezai'nin Küçük Şeyler (1892) adlı kitabında topladığı hikâyeler olur. Bu hikâyeler herkesin çevresinde rastlanan ve hiçbir olağanüstülüğü bulunmayan kahramanların, herkesin başından geçebilecek nitelikteki serüvenlerini yalın çizgilerle dile getiriyordu.

Cumhuriyet'e değin uzanan dönemde, romanın çerçe-

vesi, büyük kentteki aydınların, varlıklı kişilerin yaşamından kenar mahallelere (Hüseyin Rahmi Gürpınar), köy insanlarına (Nâbizâde Nâzım) doğru genişler. Siyasal ve sosyal konuları ele alanlar (Mizancı Murat, Bekir Fahri) yanında, psikolojik çözümlemelere yönelen sanatçılar (Mehmet Rauf) görülür.

Ne var ki, Cumhuriyet'e değin olan dönemde, özellikle üzerinde durulması gereken ancak iki büyük romancı vardır: Halit Ziya Uşaklıgil ile Hüseyin Rahmi Gürpınar.

Onlar, tüm Cumhuriyet öncesi Türk romanının iki doruğudur aynı zamanda.



Halit Ziya Uşaklıgil (1866-1945), "Edebiyat-ı Cedide" topluluğunun roman ve hikâye yazarları içinde en büyüğüdür. Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar en tanınmış romanları... Halit Ziya, yazı yaşamına atıldığı yıllarda, Fransa'da "gerçekçilik" (realizm) ve "doğalcılık" (na- türalizm) akımları yaygın durumdaydı. Yazar, Tanzimat romancılarının düşkün oldukları "Romantizm"e değil, kendi çağının bu yeni akımlarına yöneldi; o akımların ürünlerini kendi çalışmaları için örnek aldı. Edebiyatımızda küçük hikâye türünün yerleşmesinde ve gelişmesinde de güçlü etkisi olmuştur onun. Romanlarım, genellikle "aydın tabaka"mn yaşamından almış bulunan Halit Ziya, küçük hikâyelerinin önemli bir bölümünde halkın yaşayış, âdet ve inançlarını anlatmıştır.

En güzel hikâyeleri de bu yolda yazılmış olanlardır denebilir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944), genel olarak "gerçekçilik"in (realizm) etkisi altındadır. Hemen bütün eserleri birer gözlem ürünüdür. Hüseyin Rahmi, toplum yaşamımızda Tanzimat'la başlayan ve süren değişmelerin, insanların yaşamlarında ve görüşlerinde doğurduğu etkileri ve tepkileri ele almış, bunları birer olay çerçevesi içinde işlemiştir. Hüseyin Rahmi'nin romanları "töre romanı" dır. Büyük konak ve yalılarda yaşayanlardan, en kenar mahallelerdeki yoksul halka değin, eski İstanbul'un her katından insanlar -her türlü özellikleriyle hem de- onun eserlerinde yer alırlar.

"Sanal için sanat" görüşünü benimseyen Edebiyat-ı Cedide'ciler, aydın kişilere seslenirlerdi. Hüseyin Rahmi ise doğrudan doğruya halk kitlelerine seslenmiştir. Bütün eserlerinde halkın sosyal eğitimini yükseltme amacını gütmüş; böylece, "toplum için sanat" görüşünü benimsemiştir, Türk romanına mutlaka bir "baba" bulmak gerekiyorsa, -hiç kuşkusuz- Hüseyin Rahmi'dir o!..

Bu arada, romanımızın ideolojik evriminde önemli bir dönemece de işaret etmeli: Ebubekir Hâzım Tepeyran'ın Küçük Paşa'sı ile Türk romanı, ilk kez konağın dışına taşarak, Anadolu halkının yaşayış biçimini, kaba, ama keskin çizgilerle yansıtmaya çalışır.

Gerçekten bir dönemeçtir o roman, romanımızda.

Hikâyeye gelince... Milli Edebiyat dönemine değin hikâye kaleme alan sanatçılar ya ürünlerini salt roman alanında veren yazarlar (Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil) ya da eserleri hikâye türünün tarihinde ancak birer başlangıç adımı olarak kalmış edebiyat adamları (Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu) oldu. Romanlarında canlandırdıkları kahramanların benzerlerinden biri ya da birkaçını ve yalın çizgili birer olayı ele alan Hüseyin Rahmi Gürpınar'la Halit Ziya Uşaklıgil'in hikâyeleri de romanları kadar ustalıklıdır. Ama, edebiyatımızda hikâye -romanın sultasından kurtulmuş bir tür olarak- Ömer Seyfettin'le başlar.



Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   46




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə