95
den geldiğini söyleyenler de olmuştur.
1
Türkmânend, Türk gibi, Türk’e benzer de-
mek olup, yerleşik Türklerden ayırt etmek için kullanılmıştır. Buna göre Türkmen-
lerin yerleşik hayata geçmemiş, kurulu düzene göre değil de, kendi yasalarına göre
yaşayan, yarı göçebe hayat tarzını benimseyen, topluluklar için kullanıldığını söyle-
yebiliriz. Eski metinlerimizde rastladığımız “Hayme-nişîn” ve “Badiye-nişîn” keli-
meleri üzerinde durabiliriz. Arapça Haime (çadır), ve Farsça Nişin (oturmak)’den
yapılma birleşik bir kelime olan Hayme-nişîn, çadırda oturan göçebe demektir
2
.
Doktora öğrencim Hasan Aslan’ın “XVII. Yüzyılda Maraş” konulu tezinde geçen
“Urban”, “Ekrad” ve “Türkmen” eşkıyası ifadesinden hareketle, yerleşik olmayan
ahalinin Türk olanlarına Türkmen, Kürd olanlarına Ekrad ve Arab olanlarına da
Urban deniliyormuş
3
. Bu isimlendirmelerin, bilhassa, “Şer’iyye Sicilleri”nde, dö-
nem dönem, “Ekrad-ı Türkmenan” ve “Türkmenan-ı Ekrad” biçimlerinde görüldü-
ğünü de ilave etmek lazımdır. Arapça Urban kelimesinin tekili olamayıp, bu
kelime
Çöl Araplarını, Arap Bedevilerini karşılamaktadır
4
. Bazen Urban yerine “A’rab” da
kullanılmaktadır ki, Kur’ân-ı Kerim’de de geçmektedir
5
. A’rab, Badiye-nişîn yani
çölde oturan Arab kabileleri demek olur
6
. “Türk”e gelince, bu kelime medeni yaşamı
benimsemiş, yerleşik hayata geçmiş, bütün Türk boylarını ifade etmelidir. Oğuzlar
Türkmenler Türkler diyebiliriz. Türkiye Selçuklu Devleti kurulduğunda, bu
devletin kurucusu olan Gazi Süleyman Şah’ın ele aldığı önemli konulardan biri de,
mütemadiyen gelmekte olan Türkmenleri yerleşik hayata geçirmek olmuştur. Bir
Orta Doğu kurumu olan Ahîliğin Anadolu’da kurumsallaşmaya başlaması bu sulta-
nın zamanlarına kadar çıkmaktadır.
Anadolu “Afro-Avrasya” nın kesişme noktasında bulunmaktadır. Buradan
bakılınca her kıta yakındır. Anadolu’nun bu özelliği iki konuyu öne çıkarmıştır:
1.
Afro-Avrasya’da söz sahibi olmak isteyen güç veya güçler Anadolu üze-
rinde hep talepte bulunmuşlardır.
2.
Anadolu’nun birden fazla devlete tahammülü olamayacağı, hasebiyle, bu-
rada hâkim devletin mana ve madde planında güçlü olması zarureti ortaya
çıkmıştır. Talepler ve retler, bütün zamanlarda Anadolu’yu bir çatışma or-
tamı haline getirmiştir.
Oğuzlar-Türkmenler, Selçuk Bey’in önderliğinde Maveraünnehr’e geldikleri
zaman burada pek rahat yüzü görmediler. Sultan Tuğrul Bey’in ifadesiyle “Bu yurt-
ların garipleri” oldular. Türklerin Orta Doğuda ve özellikle Anadolu’daki gariplik-
leri, Osmanlı Devleti’nin Fırat’ın batısına ve doğusunu sahip olmasıyla, kısmen sona
ermiş, “Misak-ı Milli” ile sınırları belirlenmiş Anadolu’da Türklerin sahipliği pekiş-
tirilmiştir. Papalığın öncülüğünde Avrupa, Türkleri Anadolu’dan çıkarmak, müm-
künse yok etmek suretiyle, eski Hristiyanlık yurtlarına yeniden sahip olmak için
1
Mütercim Asım Efendi, Burhan-ı Katı, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara 2000, s. 786. ; Ahmet Vefik
Paşa, Lehçe-i Osmani, Cilt 1, s. 396.
2
Şemseddin Sami Bey, Kamus-ı Türkî, s. 595.
3
Hasan Aslan, “XVII. Yüzyılda Maraş”, Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih
Anabilim Dalı, Yeni-Yakınçağ Bilim Dalı, Doktora Tezi, s. 215-216.
4
Şemseddin Sami Bey, age, s. 932.
5
Kur’ân-ı Kerim, Fetih Suresi, 26. Cüz, 48. Sure, 11. Ayet.
6
Şemseddin Sami Bey, age, s. 130-260.