107
tasavvuf hicri altıncı ve yedinci yüz yıllarda, bir teozofi,
228
hâlini aldı ve İbn
Arabî‘den sonra ilerleme ve orijinaliteden ayrılarak sırf taklitten ibaret kaldı.‖
Tasavvuf batın ilmi olmak sıfatıyla zahir ilmi olan fıkhın mukabili olarak ruh
hayatının bütün gelişmelerini aksettiren en parlak ayna idi. Maddi hayatın çok
ilerlemiş olması ve o zamanki insanların refah ve sefahate dalmış olmaları buna mani
olmuyordu. O zamanki ruh hayatının desteği, İslâm‘ın ilk devrinde olduğu gibi
yalnızlık zahitlik fakirlik ve takva değildi, belki bunlar, maddi hayatın refahı içinde
nefislerini dizginlemeyi bilen, tasavvuftan ve daha başka kaynaklardan felsefi ve gayri
felsefi unsurlar toplayarak zevki mahiyette olan bir ilmi destekleyecek temelleri bulan
yüksek ruhlu kimselerin vasfı idi. Bunların kurdukları ilim ruhların hallerinden ve
kalplerin iç yüzünden bahsediyor, riyazet ve mücahede kaidelerini tespit ediyor ve
bütün bunlarla zevki marifet sayesinde gerçekleşen bahtiyarlık ve kurtuluş hedefine
varmayı gözetliyordu.
229
Arapların Yunan kültürü ile tanışması Arabistan‘da yayılan eski mezhepler
sayesinde mümkün olmuştur. Bu mezheplerden Nasturiler Hıyre tarafında
yayılmışlardı; Yakubiler de Gassan ile Şam kabileleri arasında yaşıyorlardı. Bu
Hıristiyanlar Yunan kültürünün hiç olmazsa bir cephesini taşımakta idiler. Amaçları
putperestlere ve müşriklere karşı kendilerinin savunduğu fikirleri müdafaa etmekti.
Felsefe ise bu müdafaayı sağlayacak mantıkî delil ile akli bürhanı vermekte idi.
228
Teozofik Tasavvuf, İbn Arabi tarafından sistemleştirilen vahdet-i vücûd merkezli
tasavvuf anlayışı olup,
bu öğretiye göre, bütün varlıklar, aşkın varlık Allah tarafından
temsil edilen varoluş ilkesinin tezahürlerinden ibarettir. Bkz. Uysal, a.g.e., s17.
229
Doğrul, a.g.e., s.40.
108
Süryanilerin Nasturilerle Yakubiler ve müşriklerden öğrendikleri ve öncelikle dillerine
sonra Arapçaya çevirdikleri felsefe, Müslümanların eserlerini tanıdıkları, İbn Sînâ,
Fârâbî, Kindî gibi filozofların tesiri altında kaldıkları bu Aristo felsefesi gibi sırf aklî
mahiyette değildi.
230
Felsefe daha başka bir mahiyette idi. Ve halis felsefe olmadığı gibi halis din
de değildi. Belki fikri görüş ile ruhî ilhâmın birleşmesinden ortaya çıkmış bir şeydi ki
bunu Yeni-Eflatunculuk temsil etmekteydi. Yunan felsefesinin fikri ve zevki
cepheleriyle yapmış olduğu tesir muhakkak ki çok büyüktü. Çünkü İslâm filozofları
Aristo‘nun tesiri altında ne kadar kaldılarsa, İslâm mutasavvıfları da Eflaun‘un ve
Plotinus‘un tesiri altında o derece kalmışlar ve her taraf Yunanın bıraktığı bu mirasa el
uzatarak mezheplerini besleyecek ve iddialarını doğrulayacak destekleri aramıştı.
231
Gerçi Müslümanlar Plotinus‘un şahsı hakkında pek bir şey bilmiyorlardı fakat
mezhebini tanımışlar, hatta bu mezhep onlara ilk önce Aristo‘ya nispet edilerek
bildirilmişti. Sebebi Humus‘lu Nâime oğlu Abd-ül Mesih‘in bu eseri Arapçaya ―Aristo
Esolocyası‖ kitabı içinde nakletmesi idi. Şu var ki Müslümanlar Plotinus felsefesini
öğrenmişler ona ―İskenderiyeliler Mezhebi‖ adını vermişlerdi. Şehristâni Plotinus‘tan
bahsettiği sırada onun hakkında ―Yunanlı Şeyh‖ der. Harraniler ile bazı Hıristiyan ve
İslâm mezhepleri Eflatun‘a veya Pitagor‘un mezhebine karışan Eflatuniliği bir müddet
tetkik etmişler ve bunun yanında Ravakilerin Yeni-Eflatunculuğunu da tetkik
etmişlerdir.
232
230
Doğrul, a.g.e., s.40.
231
Doğrul, a.y.
232
Doğrul, a.y; Bayrakdar,
İslâm Felsefesine Giriş, s.52.