25
imâmet konusunda aşırı görüşler benimseyen ve Şiâ’ya bağlılık
iddia eden gruplar
için kullanmışlardır.
137
Öz Gâliyyenin bâtınî te’vil anlayışını ise şu şekilde
açıklamaktadır. Milâdî I. yüzyılda eski Yunan felsefesinden Yahudiliğe geçen ve
Tevrat’ın zâhirî ve bâtınî anlamı bulunduğu şeklinde yaygınlaşan bâtınî te’vil Yahudi
asıllı olan Abdullah b. Sebe, Meymûn el-Kaddâh ve oğlu Abdullah b. Meymûn gibi
mühtedi görünen kimselerce İslâm dünyasına taşınmış ve daha çok İsmâiliyye
mezhebinin mensuplarınca benimsenmiştir. En geç III. (IX.) yüzyıldan itibaren
Gâliyye arasında Kur’ân-ı Kerîm’in sembolik ve bâtınî tefsiri geliştirilmiştir.
Bunlardan başka Hz. Ali, oğulları Hasan, Hüseyin ve Muhammed b. Hanafiyye’nin
kutsallığı, belirli bir dereceye ulaşıldığında dinî mükellefiyetin düşmesi, dinin emir
ve yasaklarının kabul edilmemesi, mal ve kadında ortaklık gibi hususlar gâlî
fırkalarda görülen aşırı düşüncelerdendir.
138
Ayrıca Gâliyyede,
daha sonra Fazlullah-
ı Hurûfîde de görüldüğü gibi hulûl inancı da oldukça yaygındır.
Gâliyye Hz. Ali merkezli olmakla birlikte onun yaşadığı Medine’de değil de,
daha çok, Yahudi, Hıristiyan, Zerdüştî ve Gnostik menşeli kimselerden teşekkül eden
Kûfe’de ortaya çıkmıştır. Kûfe’nin aynı zamanda, İskenderiye kökenli Hermesçiliğin
merkezi olduğu ve Gâliyyenin Kûfeli öncülerinin de hermetik metinlere muttali
oldukları unutulmamalıdır.
139
Bütün bu tespitlere rağmen, nassları bâtınî tarzda yorumlama geleneği İslam
dünyasında fırka veya mezhep düzeyinde Keysâniyye
140
Şiasına mensup gruplar
tarafından başlatılmıştır. Keysâniyyenin, sırrî-bâtınî bilgi, te’vil, bâtın ve âfâk-enfüs
ilmi gibi nazariyelerin yanında, dinin gerçekte bir
insana itaatten ibaret olduğu;
namaz, oruç, hac ve zekat gibi temel dinî vecibelerin bu anlayış doğrultusunda
sembolik olarak yorumlanması gerektiği, bu unsurların bilgisinin Hz. Ali tarafından
oğlu Muhammed b. Hanafiyye’ye öğretildiği belirtilmektedir.
141
Keysâniyyenin bir çok ayet ve hadisi kendi te’vil yöntemleriyle izah ettikleri
bilinmektedir. Bir Keysâniyye grubu olan Harbiye fırkasının Tîn suresindeki
yeminlere ilişkin tev’illeri ile Philo’un Tevrat metinlerine tatbik ettiği alegorik
yorumlar arasında dikkat çekici bir benzerlik olduğu söylenebilir. Şu farkla ki, Tevrat
ve İncil’e tatbik edilen alegorik te’viller, tenzil fikriyle irtibatlı bir teolojik amaca
yönelik iken, Gâliyye ve Keysâniyyenin sembolik te’villeri
tamamen siyasal
amaçlara hizmette kullanılan bir estrüman niteliğindedir. Hurûfî metinlerde benzer
te’viller görülür ancak, Keysâniyyeler ve Gâliyyelerde olduğu gibi siyasi amaç ön
plana çıkmaz. Fazlullah-ı Hurûfî ise daha çok kendisini ön plana çıkarır.
137
Mustafa Öz, “Gâliyye”,
DİA, XIII, 333.
138
Öz, “Gâliyye”,
DİA, XIII, 335.
139
Öztürk,
a.g.e. 166.
140
Keysâniyye, bir görüşe göre, Hz. Ali’nin azadlı kölesi ve yine onun oğlu Muhammed b.
Hanefiyye’nin öğrencisi Keysân’a ; diğer bir görüşe göre ise, Keysân lakabıyla anılan
Muhtar es-
Sakafî’ye tâbi olanlara verilen isimdir. Keysâniyye fırkası, Muhammed b. Hanefiyye’nin imameti ve
ölüp ölmediği konusunda ortaya çıkan tartışmalarla bölünmeye başlamış ve yaşadığı dönemdeki
Keysânîlerin imamı kabul edilen Ebû Hâşim’in 98/716-17 senesinde vefat etmesinin ardından pek çok
fırkaya ayrılmıştır. Öztürk,
a.g.e. 169-170. C. Van, “Keysâniye”
İA, VI, 664-65
141
Öztürk,
a.g.e. 170.
26
Gâliyyeninin en önemli temsilcilerinden biri şüphesiz Beyâniyye fırkasının
kurucusu Beyân b. Semân’dır. Savunduğu görüş ve iddiaların tümünü Kur’an’ın
gnostik, diğer bir deyişle, bâtınî te’vili üzerine inşâ eden Beyân b. Semân, bu anlayış
temelinde ulûhiyetten bir parçanın Hz. Ali’ye hulûl ettiğini, onun bu sayede gaybı
bildiğini, bütün savaşları bu ilahi güçle yaptığını, Hayber Kalesi’nin kapısını bu ilahi
güçle söktüğünü ileri sürmüş, ve ondaki ilahi gücü ‘Nur Ayeti’ olarak bilinen
24/Nûr, 35.
ayetten ilham alarak, kandil oyuğu içindeki lamba şeklinde tavsif
etmiştir. Yine o, Allah’ın nurdan bir adam olduğu ve yüzü dışında her uzvunun yok
olacağına ilişkin düşüncesini, “O’nun yüzünden (zâtından) başka her şey yok
olacaktır,
142
Yeryüzünde bulunan her şey fânidir; bâkî olan yalnızca Rabbinin
yüzüdür
143
mealindeki ayetlere dayandırmıştır.
144
Hz. Ali’deki ulûhiyyetin oğulları
Hasan, Hüseyin ve Muhammed b. Hanefiyye’ye, daha sonra Ebu Hâşim’e ve ondan
da kendisine intikal ettiğini söyleyen Beyân bu iddiasını da “Bu
insanlara bir beyan
(açıklama), müttakilere de bir yol gösterici ve öğüttür.”
145
âyetini delil göstermiş,
Ebû Hâşim’in mehdî olarak yeryüzüne döneceğini, dünyadaki haksızlık ve
adaletsizliği ortadan kaldıracağını savunmuştur.
146
Hurûfîlerde benzer rivayetlere
rastlamak mümkündür. Kur’an’da geçen bütün ‘fazl’ kelimeleriyle Fazlullah-ı Hurûfî
kast edilmiştir. Ayrıca Fazlullah Hz. Ali soyundan gelmektedir ve mehdîdir.
Bu dönemde dikkat çeken bir başka isim Muğîre’dir.Muğîre b. Sa’îd el-İclî
(ö.119/737) de, ism-i a’zamı bildiği, ölüleri bu isimle dirilttiği gibi iddialarının yanı
sıra, Allah’ın nurdan bir adam olduğunu, tıpkı insan gibi organlarının bulunduğunu
ve hikmet fışkıran bir kalbinin olduğunu söylemiş; ayrıca Allah’a
izafe ettiği
organların alfabenin harflerine –Allah’ın bacağının
elif harfine; gözlerinin
ayn
harfine ve cinsiyet organlarının da
he harfine- benzediğini ileri sürmüştür.
147
Aşırı Şiî fırkalar üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan W.F. Tucker, bu
bağlamda Muğîre ile Aziz Markos arasında şöyle bir fikrî münasebet kurmuştur.
“Aziz Markos, Yüce Hikmet’in vücudunun Yunan alfabesinin harflerinden meydana
geldiğini ileri sürmüştü. Baş, alpha (A) ve omega (O) ile; sırtı da delta (D) ve tau
(T) ile temsil edilmiştir. Markos’un fikrinin esası, âşikâr ki, âlemdeki kuvvetlerin
harfler şeklinde indirildiği faraziyesine dayanıyordu. Arap alfabesinin harfleri, aşırı
Şiî çevrelerde tabiatüstü varlıklara sahip olarak düşünülmeye başlandı.
148
Muğîre’nin
evrenin yaratılışında Allah’ın aşağı doğru baktığı ve orada gölgesini gördüğüne
ilişkin varsayımları da,
temelde eski Ortadoğu dinleri, Yahudi kabbalizmi ve
Hıristiyan düşüncesinden mülhem olduğu söylendikten sonra, Yeni Pisagorculukla
mecz edilmiş gnostik unsurları birer te’vil aracı olarak kullandığını altı çizilir.
149
Aslında Muğîri bu yönleriyle Hurûfîliğin oluşumuna kaynaklık etmiş, hurûfî
te’villerin temelini atmıştır.
142
28/ Kasas: 88.
143
55/ Rahman:26-27.
144
Öztürk,
a.g.e. 176.
145
3/Âl-i İmrân:138
146
Şerafeddin Gölcük, “Beyân b. Semân”
DİA, VI, 29
147
Öztürk,
a.g.e. 178.
148
William F. Tucker, “Âsîler ve Gnostikler: elMuğîre İbn Saîd ve Muğîriyye”, çev. E. Ruhi Fığlalı,
İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, V, 1982, 210.
149
Öztürk,
a.g.e. 183.