XəZƏr universiteti erciyes universiteti



Yüklə 3,79 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə44/179
tarix23.01.2018
ölçüsü3,79 Kb.
#22108
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   179

97 
 
çağdaş kaynaklardan öğreniyoruz. 
1
 Bu unsurlar içinde Kürdlerin kâmilen Müslüman 
oldukları düşünülmektedir. 10. 000 civarında Müslüman Kürd’ün Selçuklu sultanı-
nın davetine ön şartsız icabet etmesi, galiba gönül birliğinden olmalıdır. Türkler ve 
Kürdler arasında, ayrıca ve yaygın sıhrî akrabalıkların kurulmasının ve sürdürülme-
sinin temelinde yatan gerçek de bu olmalıdır. Eğer bir karşılıklı “temsîl”den bah-
setmek gerekirse bunun vaki olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.  
Bu sene Hakka yürüyüşünün 740. yıl dönümü olan “Hudavendigar-ı Rum” 
Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Mesnevî-i Şerif’inin birinci cildinde “halvette ken-
disini öldüren vezirin mezarı çevresinde saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak top-
lanan Arap’tan, Türk’ten, Rum’dan ve Kürd’den oluşanların sayısını Allah bilir”
2
 
dediğine bakılırsa, XIII. yüzyılda bu saydıklarımızın Anadolu’da varlıklarında şüphe 
yoktur. Tebaanın farklı unsurlardan oluşu, Selçuklu Devletinin kimliğine bir halel 
getirmemektedir. Hz. Mevlana, adı geçen eserinde dil ve gönül birliğine de yer ver-
mektedir. Ona göre dildaşlık, yakınlık ve bitişikliktir. İnsan namahrem olanlarla bağa 
mensup gibidir. Yani aynı dili konuşanlar, birbirinin fikrini kolayca anladıkları için, 
birbirlerine pek çabuk yaklaşırlar ve mahrem olurlar, birbirinden ayrılmak istemez-
ler. İnsan dil ve düşünce bakımından yabancı olanların arasında konuşup görüşmek-
ten men edilmiş mahpuslar gibidir. Dilde birlikten istenen düşünce ve ruh birliğidir. 
Bir Hintli ile bir Türk’ün konuşma dilleri ayrı iken, düşünce ve ruhî dildaşlıkları çok 
vakidir ve bunun gibi, iki Türk bir ırka mensup ve lisanları bir iken, düşünce ve ruhî 
bakımından  ayrı  olmak  itibariyle  birbirine  yapancıdırlar.  Böyle  olunca  mahremlik 
dili muhakkak başkadır ve gönül birliği dildaşlıktan daha iyidir. Gönülden söylenen 
kelam konuşma dilinden daha faziletlidir. Çünkü insan içinden başka türlü düşünür 
ve tekellüm eder. Dil çakmak taşı, ağız demir ve söz ateş gibidir. Öyleyse dilini bey-
hude kullanma. 
3
  
Selçuklular, İslam medeniyet dairesine girdiklerinde, bu medeniyete kolayca 
uyum sağlamak için Arap-İslam alfabesini benimsediler. Daha önce İranlılar da bu 
alfabeyi benimsemişlerdi. Orta zamanlarda dünyada, özellikle Afro-Avrasya’da, iki 
dil ve alfabesi kendilerine egemenlik alanı bulmuşlardı: Arapça ve Latince. Arapça 
İslam  medeniyetinin,  Latince  Hristiyan  medeniyetinin  iletişim  aracı  idi.  Doğu’da 
Arapça ve Batı’da Latince bilim, sanat, kültür ve medeniyet dili olmuştur. Selçuklu-
lar bürokraside Farsçayı, eğitim ve öğretimde Arapçayı, saray ve orduda Türkçeyi 
kullanmışlardır. Türk sarayı ve ordusu, Türkçenin güvencesi, hayat kaynağı ve in-
kişaf  ettiği  bir  ocak  olmuştur.  Türkçe,  beylikler  devrinde  resmi  dil  olmuş,  bütün 
ülkenin bağlaç dili haline gelmiştir. Osmanlılar devri, Türkçenin bir kültür ve me-
deniyet dili olarak evrensel bir konuma yükseldiği zaman dilimidir. Tanzimat’tan 
sonra Türkiye’de gerçekleştirilen bir dizi yapısal değişiklikler meyanında anayasal 
                                                        
1
 Faruk Sümer, Ali Sevim, İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Metinler ve Çevirileri, TTK 
Yay. Ankara 1971, s. 34, 57.  
2
 Mesnevi-i Şerif, Cilt 1, Tercüme eden, Ahmet Avni Konuk, Yayına Haz. Dr. Selçuk Eraydın ve Prof 
Dr. Mustafa Tahralı, Gelenek Yayınları, İstanbul 2004, s. 247, 63. beyit.  
3
 Mesnevi-i Şerif, s. 377, 1229, 1230 ve 1231. beyitler; s. 482, 1621. beyit.  


98 
 
düzene geçmek de vardı. 1876 tarihli “Kanun-ı Esasiye”den başlayarak
1
, 1924 tarihli 
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda,
2
 1961 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda
3
ve 
1982 tarihli Anayasa’da
4
 Türkçenin devletin resmi dili olduğu hükmü, anayasal gü-
vence altına alınmıştır. Anadolu’nun ilk fethi sırasında bu ülkeye kesafetle gelip yer-
leşen Türk unsurunun miktarını kesin olarak tespit etmek mümkün olmamakla be-
raber,  az  çok  bazı  tahminlerde  bulunulabilir.  Nizamü’l  Mülk,  Sultan  Melikşah’ın 
divanında kayıtlı olan, ulufe alan ve giyinen ordu mevcudunun 400. 000 atlıya ulaş-
tığını haber vermektedir.
5
 Bazı kayıtlarda Sultan Melikşah’ın 100. 000 Türk askerini 
Kapadokya’ya yerleştirdiği, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ı 80. 000 Türkmen eriyle 
Anadolu gazasına gönderdiği, emrine 320. 000 Türkmen erini çeri verdiği gibi ifa-
deler  nazar-ı  dikkate  alındığında,  erken  tarihlerde  Anadolu’da  bulunan  muharip 
süvari asker miktarını 140–150 bin olarak tahmin etmek mümkündür. Orduyu teşkil 
eden tümenlerin mensup olduğu boyların ve oymakların bütün sahip oldukları mal-
larla bu tümenlerin arkasından geldikleri dikkate alınır ve her birine ortalama dörder 
nüfus verilecek olunursa, bu ülkeye gelen nüfus miktarının 500-550 bin kişiye ulaş-
mış olacağını, çobanlık etmek ve bu ülkede arazi sahibi olarak çiftçilik yapmak üzere 
gelip yerleşenlerin miktarını da 500. 000 olarak tahmin edebiliriz ki, bu takdir de 
Anadolu’ya gelen Türk ve Müslümanların sayısının 1 milyonu geçtiğini kabul etmek 
doğru olur. 
6
 
Selçuklular zamanında Anadolu’nun etnik ve dini yapısı hakkındaki bilgile-
rimiz, Osmanlı asırlarına ait olan “tahrir defterlerine” dayanmaktadır. Buna, her ka-
zai merkezde tutulan “Şeriyye Sicilleri”ni de ilave etmek lazımdır. Bu saydıkları-
mızla, Tanzimat’tan sonra tutulan “Nüfus Müfredat Defterleri”nden Osmanlı tebaası 
iki başlık altında sınıflandırılmaktadır: 
1.
 
Bütün  Müslümanlar  için  “Ümmet-i  Muhammed”  veya  “Millet-i  Ehli 
İslam”,  
2.
 
Müslüman olmayanların tamamı için de “Reaya” denilmiştir ki, reayadan 
her  biri  de  alt  başlıklar  halinde,  “Millet-i  Rumiyan,  Millet-i  Ermeniyan, 
Millet-i Yahudiyan, Millet-i Cebran adlarıyla verilmektedir. 
7
 
Acaba Anadolu’da kitlesel bir “İslamlaşma” olmuş mudur? Balkanlar’da gö-
rülen ihtiyarî İslamlaşma hadiselerinin (Arnavutlar, Boşnaklar, vs.) benzerinin daha 
önce Anadolu’da olup olmadığını bilemiyoruz. Osmanlılardaki gibi, cebri bir İslam-
laştırma veya Türkleştirmenin Selçuklular zamanında da olmadığını, sonraki asırlara 
ait,  bilhassa  şeriyye  sicillerinden  ve  cizye  defterlerinden  anlayabiliyoruz.  Bu  söy-
lediklerimiz  hem  harbi  hem  de  hazari  dönemlere  aittir.  Nitekim  Gazi  Orhan  Bey 
                                                        
1
 A. Şeref Gözübüyük ve Suna Kili, Türk Anayasa Metinleri, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., Ankara 
1982, s. 29.  
2
 a. g. e, s. 111, 2. madde.  
3
 a. g. e, s. 146, 3. madde.  
4
 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Kare Yay., İstanbul 2010, s. 26, 3. madde.  
5
 Siyasetname, Haz. Mehmet Altay Köymen, TTK Yay., Ankara 1999, s. 120-121.  
6
 Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, Cilt 1, Yayına Sunan: Refet Yinanç, Ekol 
Yayınevi, Ankara 2009, s. 153–154.  
7
 Mustafa Keskin, Kayseri Nüfus Müfredat Defteri 1831-1860, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür 
Yay., s. 30, 36, 42.  


Yüklə 3,79 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə