77
Ayrıca o döneme ait kullandığı Pehlevîce terimler de son derece sınırlıdır. Buna
isimlerini saydığı antik Yunan filozofları da eklenecek olursa Sühreverdî‘de işrâkın
coğrafî bir anlam taşıdığı kolaylıkla savunulamaz. Dolayısıyla işrâk, özellikle farklı
kültürlerdeki düşünürlerin metot birliğini sembolize eden bir kavram olarak
değerlendirilmelidir.
162
Buna göre hakikate ulaşmanın birbirini tamamlayan iki yolu vardır.
Bunların ilki nazar ve tefekküre dayanan ―bahs‖, diğeri de kulluk, çile çekme ve
ahlâkî arınmada en yüksek düzeye ulaşmayı ifade eden ―teellüh‖tür. Düşünmeye ve
araştırmaya muhtaç olmadan keşf yoluyla hakikatin bilgisine ulaşma düzeyine
yükselmiş olana ―müteellih‖ denir. Sühreverdî, bahs ve teellüh yöntemlerini
kullanmaları bakımından hakikati arayanları üç kısma ayırır. 1. Teellühü esas alıp
bahse önem vermeyenler; 2. Tefekkür ve bahsi önemseyip teellühü ihmal edenler; 3.
Her iki yolu takip edenler. İlkine müteellih, ikincisine hakîm, üçüncüsüne de mü-
teellih hakîm veya ilâhî hakîm denir. Sühreverdî peygamberlerle sufîlerin çoğunu
birinci grupta, Aristo ile onu izleyen Fârâbî ve İbn Sînâ‘yı ikinci grupta gösterir;
kendisinin de dâhil olduğu üçüncü grubun sayısının çok az olduğunu ileri sürer.
163
İlk sûfîler tarafından işrâk kelimesi bir tasavvuf terimi olarak
kullanılmamakla birlikte Yeni-Eflâtuncu felsefî fikirlerin de tesiriyle ontoloji,
epistemoloji ve ahlâk alanında İşrâkilik‘le paralellik arzeden kavramlar ve fikirler
tasavvuf çizgisinde büyük bir gelişme kaydetmiştir. Özellikle Gazâlî, bu gelişmenin
162
Kaya, a.y.
163
Kaya, a.y.; Halide Yenen, Sühreverdî Felsefesinde Epistemoloji, Basılmamış
Doktora Tezi, İstanbul 2000, s.10.
78
İbn Arabî ve Sühreverdî‘den önceki en büyük ismidir. Ayrıca Gazâlî İşrâkiliğin
zulmet, nur, zevk, keşf gibi diğer temel kavramları yanında işrâk kelimesini ve
türevlerini bilhassa Mişkâtü‘l-envâr‘da ve İhyâ‘ü ‗ulûmi‘d-din‘de kullanmıştır. İşrâk
kelimesi Rûzbîhân-ı Baklî tarafından bir tasavvuf terimi olarak tanımlanmış ve
ondan sonra nisbeten daha sıkça kullanılmıştır. İşrâkı ―gönülden çıkan tecelli
şimşekleri‖ şeklinde tanımlayan Baklî ilk sûfîlerden Ruveym b. Ahmed‘in, ―İşrâk
vahdaniyet nurlarının parlamasiyla nefsin arzularının yok olmasıdır‖ dediğini
nakleder; ayrıca onu ―ezelî nurun yoklukta parlaması‖ şeklinde de tanımlar.
164
Sühreverdî, eserlerinde Plotinus‘a herhangi bir atıfta bulunmaz. Hatta o,
uyku ile uyanıklık arasındaki bir cezbe anında konuştuğu, bilgi konusunun zorluğuna
ilişkin problemini ilettigi ve ―kendine dön‖ cevabını aldığı şahsın Aristoteles
oldugunu belirtir. Oysa Plotinus‘un Enneadlarda‘ki ―eğer kendimize dogru
dönebilseydik hem Tanrı‘yı, hem kendimizi hem de evrensel varlığı görecektik‖
ifadesini göz önünde bulundurduğumuzda, filozofumuzun konuştuğu Aristoteles‘in
Yeni-Eflatuncu Aristoteles olduğunu söylemeliyiz. Enneadlar‘ın temel konusu,
―kendini bilen Tanrı‘yı da bilir, insanın kendisine dogru yönelmesi aynı zamanda
Tanrı‘ya yönelmesi‖ oldugu gibi Sühreverdî‘nin epistemolojisi de Peygamber‘e
(s.a.v) nispet edilen ―kendini bilen Rabbini bilir‖ hadisi üzerinde şekillenir.
165
Şüphesiz Sühreverdî ruhî arınmayı esas alan İşrâkiliği kurarken isimlerini
hayranlıkla andığı Bâyezîd-i Bistâmî, Hallâc-ı Mansûr gibi İslâm sûfîlerinden ve bu
konudaki zengin tasavvuf literatüründen yararlanmıştı. Ontik varlığı nur kavramıyla
açıklayarak bir çeşit nur metafiziği yapmasında Kur‘an‘daki, ―Allah göklerin ve
164
Kaya, ―İşrâkıyye‖, s.435.
165
Yenen, a.g.e., s.14.
79
yerin nurudur‖ (en-Nûr 24/35) âyetiyle bu âyeti yorumlamak üzere Gazâlî‘nin
yazdığı Mişkâtü‘l-envâr‘da idealize edilen nur fikrinin onun için bir ilhâm kaynağı
olabileceği de göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husustur. Bu arada İhvân-ı
Safâ ve Karmatîler‘deki imamet ve kutup kavramları, Yeni-Eflatuncu ve Sâbiîler‘in
yıldızlara yaptıkları dua ve münâcâtlar, hulâsa kadîm Hermetikve gnostik kültürde
mevcut olan birçok unsuru İşrâkiliğin satır aralarında bulmak mümkündür.
Dolayısıyla Sühreverdî, uzlaştırılması çok zor kadîm kültürlerle kendi inanç ve
kültüründen aldığı birçok unsuru ortak bir paydada buluşturarak oluşturduğu sisteme
İşrâkıyye adını vermiştir.
166
Sühreverdî, ister değiştirmek suretiyle sistemine alsın isterse eleştirip
reddetsin, İşrâki felsefede Meşşâîliğin rolü büyüktür. Bu arada Sühreverdî özellikle
İbn Sînâ‘ya çok şey borçludur. Çünkü İbn Sînâ kendisinden önce, Meşşâî felsefeden
üstün gördüğü ve rasyonel sezgiyi temel alan bir Doğu felsefesi kurma girişiminde
bulunmuştu. Arapça‘da ―doğu‖ anlamındaki meşrikıyye ile aydınlatıcı demek olan
müşrikıyye kelimelerinin ikisi de sıfat olarak İşrâkin türevleridir. İbn Sînâ‘nın bu
amaçla kaleme aldığı eserlerden sadece el-Hikmetü‘l-meşrikıyye‘nin mantık bölümü
günümüze ulaşmıştır. Sühreverdî, İbn Sînâ‘nın Doğu hikmetini tekrar canlandırmak
istediğini, fakat Husrevânîler denilen eski İranlı rahip krallar tarafından temsil edilen
ilâhî hikmetin kaynağını tanıyamadığı için bunu başaramadığını söyler.
167
Ayrıca
Sühreverdî, İbn Sînâ‘nın Hay b. Yakzân, Selâmân ve Ebsâl ile Risâletü‘t-tayr gibi
sembolik ve alegorik eserlerini okumuş ve ışığın anayurdunun Doğu olduğu fikrini
166
Ali Eşlik, İbn Sînâ’da Hikmet’ül-Meşrikıyye Kavramı, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul 2008, s.105.; Kaya, a.y.
167
Şerif, a.g.e., s.416.
Dostları ilə paylaş: |