Mutezile Kelâmında Düşünce (Nazar)-Bilgi İlişkisi
153
meli nedir ve öznesi kimdir? Kadı Abdulcebbar, üç ana başlık altında tartıştığı
nazar-bilgi ilişkisini yetmişi aşkın alt başlıkla derinleştirmiştir.
6
Bu bağlamda
kelam sistemlerine bakıldığında bilgi nazariyesi ile ilgili tartışmalar, en genel
anlamda, şeylerde yani nesnelerde edinilmeye hazır bir delâlet olarak kabul
edilmiş
7
ve elde ediliş yöntemi açısından iki farklı bakış açısı üzerine kurul-
muştur. Bunlardan ilki Mutezile’ye; diğeri Eşârîyye’ye aittir.
Bütün bilgilerin zorunlu olduğunu savunan Câhız ve Ebû Ali el-Esvârî gi-
bileri istisna edersek Mutezile, nazarî bilgiyi, aklın doğuştan getirdiği zorunlu
bilgilerle mümkün hale gelen ve delîl ile medlûl arasındaki ilişkide
8
açıklamış-
tır. Eşârîlik ise düşünce ile bilgi arasındaki ilişkiyi ardışık, fakat kopuk gören
bir bakış açısıyla ele almıştır. Bu çerçevede Mutezilî kelamcı Kadı Abdulceb-
bar, düşünce ile bilgi arasındaki ilişkiyi ‘vâcib’
9
yani zorunlu görürken; Eş’ârî
kelamcılar Bakıllânî ve Cüveynî ise düşünce-bilgi ilişkisini, bir şeyin başka
bir şeyin ardından gelmesi anlamında ‘akabe’ (
ةَبَقَع
) ve ‘luzûm’ (
موُزُل
) kavram-
ları üzerinden değerlendirmişlerdir.
10
Burada, Cabirî’nin tespitinden hareket-
le
11
Kadı Abdulcebbar’ın yaklaşımını ‘ittisalî’ (ilişkisel) olarak; Bakıllanî ve
Cüveynî’ninkini ise eşyada olup bitenleri ve onlardan doğan sonuçları bir-
birini takip eden, ancak iki şey arasındaki ilişkiyi sadece ‘ardışık’ gördüğü
için ‘infisalî’ (ilişkisiz) olarak nitelemek mümkündür. İlkinde düşünce-bilgi
ilişkisi, sebep-sonuç ilişkisi olarak; ikincisinde ise, nedensiz bir ardışıksallık
veya süreksizlik ilişkisi olarak belirlenmiştir.
Bu yaklaşımlardan ilkini benimseyen Kadı Abdulcebbar, düşünce-bilgi
ilişkisini iki ana bağlam üzerinden ortaya koymuştur. Biri, Eş’ârîlerin fiille-
ri irade olarak insana, yaratma olarak Allah’a nispet eden kesb nazariyesine
karşı, bilginin insan kudretine ve kapasitesine giren mümkün bir fiil olduğunu
ortaya koymak suretiyle düşünce ve bilgi fiillerin salt bir insan fiili olduğunu
göstermek; diğeri ise sofist, kuşkucu ve agnostiklerin bilgi konusundaki tez-
6 Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-, s. 539-542.
7 Örneğin Eş’ârî kelamcı Bakıllanî, bilgiyi, ‘ma’rifetu’ş-şey’ alâ mâ huve bihi’ olarak tanımlamış bkz.
Bakıllanî, Temhîd, (Beyrut, 1957), s. 25; Mutezile’den Kadı Abdulcebbar ise, ‘itikâdu’ş-şey’ alâ mâ
huve bihi mea sukûni’n-nefs’ olarak tanımlamıştır. Bkz.
el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Meârif-, s. 13.
8 Kadı Abdulcebbar, delaleti ‘zorunlu’ ve ‘genel’ olan bilgileri ‘cümleten’ kavramıyla ifade etmiştir. O,
bunun karşısına ‘tafsîlen’ kavramını koymuştur. İlkini ‘kategorik’ veya ‘küllî’; ikincisini de ‘cüz’î’ ola-
rak çevirmenin uygun olacağı kanaatindeyim.
9 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 184 vd.
10 Bakıllanî, Temhîd, s. 26- 27; Cüveynî, İrşâd, tah. M.Y. Mûsa, (Mısır, 1950), I, s. 26.
11 Muhammed Âbid el-Cabirî, Arap İslam Kültürünün Akıl Yapısı, terc. B. Köroğlu, H. Hacak, E. Demirli,
(İstanbul, 1999), s. 285.
154
İBRAHİM ASLAN
lerine karşı bilginin imkânını ortaya koymak ve bilgide ‘görecelik’ iddialarına
karşı nazarî bilginin koşullarını ve ‘nesnel’liğini temellendirmektir. Bu zemin-
de Kadı Abdulcebbar, düşünce bilgi ilişkisini ‘tevlîd’ kavramı üzerinden ele
almış; bu iki şey arasındaki ilişkinin mahiyetini ortaya koymaya çalışmıştır.
1. Düşünce-Bilgi İlişkisinin Mahiyeti
Tevlîd (
دِيلوَت
), doğurmak, meydana getirmek, sebep olmak vb. gibi anlam-
lara gelen bir kelimedir.
12
Bir kelâm kavramı olarak ise tevlîd, yapılan bir fiil
vasıtasıyla başka bir fiilin meydana gelmesi anlamında kullanılmıştır.
13
Buna,
elin hareketiyle anahtarın dönmesi, okun atılmasıyla yaralama veya ölümün
meydana gelmesi ve düşünme fiili sonucunda bilginin meydana gelmesini ör-
nek verebiliriz.
14
Burada aracısız ve doğrudan yapılan bir fiilden ortaya çıkan
ikinci fiil nedenlidir.
15
Kavram, Allah karşısında insanın özgür ve özgün bir iradeye sahip olup
olmadığıyla ilgili tartışmalarda kullanılmıştır. Bu bağlamda onun, Mutezilî
kelamcılar tarafından istitaât, kudret ve insan fiilleri gibi sorunlar kümesi içe-
risinde kullanıldığı görülmektedir. Bunu Kadı Abdulcebbar’ın (h.415) yanı
sıra başta Bişr b. Mu’temir (h.210), Ebû’l-Huzeyl el-Allaf (h.226), Nazzâm
(h.231), Câhız (h.255), Sumâme b. Eşres (h.213), Ebû Ali el-Cübbâî (h.330)
ve Ebû Hâşim el-Cübbâî (h.341) olmak üzere
16
Bağdat ve Basra Mutezilesine
mensup pek çok kelamcıda görmek mümkündür.
Mutezilî gelenek içerisinde insan, gerçek anlamda fiillerinin öznesi olarak
kabul edilmesine karşın, kimine göre insanın düşünme dışında fiili yoktur.
Kimine göre ise irade dışında insana nispet edilebilecek fiil yoktur. Çünkü
12 İbn Faris İbn Zekeriya, el-Mekayîs fî’l-Luğa, tah. Şihâbu’d-Dîn Ebû Amr, (Dâru’l-Fikr, 1994), s. 1105.
13 Kadı Abdulcebbar’a göre, suda ‘i’timâd’ olmasaydı suyun su olma özelliğinden söz edilemezdi. Allah,
bir sonucu, fayda vermek amacıyla yaptığı gibi; bazı fiilleri de nedenli olarak yapması sebepteki masla-
hat dolayısıyladır. Allah, elbette, suda insanlara menfaat sağlayan yön olarak tevlîdi, “itimâd” olmaksızın
yapmaya kadirdir. Ancak suyun insanların diledikleri yöne seyretmelerini sağlaması, Allah’ın ‘kemâl’ de-
recesinde bir menfaatidir. Bkz. Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -et-Tevlîd-, s. 111-112.
14 S. Şerif Cürcânî, Ta’rifât, (Beyrut, 1983), s. 47; Şerhu’l- Mevâkıf, (Beyrut, 1997), s. 520.
15 Ebû Ali el-Cübbâî, ilahî fiillerin, Allah’ı gereksinimli (hacet) kılacağı gerekçesiyle ‘nedenli’ olamayacak-
larını savunmuştur. Çünkü bir gereksinim olarak âlet ne ise sebep de odur. Bu nedenle Allah’ın fiilleri bir
sebep ile değil, ihtirâ’ ile ve iptidaen meydana gelirler. Ebû Hâşim el-Cübbâî ve Abdulcebbar ise, ilahî
fiillerin nedenli olmasının, Allah’ı gereksinimli bir varlık yapmayacağını kabul etmişlerdir. Nitekim fiil-
lerin nedenli oluşu, Allah’ı değil, bilakis bir sonuç olarak fiilleri gereksinimli kılar. Şu halde gereksinim,
özne için değil, nesne için söz konusudur. Abdulcebbar, Allah’ın fiillerini nedenlerle yapmasını ‘cins’
bağlamında değil, ‘ayân’ bağlamında ele almıştır. Ona göre nedenleri cins bağlamında ele almak, Allah’ı
sebebe muhtaç bir varlık yapmaktır. Bkz. Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî,-et-Tevlîd-, s. 94, 121.
16 Abdulcebbar, el-Muğnî, -et-Tevlîd-, s. 5 (mukaddime).