XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 3,79 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə45/179
tarix23.01.2018
ölçüsü3,79 Kb.
#22108
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   179

99 
 
İznik’i fethettiğinde, kendisini istikbal eden, kocaları ölmüş, dul ve genç hanımları 
maiyetindeki  askerleriyle  nikâhlamıştır.  İslam  hukukunda,  Müslüman  erkekler  ile 
evlenen  “ehl-i  kitap”tan  iffetli  hanımların Müslüman  olmaları  şartı  yoktur.  Böyle 
olunca Selçuklular zamanında Anadolu’da ne kadar “ihtida” hadisesi olduğunu sağ-
lıklı tahmin edemiyoruz. Belirleyebildiklerimiz şeriyye sicillerinin ilk sayfalarında 
kaydedilmiş olanlardan ibarettir. Son yıllarda şeriyye sicilleri üzerinde yapılan araş-
tırma  ve incelemeler göstermektedir ki, Selçuklu ve Osmanlı Türkiyesi’nde tescil 
edilmiş, öyle kapsamlı din değiştirmelere rastlanmamaktadır. Mesela Türkiye Sel-
çuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın hanımı Mahperi Hunat Hatun, efendisi vefat 
ettiğinde, hala bir Hristiyan hanımdı. Onun Kayseri’de yaptırdığı Hunat Hatun Kül-
liyesi,  bu  hanımın  Müslüman  olduktan  sonraki  eseridir.  Binaenaleyh,  Osmanlılar 
“Marmara çanağında Müslümanlaşmış Rumlardır” gibi yakıştırmaların hiç mi hiç 
bilimsel bir temeli bulunmamaktadır.  
Selçuklular zamanında Anadolu nüfusunun en az %85’i Müslüman idi. 
1
 Os-
manlı  tahrir  defterlerinden,  kadı  sicillerinden  ve  cizye  defterlerinden  öğrenebildi-
ğimiz  kadarıyla,  Anadolu’nun  nüfus  dağılımında  bir değişiklik  olmamıştır.  Farklı 
inanç  grupları,  kendilerine  mahsus  mahallelerde  otursalar  bile,  kamusal  alanları 
ortaklaşa  kullanmışlardır.  Müslümanların,  Hristiyanların,  Yahudilerin  müştereken 
yaşadıkları mahalle sayısı da az değildir. Osmanlı Türkiye’sinin nüfus yapısı, XIX. 
yüzyıldan itibaren, Müslümanlar aleyhine değişikliğe uğramıştır. Nedenleri ne olur-
sa olsun Müslümanlar “öz yurtlarında garip, öz vatanlarında parya”laşmaya başla-
mışlardır.  Osmanlı  Avrupa’sındaki  Müslümanların  kılıç  artıkları,  canlarını  Edir-
ne’ye  ve  İstanbul’a  attıklarında,  Anadolu’daki  Hristiyanların  durumunu  görünce 
şaşırmışlardır. Balkanlarda, Kafkaslarda ve Kırım’da katliama uğrayanların yakın-
ları burada gayrimüslimlerin nasıl baş tacı edildiklerini görmüşlerdir. Anadolu’nun 
Müslümanları,  bu  ülkenin gayrimüslimlerinin  rahatı, zenginlik  ve  mutluluğu  için, 
sayısız  cephede  can  veriyordu.  Bütün  bunlara  rağmen,  yeni  Türkiye’nin  esasları 
belirlenirken  “Hristiyan  halka  dokunulmayacağı,  gayrimüslimlerin  her  türlü  hu-
kukuna riayet etmenin bizim an’anat-ı milliyemizden ve diniyemizden olduğu” bü-
tün  dünyaya  duyurulmuştur.
2
  Nitekim  Hazret-i  Muhammed,  “Ehl-i  zimmete  kötü 
muamele edenlerin ahirette hasmı benim” buyurmuştur. Hazret-i Ömer, bir adamın 
kapısından geçerken, kapısı önünde yaşlı ve kör birinin dilendiğini gördü. Yanına 
vardı  ve  hangi  dine  mensup  olduğunu  sordu.  Adam  “Yahudiyim”  dedi.  Hazret-i 
Ömer: “Seni bu duruma düşüren nedir?” dedi. Adam, “Ödemekle yükümlü bulundu-
ğum cizye, ihtiyaç ve yaşlılık” dedi. Hazret-i Ömer, adamı elinden tutup evine götür-
dü ve O’na bir miktar sadaka verdi. O’nu beytü’lmalın haznedarına yolladı ve şöyle 
dedi: “ Bu adama ve benzerlerine bakınız. Vallahi biz bunlara insaflı davranmalıyız. 
Gençliğinde cizyesini aldık, ihtiyarlığında böyle perişan vaziyette bırakmamız doğru 
                                                        
1
 Yaşar Yücel, Anadolu Beyliklerinde Devlet Teşkilatı ve Toplum Hayatı, Belleten, Cilt 54, Sayı 210, 
Ankara 1990, s. 820.  
2
 Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt 1, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İzmir 
1984, s. 192, 197.  


100 
 
olmaz.”  O  adam  ehl-i  kitabın  miskinlerindi.  Hazret-i  Ömer,  O’ndan  ve  benzer-
lerinden cizye alınmasını kaldırmıştır
1
.  
Selçuklular, Memluklular ve Osmanlılar zamanında bunların hâkim oldukları 
coğrafya için “ Türkiye” ve bu devletlerin her biri için de “Devlet-i Türkiyye” deni-
lirdi.  Böyle  bir  niteleme,  “Türkiye”  veya  “Türkiye  Devleti”nde  Türklerden  başka 
kavimlerin de yaşadığını inkâr etmek değildir. Osmanlı Devleti, bir Türk çekirdeği 
etrafında toplanmış, irili ufaklı, çeşitli soy ve din gruplarından meydana gelmiştir. 
Bu gruplar arasındaki farklar yalnız soy farkı değil, aynı zamanda din, dil, duygu ve 
kültür farkları gibi sosyolojik idi. Müslüman olanların ilk zamanlarda kuvvetli, son-
raları zayıflayan bir din birliği bağından başka birlik bağları yoktu. Hıristiyan unsur-
ların ise, devlete bağlılığı sırf siyasi bağlılıktan ibaretti. Bu hal Osmanlı Devleti’nin 
dağılması ve yıkılmasının başlıca amili olmuştur.
2
 Osmanlı Devleti’nde, “Her mille-
tin kendi kaderine sahip çıkması” prensibinin gelişmesine paralel olarak, önce Hıris-
tiyan toplumlar, ardından farklı milliyetlere sahip Müslümanlar çatıyı terk etmek için 
ayaklanırlarken, böyle bir teşebbüse kalkışmayan yegane Müslüman topluluk Kürt-
ler olmuştur. Bu sonuç bile, Türklerle Kürtlerin ne denli bir vahdete sahip oldukla-
rını, kaynaştıklarını ve geleceklerini birleştirdiklerini göstermeye yeterlidir.  
“Türklerin gezip görmedikleri, göçüp konmadıkları yer” olmadığına göre, her 
kavimden çok, onların “kesrette vahdetçi”, yani günümüzdeki ifadesiyle çoklukta 
birlikçi veya “çoğulcu” olduklarını rahatça söyleyebiliriz. Tarihi hakikatlerdendir ki, 
Türk adını taşıyan bir ırk vardır ve bunca insan ırkı içinde “ırkçılık-racism” yapma-
yan ender ırklardan biri, belki de birincisidir. İnsanlık tarihinin kıdemlilerinden biri 
olan, birkaç kez soykırıma ve “diaspora” ya mahkum ve mecbur edilen Yahudilerin 
bu dünyada nefret etmedikleri yegane milletin Türkler olduğu söylenmektedir. Bu 
gerçek bile Türklerin ırkçılığı meslek edinmediklerinin resmidir. Binaenaleyh, Türk 
kimliğini  gölgelendirmek  veya  sıradanlaştırmak  ahlaki  bir  söylem  olamaz.  İdris 
Bitlisi’nin  belirttiğine  göre,  Osmanlı  yöneticileri  Balkanlarda  fütuhat  yapıldıkça, 
Anadolu’dan Türkmenleri, Arapları ve Kürdleri buraya sevk etmişler ve iskânlarını 
gerçekleştirmişlerdir.
3
  Anlaşılıyor  ki,  bu  saydıklarımız  yani  Türkler,  Araplar  ve 
Kürdler birbirlerini benimsemiş ve içselleştirmişlerdir. İlk devirlerden başlayarak, 
mesela Selçuklular ile Eyyubiler arasında, Güneydoğu Anadolu üzerinde bir rekabet 
söz konusu olduğunda, Urfa’nın, Adıyaman’ın Kürd beyleri Sultan II. Kılıç Arslan 
yanında  tavır  koymuşlardı.  Bu  tutum  sonraki  yüzyıllarda  da  devam  etmiş,  Ana-
dolu’nun doğusunda bir Rumluk ve Ermenilik teşkiline hep birlikte karşı konulmuş, 
nihayet Doğu Anadolu’nun Kürd aşiretleri, “Mütareke ve Milli Mücadele yıllarında 
Doğu  illerinin  öz  kapısını,  bütün  aksamıyla  sınırlarını  bile  ileriden  ve  geriden 
                                                        
1
 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, C. IV, İstanbul 1969, s. 
97-102.  
2
 Ali Fuat Başgil, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, Cilt 1, Ankara 1943, s. 137. Ayrıca Bakınız: Mustafa 
Keskin, Atatürk’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1999, s. 
2-3.  
3
 İdris Bitlisi, Heşt-Bihişt, II Cilt, Haz. Mehmet Karataş, Selim Kaya ve Yaşar Baş, Betav Yay., 
Ankara 2008.  


Yüklə 3,79 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə