99
Fakat birincisi, beşeri sermaye alınıp satılamasa da, kişisel gelir, örneğin emek, piyasada
her gün arz ve talep edilir. Bu yüzden beşeri sermaye, en azından ölçülebilmelidir.
İkincisi, iktisat teorisinin, her şeyden önce, iktisadi kârlılık gibi adalet bakış açısından da
soyutlanmayı temel aldığını hatırlatmaktan ve beşeri sermayeyi, tıpkı toprak ve döner
sermaye gibi sadece değişim değeri bakış açısından incelemekten korkmuyoruz.
Dolayısıyla, köleliği destekleyen ya da ona karşıt herhangi bir pozisyon almadan, emeğin
fiyatı, ve hatta insanın fiyatından bahsetmeye devam edeceğiz (ibid, s. 198).
Faydacı düşünürler analizlerinde yöntemsel bireyciliği benimsemeleriyle, insanı
toplumsallığından soyutlamışlar, doğal özellikleriyle ele almışlar ve bu tarihsiz,
toplumsuz, evrensel doğal canlının davranışlarının en büyük itkisini fayda
azamileştirme olarak tanımlamışlardır. Bu, faydacılığın genel yöntemsel tercihidir.
Fakat Walras, bu konuda da diğer faydacı iktisatçıların olmadığı kadar radikaldi.
28
Değil emeğin, insanın bile fiyatının olduğunu öne sürdü.
Walras, değerin kaynağının ne emek, ne sadece fayda, fakat malların faydaları
ve kıtlıkları olduğunu düşündü.
Değerin kaynağı sorununda iktisatta başlıca üç çözüm vardır. İlki, İngiliz çözümü de
diyebileceğimiz Adam Smith, Ricardo ve McCulloch’unkidir: değerin kaynağını emekte
bulur. Bu çözüm çok dar görüşlüdür ve bir şeyin var olan değerini inkâr eder. İkincisi
Condillac ve J. B. Say’indir, buna Fransız çözümü denilebilir: Değerin kaynağını faydada
bulur. Bu çözüm ise fazlasıyla kapsamlıdır ve değeri olmayan şeye değer atfeder.
Nihayet, üçüncü çözüm, doğru olanıdır, Burlamaqui ve babam A. A. Walras tarafından
geliştirilmiştir; değerin kaynağını kıtlıkta bulur [vurgular orijinalinde] (ibid, s. 179).
28
Jevons, emeğin, arz ve talep yasalarına tabi olan, kapitalistler tarafından satın alınan bir meta olarak
görülmesini eleştirmişti. Jevons’a göre emek değil, ürünü arz ve talep yasalarına tabidir.
100
Değerin kaynağı, şeylerin isteklerimizi giderme kapasitesi ve kıtlıklarıdır.
Fiyatlar da piyasada, sadece, başka hiçbir etkiyi göz önüne almaksızın ürünlerin
faydaları ve miktarlarının fonksiyonu olarak belirlenir.
Walras’nın teorisinde, her mübadelecinin fayda ya da istek eğrilerini, keyfine
göre oluşturduğu varsayılır. Bu eğriler bir kez belirlendiğinde, kurgusal tam serbest
rekabet rejimi altında, fiyatların bunların sonucunda nasıl oluştuğu gösterilir.
Üretici hizmetler olan toprak, emek ve sermayenin fiyatı da, piyasada, bu
hizmetleri arz eden toprak sahipleri, işçiler ve kapitalistlerin arzları ve bu hizmetlere
olan girişimci talebinin fonksiyonu olarak belirlenir. Bu talep, ürünlerin fiyatlarına
bağlıdır. Ürünlerin ortalama maliyeti fiyatlarından büyükse üretici hizmetler için talep,
dolayısıyla üretici hizmetlerin fiyatı düşer.
Klasik politik iktisatta ürünün değeri üretim faktörlerinin fiyatına bağlıyken,
marjinalizmde nedensellik tersine çevrilmiş; üretim faktörlerinin fiyatı, ürünün
fiyatına bağlı hâle gelmiştir.
Klasik politik iktisat, bir üretim teorisidir. İktisat biliminin amacı milletlerin
servetlerinin artırılmasıdır, iktisadi analiz üretim alanına yoğunlaşmıştır ve böylelikle
toplumsal üretim ilişkileri açığa çıkarılabilmiştir. İnsanlar üretime toplumsal mülkiyet
ilişkilerinin belirlediği işbölümüne göre katılırlar ve üretimden aldıkları pay da bu
işbölümüne bağlıdır. Ürünün fiyatı, üretime katılan bu sınıfların gelirlerine bağlıdır.
Marjinalizmde ise iktisadi analiz mübadele alanıyla sınırlıdır. İktisat biliminin
amacı servetin artırılması değil, verili kaynakların etkin kullanımını sağlayacak
tercihlerin belirlenmesidir. Bu yüzden iktisadi analiz, mübadele alanına odaklanır.
İlginin, üretim alanından mübadele alanına çevrildiği ölçüde insanlar, eşdeğer malları
değiştiren eşit kişiler olarak görünür, sınıfsal ayırımlar ortadan kalkar.
101
Gerçekten, meta ya da emek sırf mübadele değeri olarak ve farklı metaları birbirine
bağlayan bağlantı da bu mübadele değerlerinin birbiriyle mübadelesi, eşitlenmesi olarak
konulduğunda, bireyler, yani bu süreci gerçekleştiren özneler de düpedüz ve sadece birer
mübadeleci olarak gözükecektir. Biçimsel belirleme açısından aralarında mutlak surette
hiçbir fark yoktur ve bu biçimsel belirleme ise iktisadi belirlemedir; birbiriyle bir piyasa
ilişkisi içinde olan insanların ilişkisini tanımlayan niteliktir; toplumsal işlevlerinin,
aralarındaki toplumsal ilişkinin göstergesidir. Öznelerin her biri bir mübadelecidir, yani
her birinin ötekiyle olan toplumsal ilişkisi, ötekinin onunla olan ilişkisinin aynıdır.
Mübadelenin özneleri olarak aralarındaki ilişki, o halde, eşitlik [vurgular orijinalinde]
ilişkisidir. Aralarında değil çelişki, en ufak bir ayrılık, hatta farklılık bulmak imkânsızdır
(Marx, 2008: 231-232).
Bu bölümü bitirmeden, marjinalist bölüşüm teorisinin nihai biçimini formüle
eden John Bates Clark (1847-1938) ve ücret teorisinden kısaca bahsedebiliriz.
John Bates Clark, Irving Fisher ile birlikte Amerika’ya neoklasik yöntemi
getiren kişi olarak tanınır. Clark, 1899 yılında Amerika’da yayınlanan The
Distribution of Wealth (Servetin Bölüşümü) eserinde, dönemin iktisat düşüncesinde
büyük etki bırakacak bölüşümün marjinal verimliliği kuramını geliştirdi.
Eserin önsözü şu cümleyle başlar: “Bu çalışmanın amacı, toplumun gelirinin
bölüşümünün doğal yasa tarafından kontrol edildiğini ve bu yasanın sürtünmesiz
işlediği durumda her üretici birimin ürettiğine eşit miktarda servet edindiğini
göstermektir” (Clark, 1956: v). Clark ekonomide tam rekabet varsayımı ile ve statik
analiz yöntemi kullanarak,
29
önsözünde belirttiği gibi, bütün üretim faktörlerinin,
üretimden ürüne katkıları kadar pay aldıklarını gösterdi.
29
Veblen’e göre hazcı çizgide kurulan iktisat teorisi, kapsam ve nitelik açısından statiktir (Veblen,
1972:177).
Dostları ilə paylaş: |