164
“sözleşme istiaresi, eylemde bulunmak için değer temelli nedenler belirlemeye
elverişlidir”
461
diyerek sözleşmeciliğin, değerleri dışlayan bir inanç ahlâkı getirdiğini
kabul etmez. Oysa sözleşmecilik, ahlâka dair kesin inançlar kurmaya çalışan, ahlâkî
olguların varlığını kabul eden, –dır’lı bir ahlâktır.
Kısmî ve tam deontolojinin gerekçelendirmeye farklı bakması, liberal
gelenekteki iddialarını da farklılaştırmıştır. Locke, klasik liberalizmin köklerini
bulduğumuz düşünürdür. Nozick de kökleri klasik liberalizme uzanan ve günümüzde
liberteryen olarak tanımlanan bir akımın düşünürüdür. O, devletin sınırlandırılmasını
savunmuş ve özellikle de refah devleti düşüncesine karşı durmuştur; tam deontoloji ise
bireysel özgürlük ve hakların ancak ekonomik eşitlik ve refah devleti ile mümkün
olabileceğini savunan sosyal demokrasiye yakın bir liberal görüşü savunur. Ancak iki
görüş de ahlâkî gerekçelendirmede sözleşme istiaresine başvurur.
Ahlâkî ve siyasî düşüncede sözleşme istiaresinin önemli bir yeri vardır. Jean-
Jacques Rousseau (1712–1778) ve Jürgen Habermas (d. 1929) gibi bazı liberal
geleneğin dışında sözleşmeci düşünürler de vardır. Ancak liberaller, sözleşmeciliği
ahlâkî bir gerekçelendirme olarak gördüler. Kısmî ve tam deontoloji içindeki
düşünürlerin bir kısmı, sözleşme istiaresini kullanırken bir kısmı kullanmadı. Örneğin
Kant ve Sandel, bunu kullanmadılar; fakat sözleşme düşüncesi onların fikriyatı ile
tamamen uygunluk arz eder; bir sözleşme fikri üzerinden onları anlamak mümkündür.
7. Sonuççu Gerekçelendirme
Sonuççuluk (consequentialism), bir eylemin ahlâkî değerini bu eylemin
sonucunda elde edilecek şeyde arar. Ahlâk, bu düşüncede bir amaç-araç ilişkisi üzerine
kurulmuştur; ahlâkî eylem, bazı amaçları gerçekleştirmenin aracı olarak düşünülür.
462
Anderson, bir ahlâk anlayışına sonuççu diyebilmek için onun şu üç özelliği
taşıması gerektiğini söyler. Öncelikle sonuççu ahlâk, aslî değeri (en yüksek iyiyi, y.z.)
en yüksek seviyeye çıkarmayı nihaî amaç kabul eder. kincisi, ancak meydana gelmiş
bir olayda aslî değerden bahsedilebilir. Sonuççuluk, gerçekleşmiş bir eylemin (state of
affairs) değerini şahısların, (hırsızlık yapmak gibi soyut) eylemlerin, güdülerin,
normların, tecrübelerin, karakter durumlarının veya diğer başka bir şeyin değerine
bağlamaz. Üçüncüsü, sonuççuluk eylem, kural ve pratikleri yalnız sonuçları açısından
değerli bulur; yani onlar, en iyi şekilde eyleme dönüştüklerinde değerli olur.
463
461
Age.
, s. 19.
462
Anderson, Value in Ethics and Economics, s. 30.
463
Age.
, s. 31.
165
Sonuççuluk, deontolojilerden farklı olarak ahlâkı bir takım inançlarda,
kurallarda, durumlarda, niyetlerde ve maximlerde aramaz; o, ahlâkı eylemlerde arar. Bir
ş
eye değer yüklemekle o şeyi inançlarımız, yargılarımız, eylemlerimiz veya
tercihlerimiz için kural koyan şey yapmış oluruz. Bir şeye kendinde değer (aslî değer)
yüklemek, o şeyi başka bir şeyin kuralı yapmaktır; kendisi başka bir şeye bağlı olarak
kural koyucu değildir. O, kural koyuculuğunu kendinden alır. Sonuççuluk, en yüksek
refah, en yüksek haz/mutluluk, en yüksek arzu gibi şeyleri gerçekleştirmenin zorunlu
ş
artı olan olgu durumlarını (states of affairs) doğrudan eylemlerin, davranış kurallarının,
tercihlerin, arzuların veya güdülerin kuralı yapar. Deontolojiye göre ahlâkîlik,
eylemlerimizde ortaya çıkmaz; o, istememizde, niyetimizde, bilincimizde veya
irademizde ortaya çıkar. Başka ifadeyle ahlâk yasaları, eylemlerimizin değil
istememizin/irademizin yasalarıdır. yiyi istemekten daha büyük bir ahlâkî ilke yoktur.
Örneğin, Kant’a göre boğulan bir adamı kurtarmak için değil şartsız olarak vazife
duygusuyla (daha doğrusu bilinciyle) bu kişinin yardımına koşulması ahlâkîdir. Tikel
bir eylem veya bu eylemin sonucu, onun ahlâkîliğini göstermez; aksine, sırf
kahramanlık duygusuyla bir kimse, boğulan bir kişiyi kurtarmış olsa, Kant açısından
bunun ahlâkî olduğu söylenemeyecektir. Ancak ödev duygusuyla buna kalkışılırsa, kişi
kurtarılamasa dahi eylem ahlâkîdir.
464
Sonuççu teorilerde ahlâkî normlar, eylemlerden bağımsız olarak düşünülmez;
onlar, tek tek eylemlerden hemen önce gelir. Yani ahlâkın kendisi, mutluluğa
indirgendiği için objektif olmasına rağmen ahlâk normları mevcut şartlardan,
tecrübelerden çıkarıldığı için sübjektiftir. Her eylemin bir normu vardır. Çünkü her
eylem, bir amaç için yapıldığına göre, hipotetiktir (şartlı). O halde her yeni durum/şart,
yeni bir kararı/normu gerektirecektir. Bu, statik bir yasaya uygun eylemde bulunmak
yerine amaçları gözetecek tarzda eyleme uygun bir yasa koymaktır. Örneğin hırsızlık,
başkasına ait olan bir şeyi, sahibinin izni olmadan almak şeklinde tanımlanır. Eğer biz,
ahlâkın amacını başkalarına zarar vermekten kaçınmak ve böyle bir duruma da engel
olmak şeklinde koyarsak, bir kişinin başkalarına zarar vermek için kullandığı bir darp
aletini, sahibinden izinsiz olarak almasını, hırsızlık olarak tanımlamayabiliriz. Böyle bir
tikel durumla karşılaştığımızı varsayarsak eylemin normu, “sopayı sahibinden izinsiz
almak”tır.
Burada anlaşılacağı gibi normlar kesin, kuşatıcı yargılar olarak değil
düzenleyici, değişken kurallar olarak karşımıza çıkar. Sonuççu teoriler, ahlâkî
eylemlerin evrensel olamayacağını; çünkü onların bir amaç için yapıldığını kabul
464
Kant, Ahlâk Metafiziği, ss. 8, 9, 12.
Dostları ilə paylaş: |