YüZÜNCÜ yil üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ



Yüklə 2,03 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə17/108
tarix30.10.2018
ölçüsü2,03 Mb.
#76035
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   108

 29
pek çok Kur’an ayeti bulunmaktadır. Söz konusu Kur’an ayetleri
162
 “herhangi bir 
metnin veya ifadenin yorumu” anlamını içermese bile, İsmâilîler bu anlamda anlamış 
ve kullanmışlardır.  İsmâilî düşünce sisteminde, sözel formunda zâhir-bâtın 
kelimelerinin geçtiği 31/Lokmân:20, 57/Hadîd:3 ve 13. ayetler de ilm-i bâtınla 
özdeşleştirilen te’vilin Kur’ani dayanakları arasında gösterilmiştir. Bâtını te’vilin 
meşruiyetine ilişkin öne sürülen bir diğer delil ise “Kur’an’da her şey vardır” tezidir. 
Bu tezin Kur’an’daki dayanakları ise, “Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”;
163
 
“Bu kitabı sana her şey için bir açıklama olarak indirdik”
164
 mealindeki ayetlerdir. 
Hâlbuki bu ayetlerde geçen kitâb kelimesi, müfessirlerin hemen hepsinin ortak 
kanaatine göre, Hz. Muhammede indirilen Kur’an’a değil, keyfiyeti meçhul olan 
‘Levh-i Mahfuz’a’ işaret etmektedir.
165
 Levh-i Mahfuz Hurûfîlerde insan sûretidir. 
Vech kavramının ön plana çıkmasının en önemli nedenlerinden biri budur.     
   
Bâtınî te’vilin gerekliliğine dair muhtelif rivayetlere atıfta bulunan İsmâilîler, 
Kur’an’daki her lafzın veya her ayetin zâhir, bâtın, hadd ve matla’ olmak üzere dört 
anlam boyutu olduğunu bildiren rivayete özel önem atfetmişlerdir. Bu rivayetin 
çeşitli biçimleri yer almaktadır. Feyz-i Keşânî , Hz. Peygamberden “ Kur’an yedi 
harf üzerine indi. Ondaki her ayetin bir zâhiri, bir bâtını, her harfin de bir haddi ve 
matla’ı vardır”; “Kur’an’ın bir zâhiri, bir de bâtını vardır. Bu bâtının da yedi bâtını 
vardır” anlamında iki rivayet aktarmış ve bu rivayetlerde geçen ‘harfler’ lafzının 
Kur’an’ın bâtını ve te’viline işaret ettiğini belirtmiştir.
166
 İsmâili düşüncede görülen 
bâtınî te’villerin bir çok Sünni mutasavvıf tarafından da kullanıldığı  görülmektedir. 
Mesela, Mevlânâ, Mesnevi’de şöyle demiştir: “Malum olsun ki Kur’an’ın zâhirî 
mânâsının yanında çeşitli düzeylerde bâtınî mânâları vardır. Bu bâtınî mânâlarda 
üçüncü bir mânâ vardır ki, onun idrakinde akıllar hayrete düşüp takatsiz kalır. 
Kur’an’ın dördüncü bâtını anlam boyutu ise gizlidir. Onu yalnızca eşsiz ve emsalsiz 
olan Allah bilir. Yedinci bâtına kadar bu böyle sürer gider...
167
  
 
İsmâilîlerin, te’vilin gerekliliğine ilişkin öne sürdükleri rivayetlerin büyük bir 
bölümünün  Şii karekterli olduğu gözlenmektedir. “Ben tenzilin, Ali te’vilin 
sahibidir”; “Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır.  İlim öğrenmek isteyen kapıya 
gelsin.” ve Hz. Ali’den nakledilen “Resulullah bana hikmetten bin bab (tür) ilim 
öğretti ve her kapıdan bin ilim kapsı açıldı.” rivayetleri bâtınî te’vilin meşruiyetine 
işaret eden deliller olarak sunulmuştur.  
 
Sonuç olarak, eldeki bütün veriler, bâtınî te’vilin İslam dünyasına geçiş 
sürecinde; Yahudilik, Hıristiyanlık ve Ortadoğu’daki, Maniheizm, Mecûsilik, 
Budizm, Zerdüştlik gibi çeşitli dinlerle, Hermetizm, Kabbalizm, Yeni-Eflâtunculuk 
gibi gnostik karakterli düşünce ekollerinden beslenen aşırı Şii fırkaların ve bunların 
takipçilerinin etkili olduklarını göstermektedir. Özellikle İsmâilîlerin sistemleştirdiği 
                                                 
162
 Mesela, 3/Âl-i İmrân:7, 4/Nisâ:58, 10/Yûnus:39, 12/Yûsuf:6,21,39. 
163
 6/En’âm: 38. 
164
 16/Nahl:89. 
165
 Öztürk, a.g.e. 220-224. 
166
 Öztürk, a.g.e. 229-230 
 
167
 Hüseyin Güllüce, Kur’ân Tefsiri Açısından Mesnevî, İstanbul, 1999, 69. 


 30
bâtınî te’vil geleneği ile sufilere özgü işârî yorum tekniğinin meşruiyet delillerinin 
örtüşmesi  dikkat çekici bir başka özelliktir.  
 
Bütün bu kesişme noktalarına rağmen sufiler ile Şiiler arasında siyasal açıdan 
tam bir muhalefet söz konusudur. Bu muhalefetin netleşmesi, Bâtınî-İsmâilî 
hareketin ortaya çıkmasıyla birlikte, Şiiler ile Sünni Abbasiler arasındaki köprülerin 
atıldğı Halife Me’mûn dönemine rastlamaktadır. Bu dönemde tasavvufçular, siyasal 
otoritenin yanında yer almak veya Sünni devletin reel politiğine karışmaksızın kendi 
köşelerine çekilmek gibi bir tercihte bulunmuşlardır. Tasavvufun İsmâilî devlet 
hiyerarşisini andıran bir karaktere bürünüp –makamlar, bilgi ve sülûk mertebeleri 
gibi- hiyerarşiye bağlılığı ön planda tutan bir form kazandığı bu süreçte sufiler adeta 
Şiilerle kasıtlı bir rekabete girmişlerdir. Bu rekabette, Şianın geliştirdiği imamet 
nazariyesine karşılık sufiler velayeti savunarak velilere bir tür masumiyet izafe 
etmeye çalışmışlar; yine Şiadaki nûr-ı muhammedî fikrini hakîkat-i muhammediyye 
nazariyesine dönüştürmek suretiyle tasavvufi öğretiye mal etmişlerdir. Sufilerin bu 
çift yönlü tutumları, yani bir taraftan Şii kültürdeki muhtelif telakkileri tasavvufi 
öğretiye dahil etmeleri, diğer taraftan da Sünni devletin yanında yer almaları, 
özellikle eşârî ekole mensup Sünnileri, tasavvufi öğretiyi yeniden gözden geçirmeye 
sevk etmiştir. Bu süreçte tasavvuf tarihinin Sünni bir meşruiyet zemininde yeniden 
yazılması gerekmiştir. 
168
       
 
Kelâbâzî ile başlayan, tasavvufla Sünniliği uzlaştırma girişimleri Serrâc’ın el-
Luma’sıyla devam etmiş, Kuşeyrî’nin er-Risâle’si ile bu uzlaşma projesinin son 
rötuşları yapılmış ve Gazâlî’nin İhyâ’sıyla nihayete ermiştir.
169
     
 
  Yukarıda sıralanan veriler ışığında Hurûfî te’vil anlayışının bir çok 
kaynaktan etkilendiği söylenebilir. Hurûfîler bâtınî te’vil geleneğini  İsmâilîlerde 
olduğu gibi Hz. Peygambere atfedilen hadise dayandırırlar. Bununla birlikte 
Hurûfîler bir yandan Kur’an’daki kimi ayetlerden yararlanırlarken diğer yandan İncil 
ve Tevrat’tan da istifade ederler. Aslında Hurûfî te’vil anlayışı bâtınî yönüyle 
İsmâilîlerden daha aşırıdır.  İsmâilîler kadar etkili olmaması siyasî yönünün güçlü 
olmamasından kaynaklanır. Timur döneminde  bâtınî tarikatlar güçlenmiş olsalar da 
hiçbir zaman kendi başlarına hareket kaabiliyeti elde edememişlerdir. İsmâilîler ise 
siyasi bir güç olmuşlardır. 
 
óaøret-i risÀlet a.s. buyurmışdur ki Úur’Ànuŋ ôÀhiri vardur ve hem bÀùını vardur ve 
bÀùınuŋ daòı bir bÀùını vardur tÀ yidi  bÀùına degin pes çün yidi bÀùın didi şöyle 
gerekdür ki bir bÀùını bir bÀùından mümtÀz ola tÀ yidi bÀùın lÀzım gele ve eger bir 
bÀùını bir bÀùından mümtÀz olmasa  yidi bÀùın lÀzım olmazdı ve daòı şöyle gerekdür 
ki ol yidi bÀùın birbirine muàÀyir ü muòÀlif olmaya  eger birbirine muàÀyir ü muòÀlif 
olsa  naãã-ı ôÀhire muòÀlif ola 4/10-15 
 
 Kur’an’ın yedi bâtını olduğu belirtildikten sonra, aşağıdaki biçimde te’vil 
edilir. Hurûfî te’vile, Kur’an’ın yedi harf üzerine nüzul edildiğini belirten hadis 
kaynaklık etmiştir.   
 
                                                 
168
 Öztürk, a.g.e. 237-238 
169
 Fazlur Rahman, İslâm, Çev. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın, İstanbul, 1992, 195. 


Yüklə 2,03 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   108




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə