Mutezile Kelâmında Düşünce (Nazar)-Bilgi İlişkisi
157
Kadı Abdulcebbar, tevlîd kavramını Bişr b. Mu’temir ve Ebû’l-Huzeyl el-
Allâf gibi epistemolojik bir çerçeve içerisinde kullanmıştır. Ona göre bilgi, bir
sebep olarak nazarın yani düşünmenin bir ‘sonucu’dur.
32
O, bunu şu şekilde
açıklamıştır: ‘Düşünce, delîl ile taalluk halinde iken tevlîd edicidir. Düşünen
kişi, delîlin medlûle olan delâlet yönünü bilir ve bilgi, bunun üzerinde aklettiğin-
de tevlîd eder. Ancak düşünen kişide bu nitelik olmazsa ve düşüncede de delâlet
yönüne ilişkin bir taalluk yoksa bilgi tevlîd etmez.’
33
Görüldüğü üzere kavram
Kadı Abdulcebbar’da epistemolojik bir kavrama dönüşmüştür. Bu dönüşümün
onun, müktesebatını borçlu olduğu Cübbâîlerle ve üstadı Ebû Abdullah el-Basrî
ile başladığını belirtmek gerekir. Çünkü o, konuyu eserlerinde bu isimlere yaptı-
ğı atıflarla işlemektedir. Bu noktada tevlîd’in kavramsal ve epistemolojik içeriği
konusunda Kadı Abdulcebbar’ın şu görüşleri oldukça açıklayıcıdır:
Tevlîd, hüküm olarak ‘hudûs’ niteliğinde ortaya çıkar. Bir şey diğerinin
ardından ve ona göre meydana gelmişse ‘tevlîd’ ile meydana gelmiş demektir.
Hudûs niteliğine sahip olmayan şeyler için tevlîd imkânsızdır. Düşünce,
çocukta, aklı kemâl düzeyinde olmadığı için, tevlîd edici değildir. Çocuktaki
düşüncenin tevlîd edici olması için onda delâlet bilgisinin bulunması gerekir.
Delalet bilgisi ise ancak aklın kemâl düzeyinde olmakla ortaya çıkar. Delîli
ortadan kaldıran bir kuşkuda delâlet yönü de ortadan kalkacağı için tevlîtten
söz edilemez. Çünkü böylesi bir durumda düşünce delâletten yoksundur.
Bunun dışındaki durumlarda ise düşünce tevlîd edicidir. Zira kuşku, delâlet
üzerinde tevlîdi etkileyecek şekilde bulunmamaktadır. Önceden var olan
şüphe üzerinde yapılan düşünce ise, bilgiyi tevlîd eder.
34
Bu alıntıda düşünce- bilgi ilişkisi, zihnen kemâl düzeyinde olmaya ve delalet
bilgisine sahip olmaya dayandırılmıştır. Böylesi bir ilişkide düşünce, ‘sebep’;
bilgi ise ‘sonuç’tur. Burada kesb teorisinin aksine sebebin ve sonucun
35
öznesi-
nin insanın kendisi olduğu ileri sürülmüş olmaktadır. Kadı Abdulcebbar, düşün-
ce ve bilginin kişide bir hâl olduğu için doğrudan ve dolaysız şekilde bilindiğini
ve bu iki fiilin aynı özneye ait olması gerektiğini savunmuştur. Bu teoride, bir
malul ilişkisinden farklı olarak sebep ile sonuç arasında üçüncü bir unsur olarak ‘fâil’ vardır. Dolayı-
sıyla sebebin varlığından sonucun varlığı zorunlu olarak çıkmaz. Bkz. Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî,
-et-Tevlîd, s. 86.
32 Kadı Abdulcebbar’a göre ‘sonuçlar’ iki kısımdır. Meydana geliş yönü açısından sadece iradeye dayanan
sonuçlar ve meydana geliş yönü açısından iradeye gereksinimi olmayan sonuçlar. O, ilkine haberleri,
ikincisine elemleri örnek vermiştir. Bkz. Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 106.
33 Kadı Abdulcebbar, a.g.e., s. 161.
34 Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif, s. 78.
35 Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -et-Tevlîd-, s. 67.
158
İBRAHİM ASLAN
fiilin iki özneli olamayacağı savunulmakta ve mantıksal bir nedenleme ile sebe-
bin öznesinin sonucun da öznesi olduğu sonuçlamasına gidilmektedir.
Mu’tezile, meydana gelişleri insan iradesi, kasdı ve yönelimlerine bağlı
olan fiillerin, tek bir öznesinin olduğunu kabul etmiştir. Kadı Abdulcebbar da,
bu perspektiften hareket ederek, düşünce-bilgi ilişkisini ortaya koymaya ça-
lışmıştır. Ona göre ‘düşüncenin bilgiyi tevlîd etmesi, bir nitelik olarak kişiden
kişiye değişmez. Bilginin düşünceden tevlîd etmesi, kişide delâlet bilgisinin
bulunması koşuluna bağlıdır. Bu, aynı zamanda düşüncenin de şartıdır. Böy-
lelikle düşünce, süreç olarak delâlet bilgisinden medlûlün bilgisine gitmekte
ve ‘sukûn hâli’ ile de bilgiye ulaşmaktadır.’
36
Dolayısıyla düşüncenin bilgiyi
tevlîd etmesi, imkân olarak delîl ve delâlet bilgisine bağlıdır.
37
Kelam sistemine bakıldığında Kadı Abdulcebbar, delâlet kavramını ahlâk
38
,
şâhid’in ğaib alana delaleti
39
, aklın delaleti
40
, nübüvvet
41
, fiil-fail arasındaki
ta’alluk
42
, dil
43
ve hâl
44
vb. gibi farklı bağlamlarda kullanmıştır. Delâlet kavra-
mının bu kullanımlarını, varlığın delâleti, aklın delâleti ve dilin delâleti olarak
üç ana bağlamda ele almak mümkündür. Bunlardan ilki Kadı Abdulcebbar’ın
fiilden faile giden Kıyasu’ş-şâhid ale’l-ğaib yöntemine, ikincisi küllî
45
delâlet
alanına, sonuncusu ise akıl-nakil ilişkisinde
dilin aklı ile
aklın dili arasında kur-
duğu bağdaşmacı yaklaşımına temel sağlamıştır. Düşünmenin bu kavramsal
yapı içerisindeki durumuyla ilgili şu alıntı açıklayıcı olacaktır:
Ötekiyi bilmek zorunlu değilse, izlenmesi gereken yöntem delâlet ve
delîldir. Çünkü delîl ve delâlet, kişiyi ötekiyi bilmeye götürür. Dolayısıyla
bilgide delîl ve delâlet koşullarının dikkate alınması gerekir. İlk koşulla ilgili
olarak vaktinde karın düşmesi, Hz. Muhammed’in nübüvvetine ulaştıran
bir delîl olarak savunulamaz. İkinci koşulla ilgili olarak ise hırsızın ardında
bıraktığı izin kendisine delâlet ettiği de söylenemez.
46
36 Kadı Abdulcebbar,
el-Muğnî, -en-Nazar ve’l-Maarif-
, s. 82, 83,118, 119.
37 Kadı Abdulcebbar, el-Muğnî, -et-Ta’dîl ve’t-Tecvîr-, s. 1, 11, 148, 149,152.
38 ‘Delâletu’l-adl’ ve ‘Delâletun ala kubhi’ş-şey’ kavramları için bkz. Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-
Hamse, s.13, 315; el-Muğnî, -et-Ta’dîl ve’t-Tecvîr-, s. 9, 105.
39 ‘Delîlu’ş-şâhid ala’l-gaib’ kavramı için bkz. Mecmuu’l-Muhit bi’t-Teklîf, s. 20, 114.
40 ‘Delâletun Akliyyetun’ kavramı için bkz. Şerhu Usul-i Hamse, s. 18, 283.
41 ‘Delâletu’n-nübüvvât’ kavramı için bkz. el-Muğnî, -et-Tenebbuât ve’l-Mu’cizât-, s. 11, 164.
42 ‘Delâletu’l-fiil’ kavramı için bkz. Muteşabihu’l-Kur’ân, I, s. 3, 9; ‘Delâletu’l-fi’li’l-muhkem’ kavramı
için bkz. Mecmuu’l-Muhit bi’t-Teklîf, s. 9, 115.
43 ‘Delâletun fî’ş-şâhid’ kavramının dilsel çerçevesi için bkz. el-Muğnî, -et-Tenebbuât ve’l-Mu’cizât-, s. 18, 162.
44 ‘Delâletun ala hâl’ kavramı için bkz. Muğnî, -et-Ta’dîl ve’t-Tecvîr-, s. 15, 103.
45 Cümleten
46 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, s. 16, 87.