96
6. Türk
Tıbbi
Onkoloji
Kongresi
Torasik Onkoloji
Akciğer kanseri halen dünyada, her iki cinste de kanser nedenli ölüm-
ler arasında ilk sırada yer almakta ve her yıl yaklaşık 1.2 milyon yeni
akciğer kanseri tanısı konulmaktadır. Bu olguların yaklaşık %85’ini
küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) oluşturmaktadır. Maale-
sef olguların yarıdan fazlası tanı anında evre IIIB ve IV hastalığa sa-
hip olup bu olgularda prognoz kötü seyretmektedir. Son yıllarda ileri
evre hastalıkta spesifik driver mutasyonu olanlarda uygun ajanlarla
sağkalımda kayda değer artışlar sağlanmış olmakla birlikte genel
olarak hastalığın olumsuz prognoz tablosu devam etmektedir. Erken
evrede yakalanan hastaların ise yaklaşık %40 ile 70’inde küratif cer-
rahiye rağmen, hastalığın seyri sırasında uzak metastazlar meydana
gelmektedir.
İleri evre KHDAK’ inde temel tedavi yaklaşımı sistemik tedavi olup,
gerekli olgularda radyoterapi ve bazı seçilmiş olgularda cerrahi uygula-
nabilmektedir. Sistemik tedavi planlanmasında hastaya ve tümöre ilişkin
faktörler gözönünde bulundurularak tedavi kararı verilmektedir. Hastaya
ilişkin faktörler arasında yaş, performans durumu ve komorbiditeler bel-
li başlı önemli faktörler arasında yer alırken, tümöre ilişkin faktörlerin
başında histolojik tip tayini ve tümörün moleküler analizi büyük önem
taşımaktadır. Bugün için moleküler analiz olarak epidermal büyüme
faktörü reseptörü (EGFR) mutasyonu, anaplastik lenfoma kinaz (ALK)
füzyon onkogeni ve ROS1 yapılması önerilmektedir. Bu değerlendirmeler
sonucunda uygun olgularda hedefe yönelik tedaviler (Erlotinib, Gefitinib,
Afatinib, Crizotinib), diğerlerinde ise sistemik kemoterapi kullanılmak-
tadır. Bu yaklaşımlarla hem sağkalım uzamakta hem de yaşam kalitesi
artmaktadır. Bugün için ileri evre hastalıkta kullanılan belli başlı kemoter-
api seçenekleri platin bileşikleri (sisplatin, karboplatin), taksanlar (dose-
taksel, paklitaksel, nab-paklitaksel), gemsitabin, vinorelbin, etoposid
ve pemetrexed (non-skuamöz histolojide)’dir. Bunun yanısıra tümörün
moleküler özelliği ile ilişkili olmayan, ancak non-skuamöz histolojide
kullanılan ve vasküler endotelyal büyüme faktörüne karşı geliştirilmiş bir
monoklonal antikor olan bevasizumab ile tüm histolojilerde uygun olan
ve VEGFR-2’ye karşı geliştirilmiş bir monoklonal antikor olan Ramu-
cirumab iki önemli antianjiyogenik ajanı oluşturmaktadır.
Spesifik driver mutasyonu olan hastaların çoğunluğu ilk sıra tedavi-
de uygun hedefe yönelik ajanı (erlotinib, gefitinib, afatinib, crizotinib)
almaktadır. Ancak bir kısım hastada sözkonusu driver mutasyon
analizlerinin sonucu çıkmadan sistemik kemoterapiye başlanmakta
ve mutasyon analiz sonucu daha sonra elde edilmektedir. Bu durum-
da çoğunlukla başlanmış olan kemoterapi siklusları tamamlandıktan
sonra ya da daha erken aşamada uygun hedefe yönelik ajanla tedavi-
ye devam edilmesi yaygın olarak tercih edilmektedir.
Spesifik driver mutasyonu olmayan olgularda, ilk sıra tedavi olarak
performans durumu iyi (0-1) olanlarda platin bazlı KT kombinasyonla-
rı önerilirken, performans durumu daha düşük olgularda monoterapi
şeklinde tedavi uygulanabilmektedir. Non-skuamöz histolojiye sahip
olgularda sisplatin/pemetrexed ve bevasizumab/kemoterapi kombi-
nasyonları en uygun seçenekleri oluşturmaktadır. İlk sıra kemoterapi
çoğunlukla 4-6 siklus uygulanmakta ve ardından progrese olmayan
hastalar
“drug holiday” olarak adlandırılan izleme alınmakta, progres-
yon saptanınca da progresyona kadar geçen süre de dikkate alınarak
ikinci sıra tedaviye geçilmektedir. Son yıllarda sağkalımı uzatmak için
idame tedavi çalışmalarına ağırlık verilmiştir. İdame tedavisi olarak
başlangıç kombinasyon rejiminde yer alan ajanlardan biri (çoğunlukla
non-platin kemoterapötik ajan ya da hedefe yönelik ajan) ile yapılan
“devam idame tedavisi”, ya da başka bir ajanla (çoğunlukla non-cross
rezistan bir ajan) yapılan
“switch idame tedavi” olmak üzere başlıca
iki şekilde yapılmaktadır. Her iki yaklaşım da hem kemoterapi hem
de hedefe yönelik ajanlarla yapılabilmektedir. Ancak idame tedavi ile
elde edilen sağkalım avantajının çoğunlukla sadece PFS ile sınırlı kal-
ması, beraberinde getirdiği yaşam kalitesi problemleri ve ekonomik
boyutu bu yaklaşımla ilgili belli başlı çekinceleri oluşturmaktadır.
Son yıllarda ileri evre hastalıkta sağkalımı uzatmak için yapılan çalış-
malarda ilgi immunoterapi alanına yönelmiştir. Normalde immun sis-
temin tümör hücrelerine etkili bir biçimde yanıt oluşturması pek çok
basamakta gerçekleşmektedir. Bunlar tümörün tanınması, tümör
antijenlerinin antijen sunan hücre (APC)’ler tarafından T hücrelerine
METASTATİK KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE İMMUN
KONTROL NOKTASI İNHİBİTÖRLERİNİN yERİ
Prof. Dr. ilhan ÖZtoP
dokUZ Eylül ünivErsitEsi, onkoloji Enstitüsü, iZMir
97
6. Türk
Tıbbi Onkoloji
Kongresi
Torasik Onkoloji
sunulması, T hücre aktivasyonu ve tümöre doğrudan atağın gerçek-
leşmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu çok basamaklı süreçte birtakım
immun kontrol noktaları yer almakta ve immun yanıtı düzenleyerek
olumsuz bir inflamasyon durumu ve otoimmuniteyi önlemektedir.
Malignite varlığında bu immun kontrol noktaları çoğunlukla daha aktif
hale gelmekte ve immun toleransa yol açarak kanserin ilerlemesine
neden olmaktadır. Bugün için akciğer kanserinde iki önemli immun
kontrol noktası ön plana çıkmış ve bunlara yönelik inhibitörler gelişti-
rilmiştir: Sitotoksik T-lenfosit Antijen-4 (CTLA-4) ve Programlı Ölüm
Reseptörü-1 (PD-1).
PD-1 VE PD-L-1 İNHİBİTÖRLERİ:
Kemoterapi refrakter metastatik KHDAK’de PD-1 ve onun iki ligan-
dından biri olan PD-L-1’e karşı geliştirilmiş monoklonal antikorlarla
yapılan çalışmalarda kayda değer olumlu sonuçlar alınmıştır. PD-1
inhibitörü olarak Nivolumab ve Pembrolizumab ve PD-L1 inhibitörü
olan Atezolizumab ve Durvalumab ile yapılan çalışmalar bu alanda
öne çıkan çalışmalar olarak dikkati çekmektedir. Diğer ajanlarla yapı-
lan çalışmalar da devam etmektedir.
NİVOLUMAB
Nivolumab PD-1’e karşı geliştirilmiş IgG4 yapısında bir monoklonal
antikordur. PD-L1 ekspresyon durumundan bağımsız olarak pla-
tin-temelli kemoterapi sonrası progrese olmuş ileri evre KHDAK
(skuamöz ve non-skuamöz) tedavisinde kullanılmak üzere FDA ona-
yı almıştır. Nivolumab ile yapılan belli başlı çalışmalara bakıldığında
hem skuamöz hem de non-skuamöz tipte etkili olduğu görülmekte-
dir. Bunlardan skuamöz hücreli tipte yapılan CheckMate 017 çalışma-
sında ilk sıra tedavi (platin temelli kombinasyon) sonrası progresyon
gösteren ileri evre skuamöz hücreli KHDAK’li 272 hasta Nivolumab
vs Dosetaksel kollarına randomize edilmiş ve sonuçta median ge-
nel sağkalım (OS) ve objektif yanıt oranı (ORR) Nivolumab kolunda
daha iyi bulunmuştur: sırasıyla 9.2 ay vs 6.0 ay; ve %20 vs %9). Elde
edilen sonucun PD-L1 ekspresyon durumundan bağımsız olduğu
gözlenmiştir. Nivolumab’ın non-skuamöz histolojideki yeri de Che-
ckMate 057 çalışmasında araştırılmıştır. Bu çalışmada ilk sıra tedavi
(platin temelli kombinasyon) sonrası progresyon gösteren ileri evre
non-skuamöz hücreli KHDAK’li 582 hasta Nivolumab vs Dosetaksel
kollarına randomize edilmiş ve sonuçta median OS Nivolumab kolun-
da daha iyi bulunmuştur (12.2 ay vs 9.4 ay). Benzer şekilde ORR’ de
Nivolumab lehine olduğu bildirilmiştir (%19 vs %12). Bu çalışmada
yararlılığın PD-L1 ekspresyon durumu ile ilişkili olduğu ve ekspres-
yon durumundaki artışa paralel olduğu saptanmıştır. Nivolumab ile
gerek kombinasyon çalışmaları gerekse ilk sıra tedavideki yeri ile ilgili
çalışmalar devam etmektedir.
PEMBROLİZUMAB
Pembrolizumab PD-1’e karşı geliştirilmiş IgG4 yapısında bir monok-
lonal antikordur. PD-L1 pozitif (tümör hücrelerinin en az %50’sin-
de membranöz boyanma olan) ve platin-temelli kemoterapi sonrası
progrese olmuş ileri evre KHDAK (skuamöz ve non-skuamöz) teda-
visinde kullanılmak üzere FDA onayı almıştır. Bir faz I çalışma olan
KEYNOTE-001 çalışmasında büyük çoğunluğu önceden tedavi almış
olan ileri evre KHDAK’li 495 hastada Pembrolizumab farklı dozlar-
da kullanılmış ve sonuçta ORR %19.4, median yanıt süresi 12.5 ay ve
median OS 12 ay olarak bulunmuştur. Yanıtların her iki histolojide de
benzer olduğu, ancak önceden tedavi almamış olanlarda ve PD-L1
ekspresyonu %50’nin üzerinde olanlarda daha yüksek olduğu bildi-
rilmiştir. Daha sonra faz II/III çalışma olan KEYNOTE-010 çalışması
yapılmış ve bu çalışmada önceden tedavi almış ve PD-L1 ekspresyonu
≥%1 olan ileri evre KHDAK’li hastalar iki farklı dozda Pembrolizumab
(2 mg/kg veya 10 mg/kg) ya da Dosetaksel kollarına randomize edil-
miştir. Sonuçta median OS Pembrolizumab lehine bulunmuştur (2
mg/kg için 10.4 ay ve 10 mg/kg için 12.7 ay vs Dosetaksel için 8.5
ay). Bu çalışmada da hem sağkalımın hem de yanıt oranlarının PD-L1
ekspresyonu %50’nin üzerinde olanlarda daha yüksek olduğu bildiril-
miştir. Pembrolizumab ile gerek kombinasyon çalışmaları gerekse ilk
sıra tedavideki yeri ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışma-
lar da özellikle PD-L1 pozitif hastalarda gerçekleştirilmektedir.
ATEZOLİZUMAB
Atezolizumab PD-L1’e karşı geliştirilmiş IgG1 yapısında bir monok-
lonal antikordur. Faz II çalışma olan POPLAR çalışmasında önceden
bir ya da iki sıra sistemik tedavi almış ileri evre KHDAK’li 287 hasta
Atezolizumab vs Dosetaksel kollarına randomize edilmiştir. Sonuçta
her iki kolda ORR benzer bulunurken, yanıt devamlılık süresi Atezoli-
zumab kolunda daha uzun bulunmuştur (14.3 ay vs 7.2 ay). Öte yan-
dan PD-L1 negatif grupta sağkalım benzer bulunurken, PD-L1 pozi-
tif grupta Atezolizumab daha iyi sağkalım sonuçları sağlamış ve bu
avantajın PD-L1 ekspresyon derecesi ile korele olduğu bildirilmiştir.
Atezolizumab ile yapılan bir diğer faz II çalışma BIRCH çalışması olup,
bu çalışmada hem önceden kemoterapi almış hem de almamış PD-L1
pozitif olan ileri evre KHDAK’li 659 hastada Atezolizumab’ın etkin-
liği araştırılmıştır. Bu çalışmada PD-L1 pozitifliği tümör hücrelerinin
ve/veya tümör alanındaki immun hücrelerin en az %5’inde membra-
nöz boyanma olması olarak tanımlanmıştır. Sonuçta önceden tedavi
almamış ve almış hasta grubunda yanıt oranı sırasıyla %19 ve %17
olarak bulunmuş ve bu oranın PD-L1 ekspresyonu yüksek olanlar-
da %26 ve %25 değerlerine ulaştığı bildirilmiştir. Atezolizumab ile de
hem monoterapi hem de kombinasyon olarak çeşitli hatlarda çalış-
malar devam etmektedir.
DURVALUMAB
Durvalumab PD-L1’e karşı geliştirilmiş IgG1 yapısında bir monoklo-
nal antikordur. Faz I çalışmada önceden tedavi almış olan ileri evre
KHDAK’li hastalarda farklı dozlarda kullanılmış ve sonuçta %16 do-
layında yanıt oranı elde edilmiştir. Bu çalışmada da yanıtlar ile PD-L1
pozitifliği arasında pozitif bir korelasyonun olduğu bildirilmiştir.
cTLA-4 İNHİBİTÖRLERİ:
İpilimumab, CTLA-4’e karşı geliştirilmiş IgG1 yapısında bir monoklo-
nal antikordur. Randomize faz II çalışmada ilk sıra tedavide Carbop-