103
Yaşar Nuri de; ―Bu müessese, başlangıçta sırrî çalışıyordu. Bu sırrın,
mensupları dışına taşmaması için olağanca gayret gösterilmiştir. Fakat gitgide faaliyet
alanı genişlemiş ve kalabalığa intikal başlamıştır. Artık tasavvuf vesika bırakıyor, yani
sadırlardan satırlara geçiyordu. Bu satırlara geçme vakası tasavvuf hakkında herkesin
söz söylemesine yol açtı. İsteyen konuşuyor, dileyen yazıyordu. İşin yaşayışından çok,
söz tarafıyla ilgilenen ulemâ ve hukemâ da kendi anlayışları yönünde kalem
oynatıyordu. Halbukî bu müellifler tasavvufun gizliden gizliye ve gönülden gönüle iş
gördüğü sırada yabancı fikirlerin, özellikle Yunan tefekkürünün etkisi, hatta
hegemonyası altına girmişlerdi. Bunlar bilhassa Yeni-Eflatunculukla temaslarında
orada birçok mistik fikirle karşılaştılar. Bu defa, yerli olan tasavvufu, kafalarını
doldurmuş bulunan yabancı sistemlere uydurarak felsefi ifadelerle piyasaya sürdüler.‖
demiştir.
221
Erol Güngör, İslâm tasavvufunda yabancı tesirler meselesini oryantalistler
tarafından olduğu kadar bazı İslâm müellifleri tarafından da çok defa abartıldığını
belirterek; ―Tasavvufa aleyhtar olanlar, titiz bir inceleme sonunda bazı fikirlerin
menşe‘ini İslâm dışında bir yere bağlayabilir veya bazı fikirleri İslâm‘ın temel
inançlarıyla tezat halinde görebilirler; nitekim bu tür araştırmalar her devirde
yapılmıştır demektedir.‖ Ne var ki İslâm dışında gelişmiş mistik cereyanlarla İslâm
tasavvufu arasında hayret verici benzerlikler bulunabilir. Kültür temasları ve
alışverişleri dünyanın her çağında ve her yerinde görülmüştür; hiçbir toplum bundan
kaçamaz.
222
221
Öztürk, a.g.e., ss.37-38.
222
Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken yayınları, s.62.
104
Müslümanlar eski medeniyetlere ait dinî ve fikri cereyanların şu veya bu
şekilde tesiri altında kalmış olabilirler. Fakat umumiyetle Yunan ve hususiyle Yeni-
Eflatunculuk felsefesinin üzerlerindeki tesiri hepsinden daha kuvvetli idi. Çünkü
İskender‘in şarktaki fütuhatından beri Yunan kültürü, Şarkta hâkim olan kültürdü.
Müslümanlar da Yunan kültürünün tesiri altında kalmışlar, Hıristiyanlardan
Nasturilerle Yakubiler, Müşriklerden Sabiiler, bunlardan başka Yahudiler ve
Zerdüştiler, bu hususta Müslümanlara yardım etmişlerdi. Bu yüzden Emeviler
saltanatının sonlarında ve Abbasi saltanatının en parlak devrinde muhit dini itikatlarla,
felsefi görüşlerle, ilmi araştırmalarla, velhasıl fikir ve ruh hayatını canlandıran
faaliyetlerle dolmuş, bu yüzden İslâm hayatı muhteşem bir gelişme arz etmiş ve
bilhassa İslâm‘ın ruh hayatı en parlak ve en verimli devrini yaşamıştı.
223
Emevi halifeleri zamanında başlayan fikir hareketleri, özellikle, Abbasi
halifeleri zamanında tam bir gelişmeye ulaşmış ve gerek İskenderiye mektebi gerekse
tercümeler yoluyla Yunan kültürüyle temas edilmiş ve bu temas neticesinde bazı
etkilenmeler olmuşsa da, daha önceden, İslâm‘da birçok fikir akımları meydana çıkmış
ve birçok meselelerde Yunan düşüncesi aşılmıştı. Bu nedenle, İslâm Tasavvufunu
başka kaynaklara ve özellikle İskenderiye‘nin Yeni-Eflatunculuğa dayandırılması
boştur.
224
Tasavvufun esasını zühd ve takvânın teşkil ettiğini, tasavvufun menşeinin de
Kur‘an‘dan ve Hz. Peygamber‘in dinî hayatından esinlenmiş olduğunu kabul edersek,
bunu dışarıda aramaya gerek yoktur. Nitekim başta D.S. Margoliouth ve L. Massignon
223
Doğrul, İslâmiyetin Geliştirdiği Tasavvuf, s.39.
224
Sunar, a.g.e., ss.170-171.
105
ve onlardan sonra gelen Trimingham, H. Corbin, R. Caspar, R.Arnaldez, L. Gardet
gibi birçok çağdaş batılılar, artık tasavvufun menşeinin İslâm olduğunu savunmaya
başlamışlardır.
225
Muhittin Uysal, Tasavvuf hicri üçüncü asırdan itibaren, bireysel çıkışlarla
zaman zaman İslâm‘ın sınırlarını zorlamıştır. Ancak Erol Güngör‘ün isabetle belirttiği
gibi tasavvufi hayatın bütünü ve genel görüntüsünü göz önünde bulundurarak, İbn
Arabî (638/1240)‘ye kadar bu dış tesirlerin, İslâm‘ın çerçevesini önemli ölçüde
aşmayacak şekilde özümlendiğini dile getirmektedir. Fakat İbn Arabî (638/1240) ve
onu izleyenlerde, Yeni-Eflatuncu felsefenin, Filon (M.S. 50) ve Plotinus (M.S. 270)
‗un tesirlerinin kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle İbn Arabî ve sonrasında
zaman zaman İslâmi renk belirsizleşmiş, artık bu dönemde tasavvuf felsefi bir üslupla
kaleme alınmış, keşf ve ilhâm ürünü olduğu açıkça söylenen metafizik gerilimler
edebiyatı olarak önümüze çıkmıştır.
226
Cavit Sunar‘a göre, İslâm Tasavvufu, İslâmiyet‘e hastır ve gerçek kaynağı da
Kur‘an ve Sünnet‘tir.
Cavit Sunar Tasavvuf Tarihi adlı eserinde İslâm tasavvufunun gelişimi ile
ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmuştur:
―Tasavvuf, birinci ve ikinci hicri yüz yıllarda Zâhitlik, Nâsiklik ve Fakirlik
adı altında sadece dışa ait yani Allah‘ın rızasını kazanıp, cennete girmek ve Allah‘ın
cemâlini müşahede gayesiyleydi. Üçüncü ve dördüncü yüz yıllarda, dışa ait olan bu
225
Bayrakdar, Tasavvufa Yabancı Tesir Meselesi, s.98.
226
Uysal, a.g.e., s.22; Güngör, a.g.e., s.61.
Dostları ilə paylaş: |