27
Muğîre’nin ilm-i bâtın merkezli te’vil sistemi, bir başka aşırı Şiî fırka olan
Mansûriyyenin kurucusu olan Ebû Mansûr el-İclî tarafından da benimsenmiştir.
Mansûr, Allah’ın Hz. Muhammed’e tenzili, kendisine ise te’vili
indirdiğini ileri
sürmüş, tenzili zâhirî ilim, te’vili de bâtınî ilim şeklinde açıklamıştır.
150
Tarihsel
süreçte İsmâiliyye tarafından bâtınî te’vil doktirinin merkezine yerleştirilen bu tenzil-
te’vil ayırımı da yine bir başka Yahudi mezhebi olan Yudgâniyye
151
tarafından
benimsenmiştir. Yudgâniyye, Hemedânlı Yudgân’a nisbet edilen bir mezheptir.Bu
şahsın isminin Yahuda olduğu da söylenmiştir.
152
Ebû Mansûr’un taraftarlarına nisbet edilen yemin tarzı da oldukça ilginçtir.
Onlar, “Kelime’ye and olsun ki hayır!” yemin etmekteydiler. Mansûriyye, bu yemin
şeklinin formülasyonunda büyük bir ihtimalle Hıristiyanlıktaki Logos fikrinden
etkilenmiştir. Fırka mensuplarının Allah’ın ilk yarattığı varlığın Hz. İsa olduğuna
ilişkin inançları ve Kelime (Logos) üzerine yemin etmeleri gnostik karakterli
Yuhanna İncili’nin “Başlangıçta söz vardı.”
153
Cümlesiyle başlayan ilk pasajlarında
ifade edilen inancın İslam’a uyarlanmış şeklinden başka bir şey değildir.
154
Fazlullah-ı Hurûfî’de bu etki açık bir şekilde görülür. Çünkü Yuhanna İncil’inden
alıntı yapılarak
sözün kutsiyeti, her şeyin söz ile oluştuğu vurgulanır.
Bâtınîliğin İsmâilî versiyonu, dinî hakikatleri keşfetme ve nasslardan
derinlikli anlamlar çıkarma açısından bütünüyle bâtınî te’vil doktirini üstüne inşâ
edilmiş bir düşünce sistemidir. Bu irfani düşünce sisteminin en önemli unsurları,
zâhir-bâtın, tenzil-te’vil ve mesel-memsul gibi ikili ayrımlardan oluşmaktadır. Bu
ayrımların merkezinde ise, Allah’ın evrendeki her şeyi çift yönlü yarattığı kabulüne
dayanan zâhir-bâtın ayırımı yer almakta ve bu üst ayırım aynı zamanda nübüvvet-
imamet, nâtık-vasî, tenzil-te’vil gibi alt ayırımlara da temel teşkil etmektedir.
İsmâilîlere göre, Allah, evrendeki her varlığı dinî gerçeklere işaret eden çift boyutlu
birer gösterge ve işaret olarak yaratmıştır. Bunun Kur’an’daki delili, “Biz
her şeyden
çift çift yarattık ki düşünüp ibret alasınız.” Mealindeki 51/Zâriyât, 49. ayettir. Varlık
evreninin tümüyle kuşatan bu çift boyutluluk, zâhir-bâtın şeklinde tecelli etmektedir.
Duyuların algı alanına giren zâhir, kabuk veya perde; bâtın ise öz ve cevherdir.
Bununla birlikte zâhir, her hâlükârda bâtının en temel göstergesidir.
155
İsmâilî düşünceye göre, gönderilen kitap ve şeriatlar peygamberlere göre
değişmesine rağmen bâtınî hususiyetler kesinlikle değişmeyen aslî gerçeklerdir. Bu
sebeple bâtın daima zâhirin üstündedir.
156
Başka bir deyişle, dinî nassların ve bu
nasslarda ortaya konulan emir ve yasakların, zâhir (exoteric) ve bâtın (esoteric)
olmak üzere iki yönü vardır. Zâhirî yön, Kur’an’ın sözel anlamından
ve bu anlamda
150
Süleyman Uludağ, “Bâtın İlmi” , 188.
151
Yudgân, zühde ve çok namaz kılmaya teşvik eder; et yemekten ve içki içmekten nehy ederdi.
Tevrât’ın bir zâhiri ve bir bâtını olduğu, her tenzilin bir te’vili olduğu şeklinde bir görüşü savunduğu,
yapmış olduğu te’villerle Yahudilerin görüşleriyle ters düştüğü nakledilmiştir. Yaşar Kutluay,
İslâm
ve Yahudi Mezhepleri, Ankara, 1965, 187-188.
152
Öztürk,
a.g.e. 185.
153
Yuhanna 1.
154
Öztürk,
a.g.e. 186.
155
Öztürk,
a.g.e. 194-195.
156
Mustafa Öz, Mustafa Muhammed eş-Şek’a, “İsmâilîyye” ,
DİA, XXIII, 130.
28
ifadesini
bulan namaz, oruç, zekât, hac ve cihat gibi şer’î-amelî yükümlülüklerden
oluşur. Bâtınî yön ise hem Kur’an’ın ve dinî öğretilerin gerçek manalarını, hem de bu
manalara vakıf olmanın bilgisini ihtiva eder.
157
Bâtın sadece izaha muhtaç değil, aynı
zamanda gizlidir. Yanlış anlaşılmaması ve manipüle edilmemesi için, bâtının
bilgisinin dindeki şer’î mükellefiyetleri yerine getirmekle iktiva eden sıradan
insanlara aktarılmaması gerekir.
158
İsmâilîlerin müstakil bir tefsirleri olmadığı gibi hadislere de çok önem
vermedikleri görülür. Kimi hadisleri te’vil anlayışlarına
uygun düştüğü için
kullanmışlardır. Tefsir ise hikmetten tamamen yoksun bir ilimdir. Bu anlamda tefsir,
H. Corbin’in benzetmesiyle, hakikat açısından Meşşâîliğe; te’vil ilmi ise, Stoacı
felsefeye tekabül etmektedir. Çünkü te’vil, perde arkasında saklı olan bâtınî bir
ilimdir.
159
İrfana mebni olan ve bu yönüyle ehl-i zâhirin ‘tefsir’ adını verdikleri
ilimden büsbütün ayrı olan te’vil, zâhirin aksine, anlamın bâtını, remzi ya da özü
olup, şeriatın verilerini irfani hakikatlere iletir. Keşfedilmeyi bekleyen bütün gizli
gerçeklikler, sadece bâtında saklıdır.
160
Beyani anlayıştan kopuş, İsmâilîler için zorunlu bir keyfiyettdir. Çünkü, dilin
esas alındığı beyani yorum yönteminden hareketle hedefe ulaşmak mümkün değildir.
Burada
söz konusu olan hedef, Kur’an’ın bâtını ve gerçek anlamına ulaşmaktır. Bu
hedefe ulaşmanın yegâne vasıtası ise te’vildir. İsmâilî te’vil, beyana dayalı tefsir için
şart koşulan lügat, sarf, belâgat gibi entelektüel bir çaba veya normal öğrenim
yoluyla kazanılan dilsel bilgiler değil, meşru ve masum imamdan elde edilen irfani
bilgi ile gerçekleştirilen bir etkinliktir. Bu yüzden te’vil, İsmâilî terminolojide bir
sözü asli mânâsından Arapçada mecazi kullanımı yaygınlaşmış olan
başka bir
mânâya hamletmenin çok ötesinde bir anlama sahiptir. Dahası, İsmâilîler, te’vil
teriminin, İslam öncesinde ve İslam’ın ilk dönemlerinde kullanılan yaygın anlamının
sınırları içinde kalmasını ve yorum faaliyetinde beyana dayalı bilgi sisteminin dışına
çıkılmamasını bir esaret olarak görürüler. Bu esaretten kurtulmak için de, yoruma
tâbi tutulan lafızları dilin sınırlarının dışına taşırlar ve tamamen bağımsız bir alanda
yorumlama özgürlüğüne kavuşurlar.
161
İsmâilî düşünce sisteminde tefsir yapma yetkisi Nâtık’a (Peygamber)
verilmiş; te’vil vazifesi ise imama tevdi edilmiştir. Muhammed ‘tenzil’in Ali ise
‘te’vil’in sahibidir. Kur’an Muhammed’e lafzi ve bilgili bilgisiz tüm insanlara
yönelik zâhirî mânâsıyla nazil olmuştur. Kur’an’ın te’ville ilgili gizli sırlarının
bilgisi
ise, Ali’ye ve ondan sonraki imamlara mahsustur.
İsmâilîlilere göre te’vil, salt kutsal metni anlama ve yorumlama çabası değil,
dinî bir zorunluluktur, hatta başlı başına bir ibadettir. Ancak bu, amelî değil, ilmî ve
entelektüel bir ibadet, daha doğrusu en büyük ibadettir. Te’ville ilgili zorunluluk,
sadece Kur’an için değil, hadisler için de söz konusudur. Te’vil
kelimesinin geçtiği
157
Öztürk,
a.g.e. 195.
158
M.G.S. Hodgson, “Bâtiniyya”
The Encyclopaedia of Islam, Leiden, 1983, I, 1099.
159
Henry Corbin,
İslam Felsefesi Tarihi, Çev. Hüseyin Hatemi, İstanbul 1994, 41.
160
Öztürk,
a.g.e. 202.
161
Öztürk,
a.g.e. 204.