390
çıkarabiliriz: “Yaprak” kavramı yapraklar arasındaki ayırt edici özelliklerin gör-
mezden gelinmesi yoluyla oluşur.
1
“Özne” kavramına da aynı şekilde ulaşıldığı için,
onun tözsel varlığından bahsedilemez. Bir öznenin alanı dâima büyür ve küçülür, ve
sistemin merkezinde sürekli kaymalar olur. İnsanlar kendilerini dolaylı olarak
korurlar; çünkü onlar kendilerini aşmak isterler.
2
O halde, “ben” tüm zamanlarda
aynı değildir. Ben`in ne ise o olması bir süreci gerektirir. Sözkonusu yaratıcı süreç
hiç durmadan genişler ve daha ayırt edici özellikleri bir araya getirir.
3
Bu görüş
Sartre tarafından
Varlık ve Hiçlik`te üstüne basılarak vurgulanmıştır. Sartre`ın
teorisine göre, bilinç asla kuşatılamaz. “Bilincin hiçbir tözsel yanı yoktur, o salt bir
“görünüş”tür; şu anlamda, ancak kendine göründüğü ölçüde varolur.”
4
Kendi üzerine
katlanan teemmül ve tefekkür özneyi daima bir objeye dönüştürür. Sartre bilincin
fıtrî özellikler tarafından belirlendiği fikrini reddeder. Biz daima geriye doğru kişisel
özellikler demeti inşâ ederiz. Sartre insanın sabit kişilik özellikleri demetinden daha
fazla bir şey olduğunda ısrar eder. Kendimizi sırf bir dizi özellikler demeti olarak
görmemeliyiz.
5
Tarihsel olarak verili toplumsal formlardan ve bağlardan kopuş, böylece insa-
nın özgürleşmesi ve geleneksel güvencelerin yitirilmesine ve yeni toplumsal bağ-
lanmalara yol açmıştır. Eskiden insanlar kendi yaşamlarını belli bir rol modele uygun
olarak belli kurallar çerçevesinde sürdürürken, artık toplumsal yaşamın rol modeli
tükenmiştir. Artık asıl hedef, üretilen gerçekliği ve yaşam dünyasını, dünyanın logo
ve başka yerlerde kullanılan sembollerine bağlamak ve insanî yetilerin, özlemlerin,
ihtiyaçların genellikle yanılsama yoluyla tecrübe edilmesini sağlayarak bunları
doyurmaktır.
İnsanlar artık doğum tesadüfüne bağlı olarak değişmez kalıplara dökülemeye-
cekler, tesadüfen ait oldukları insanlığın küçük bir kısmının baskısı altında olmaya-
caklardır. Yeni özgürlük duygusu sarhoşluk ediciydi; zafer çığlıklarıyla kutlandı ve
bir tür vecd yaşandı. Yani insanın istediğini olabilmek için, hava kadar özgür olduğu
düşünüldü. Artık ne istersek onu olabiliriz. Açıkçası, tabiat kendi benliklerimizle
ilgili pek çok şeyi bizden gizliyorsa, hiçbir şey hakkında nesnel bir hakikat keşfetme
şansına sahip olamayız. Biz hakikatleri ancak kişisel ihtiyaçlarımıza göre keşfe-
debiliriz. Hakikatler, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, kudret iradesine hizmet eden
estetik inşâlardır. Hakikat, tabiat hakkında mutlak, değişmez yani nesnel bir gerçek
ya da akıldan türetilen önermeler olarak değil, bireyin fizyolojik ve patolojik bir
işlevi olarak görülür.
6
Tüm bunlar göz önünde bulundurularak, eğer insanın kendisini onunla
1
Friedrich Nietzsche, “On Truth and Falsity in their Ultramoral Sense,” s. 179.
2
Friedrich Nietzsche,
The Will to Power, (Trans. Walter Kaufmann, R. J. Hollingdale), Vintage Books,
New York, 1968 S. 270.
3
Alexander Nehamas,
Nietzsche: Life as Literature, Harvard University Press, Massachusetts, 1985,
ss. 183-184.
4
Jean Paul Sartre,
Varlık ve Hiçlik: Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, (Çev. Turhan Ilgaz, Gaye
Çankaya Eksen), İthaki Yayınları, İstanbul, 2010, s. 32.
5
Madan sarup,
Introductory Guide to Post-Structuralism and Postmodernism, Harvester Wheatsheaf,
Hertfordshire, 1993, s. 45.
6
Douglas J. Soccio,
Archetypes of Wisdom: An Introduction to Philosophy, ss. 462-463.
391
yönlendirmek istediği dünya kararsız ve kırılgansa; ve tavaf edilecek kutlu mekânlar
ve kabirler yerlerinde durmuyor ve kişinin kendilerine ulaşma süresinden daha kısa
bir sürede dünyevîleşiyor, yeniden kutsallaşıyor ve ardından kutsallıktan yeniden
çıkarılıyorsa, böyle bir durumda bir kişi yaşamını nasıl olup da bir hac olarak ya-
şayabilir? Eğer bugünün değerleri yarın aşınmaya uğrayıp kıymetini yitiriyorsa,
insan nasıl ömürlük bir yatırım yapabilecektir? Büyük emeklerle kazanılan beceri-
lerin, kazanca dönüştükten hemen sonra borca dönüştüğü ve dünün meslek ve uz-
manlıklarının göz açıp kapayıncaya kadar gözden kaybolduğu bir ortamda, insan
nasıl ömür boyu bir mesleği sürdürebilir? Kazanılan hakların tümünün sadece anlık
olduğu, her ortaklık sözleşmesinin bir maddesinde “istendiği an feshedilir” yazdığı,
tüm ilişkilerin hiçbir bağlılık ve yükümlülüğü olmayan “arı”
bir ilişki ve tüm sevgi-
lerin de sağlanan doyumdan uzun yaşamayan “birliktelik” sevgisi olduğu bir zaman-
da, insan dünyadaki kendi yerini nasıl belirleyebilir ve çerçeveleyebilir?
1
Gelinen noktada, Jean Baudrillard kimlik`i, insanın yapacak daha iyi bir işi
olmadığı zaman hayalini kurduğu kendi olma isteği olarak tarif eder. Ayrıca, o geçici
bir nispet ilişkisinden başka bir şey değildir. Kimlik adeta boşlukta özgürleşmiş ve
kim olduğunu artık bilmeyen varlığın, sahiplenme takıntısıdır. Hiçbir niteliği ol-
mayan bir tür varoluş etiketidir. İnsanlar bütün enerjilerini günümüzde şu gülünç
iddia üzerine yoğunlaştırıyor: Ben benim! Ben varım! Ben yaşıyorum! Benim adım
bilmem ne.
2
Bu nedenle, İçinde bulunduğumuz çağ, ahlâkî müphemliğin güçlü bir
şekilde hissedildiği bir çağdır. Artık gerçek ya da hakikatin yerine simülasyonlar
geçmiştir. Asl`ın yerine göstergeleri konmuştur. Ortadan kalkan metafiziktir. Bir
varlıkla çeşitli görünümleri, gerçekle gerçek kavramına özgü bir ayna yani metafizik
olmayacaktır.
3
Artık bir hakikat ya
da gerçek yok, sadece taklitler vardır.
4
Bu çağ bize önce hiç sahip olmadığımız bir seçim özgürlüğü sunar, ama öte
yandan bizi daha önce hiç bu kadar tahripkâr olmayan bir tereddüt durumuna sokar.
İnsan tercihlerinin sorumluluğunu üstlenmede, kendisine yardım edebilecek, güve-
nilir bir yol göstericiye hiç bu kadar muhtaç olmamıştır. Ne var ki, güvenilebilecek
otoritelerin hepsine karşı itirazlar var. Dolayısıyla, onlardan hiçbiri aranan güveni
sağlayacak kadar güçlü görünmemektedir. Sonuç olarak, insan hiç bu kadar kuşku
ve tereddüt içinde olmamıştır. Cüretkâr bir ifadeyle olmasa gerek, postmodern ahlâkî
krizin en ağır ve en belirgin fiilî yansıması budur.
Bu noktada şunu anmadan geçemeyiz: Dostoyevski`nin karakterlerinden biri
“eğer Tanrı yoksa, her şey meşrudur”
5
der. Bu sezgi, postmodern ateistik dünya
görüşünün sonuçlarından birini, yani, tüm norm ve değerlerin göreceliğini ifade eder.
Yani, insan iradesinden daha güçlü ve insanı ahlakî olmaya zorlayabilme gücü olan
1
Zygmunt Bauman,
Postmodernity and its Discontents, s. 89.
2
Jean Baudrillard,
İmkânsız Takas, (Çev. Ayşegül Sönmez), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2005, s. 59.
3
Jean Baudrillard,
Simülakrlar ve Simülasyon, (Çev. Oğuz Adanır), Doğu Batı Yayınları, Ankara,
2011, ss. 14-15.
4
David West,
Kıta Avrupası Felsefesine Giriş: Rousseau, Kant, Hegel`denFoucault ve Derrida`ya,
(Çev. Ahmet Cevizci), Paradigma Yayınları, İstanbul, 1998, s. 278.
5
http://www.planetpdf.com/planetpdf/pdfs/free_ebooks/The_Brothers_Karamazov_NT.pdf, s.1236; F.
M. Dostoyevski,
Karamazov Kardeşler IV, (Çev. Nihal Yalaza Taluy), M.E.B, İstanbul,2001,
s.138.