100
bunların tutum ve eğilimlerine de tasavvuf denmiştir. Burada yeni olan sadece isimdir.
Müessese; mahiyeti manası ve özü itibariyle Hz. Peygamberin sünnetinden ibarettir.
213
M. Ali Aynî de, tasavvufun kaynağını İslâm dinine bağlamakla birlikte, bu
gerçeği zahirî olarak Kur‘an‘dan çıkarmanın mümkün olamayacağını vurgulamıştır. O
gerek Mekkî gerek Medenî birtakım sûrelerde mecâzi manalara yönelmiş ayetlerin
olduğunu belirtmiştir.
214
Büyük sûfîlerin yetiştiği hicrî III ve IV. (IX ve X.) yüzyıllarda tasavvufla
ilgili birtakım eserler yazılmış, sûfîliğin esasları yazılı hale getirilmişti. Diğer taraftan
aynı dönemde melâmet ve fütüvvet gibi önemli tasavvufî ekoller ortaya çıkmıştı.
215
Dışa ait olan ibadet şekli içe yönelmiş, kalbe ait bir bâtın ilmi olmuş, dolayısıyla da
şeriatın dış yüzünden ayrılarak ruh tasfiyesi, Allah‘a aşk ve Allah ile birleşme gaye
edinilmişti.
216
Marûf-i Kerhî (ö.200/815), Serî es-Sakatî (ö.257/871), Hâris el-
Muhâsibî (ö.243/857) ve Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909) gibi ünlü sûfîler Irak‘ta
tasavvuf adı altında İslâm‘ın mânevî hayatını geliştirirken Horasan bölgesinde
Hamdûn el-Kassâr (ö. 271/884) melâmet adı altında söz konusu hayatın farklı bir
yorumunu ortaya koyuyordu. Ebû Hafs, Ahmed b. Hadraveyh ve Şâh Şucâ-ı Kirmânî
gibi Horasanlı dindarlar ise daha çok fütüvvet ve mürüvvet üzerinde duruyorlardı.
Melâmet ehli ihlâs ve riya konusuna ağırlık verirken, fütüvvet ehli daha çok dinin
213
Öztürk, a.g.e., s.37.
214
Akdemir, Felsefi Açıdan M. Ali Aynî’de Felsefe ve Tasavvufa Bir Bakış, s.52.
215
Komisyon, a.g.e., s.57.
216
Mehmed Nazmi Efendi, a.g.e., s.25.
101
insaniyet yönü üzerinde duruyorlardı. Bu konuda özellikle Bâyezîd-i Bistâmî (ö.
234/848) son derece özgün yorumlar yapıyordu.
217
Söz konusu dönemde tasavvufa dair yazılan en meşhur eserler ve yazarları
ise şunlardır:
Hâris el-Muhâsibî (ö. 243/857) er-Riâye li-hukûkıllah, Cüneyd-i Bağdâdî (ö.
297/ 909) Resâil, Sehl b. Abdullah et-Tüsterî (ö. 283/896) et-Tefsîr, Hakîm et-Tirmizî
(ö. 320/932) Hatmü‘l-velâye, Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/921) Kitâbü't-Tavâsin, Ebû
Nasr es-Serrâc (ö. 378/988) el-Luma‘, Kelâbâzî (ö. 380/990) et-Taarruf, Ebû Tâlib el-
Mekkî (ö. 386/996) Kutü‘l-kulûb, Sülemî (ö. 412/1021) Tabakâtü‘s-sûfiyye, Ebû
Nuaym İsfahânî Hilyetü‘l-evliyâ, Kuşeyrî (ö. 465/1072), er-Risâle, Hücvîrî (ö.
470/1077) Keşfü‘l-mahcûb, Abdullah Ensârî el-Herevî (ö. 481/1088) Menâzilü‘s-
sâirîn, Gazzâlî (ö. 405/1111) İhyâü Ulûmi‘d-dîn. Bu eserlerin tamamına yakını matbu
olup bir kısmı Türkçe‘ye de çevrilmiştir. Bu yazarların tasavvuf konusunda daha başka
değerli eserleri de vardır. Özellikle Sehl et-Tüsterî‘nin, Sülemî‘nin, Kuşeyrî‘nin ve
Abdullah el-Ensârî‘nin tefsirle ilgili eserleri işârî tefsirler bakımından önemlidir.
Sülemi‘nin Tabakat‘ı ile Ebû Nuaym‘ın Hilye‘si ise evliyanın hayat hikâyelerine ve
menkıbelerine dairdir. Tasavvufun doğuşunu, gelişmesini ve ilk sûfîlerin yaşama
tarzlarını her biri bir tasavvuf klasiği niteliğinde olan söz konusu eserlerden izlemek
mümkündür.
218
Mustafa Kara, bütün medeniyetlerin temelinde taklit ve tercümenin
bulunduğunu söylemiştir. Ona göre, Ortadoğu topraklarında oluşmaya başlayan İslâm
217
Komisyon, a.g.e., s.57.
218
Komisyon, a.y.
102
medeniyeti de aynı yolu takip etmiştir. Yunan, Bizans, Hint, İran gibi medeniyetlerle
yüz yüze gelen Müslümanlar bunları okuyup anladıktan sonra kendi dünyalarına
uygun yeni bir senteze gitmişlerdir. Ancak onlar bu sentezi oluştururken iki temel
yönlendirici olan Kur‘an ve Hadis her zaman yanlarında olmuştur. Çünkü bir
Müslüman zihin ve gönül için dış tesirler ne kadar çok ve güçlü olursa olsun bu iki
kaynakla uyuşmak, bağdaşmak ve kaynaşmak zorundadır.
219
H.Kâmil, tasavvufun kaynağını yabancı kültürlerde arama kaygısının daha
çok müsteşriklerin gayretleriyle ortaya çıktığını söylemiştir. Birtakım müsteşrikler
tasavvufun sadece Yunan mistisizminden değil, Hint, İran, Mısır, Hıristiyan ve Yahudi
mistisizminden de etkilendiği düşüncesini öne sürmüştür. Ona göre bu görüşleri öne
sürenler bu benzerliklerin insan fıtratından kaynaklanan özellikler olduğunu, her
nerede bulunursa bulunsun ve hangi çağda yaşarsa yaşasın, insanın bu tür ihtiyaç ve
temayüllerinin bulunduğunu görmezden gelmişlerdir. İslâm‘da bulunan ibadet ve
muamelata ait birtakım ahkâm ve kuralların Hıristiyanlık ve Yahudilikteki adâb ve
ahkâma benzemesi, nasıl bunların oradan alındığı anlamına gelmezse, tasavvufi hayat
ve tasavvufi düşüncelerdeki benzerliklerin de böyle birtakım dış kültürlerden
aktarılmış olması anlamını taşımaz. Bir ilmin, İslâmi olup olmadığını anlamak için
önce adına, sonra muhtevasına, sonra da o ilim mensuplarının kendilerini şeriat
açısından hangi noktada gördüklerine bakmak gerekir.
220
219
Mustafa Kara, “Tasavvuf”, İslâm’a Giriş- Evrensel Mesajlar, Ankara 2008, DİB.
Yayınları, ss.164-165.
220
Tûsî, Ebû Nasr Serrâc, el-Lüma’ İslâm Tasavvufu, (Prof.Dr. H.Kamil Yılmaz),
Ankara 1996, Altınoluk yayınları, s.448.
Dostları ilə paylaş: |