Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə14/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   50

— Oldu o zaman. Yarın ola hayır ola, görelim samimi misin değil misin?
Ertesi  gün  kuşluk  vakti  Mevlâna  tek  başına  kimseye  bir  açıklama  yapmadan  yola  düştü.
Sille’den  bir  testi  şarap  alarak  sırtında  terleye  terleye  dergâha  geliyordu.  Şarap  testisi
herkesçe  bilinecek  kadar  şekli  ve  rengi  ile  diğer  testilerden  farklıydı.  O  gün  hava  açık  ve
güneşli  olduğundan  çoluk  çocuk  neredeyse  bütün  halk  dışarıdaydı.  Sokaklar,  caddeler,
çarşı pazar insan ile kaynıyordu. Mevlâna sırtında şarap testisi yürümeye devam ediyordu.
Onu görenler gördüklerine inanamıyordu. Yıllarca kendilerine vaaz eden, ilmihal öğreten âlim
diye  övdükleri  adam  milletin  gözü  önünde  sırtında  şarap  taşıyordu.  Olacak  şey  değildi
doğrusu.  Sessiz  düşünenler,  içinden  buğzedenler  yavaş  yavaş  seslerini  Mevlâna’ya
duyuruyorlardı:
— Yuh artık, yazıklar olsun. Şu işe bak. Bu ne biçim Müslüman. İçmek haramsa taşımak
da aynı derecede günah dememiş miydi vaazlarında.
— Örtülü kadınlar pencerelerden:
— Eyvah ki, ne eyvah. Koskoca Mevlâna’nın düştüğü hale bakın.
Dükkân önündeki esnaflar:
— Başımıza taş yağacak, hoca şarap taşırsa kıyamet yakın demektir.
Mevlâna  söylentilere,  kınayıcı  bakışlara  aldırmadan  yorgun  ve  bitap  hâlde
yaklaşmaktaydı  dergâha.  Ben  ve  birkaç  derviş  dergâhın  kapısının  önünde  onu
beklemekteydik. Arkasında meraklı kalabalık ile kapının önüne geldi. Alnından ter akıyordu
boncuk  boncuk.  Dervişlere  su  getirmelerini  emrettim.  Zümrüt  yeşili  mendilimle  alnını  sildim.
Testi  hâlâ  omzunda  duruyordu.  Halk  olup  bitenin  sonunun  nereye  varacağının  telaşındaydı.
Mahşeri  bir  kalabalık  oluştu.  İçlerinde  meraklı  Hıristiyan  ve  Yahudiler  de  vardı.  Kapının
önünde gece kapıyı kapattıktan sonra kapının arkasına konulan büyük bir taş vardı. Taşın
üzerine çıktım. Mevlâna’nın omzundaki testiyi elime aldım:
—  Ey  gafiller,  ey  zahirle  amel  eden  şaşkınlar.  Siz  buraya  Mevlâna’yı  yuhlamak,
ayıplamak  için  toplandınız  değil  mi?  Nasıl  olur  da  âlim,  arif  bir  zât  şarap  taşır  dediniz,  onu
adım  adım  takip  ettiniz  ve  hakaretlerinizi  sıraladınız.  Siz  ne  çok  yanılıyorsunuz.  Siz  şeklî
Müslümansınız.  Size  cüppe,  tespih  ve  sakal  yeter  değil  mi?  Sağırsınız,  körsünüz,  bundan
beteri  nankörsünüz.  Bugün  bütün  Konya  kaybetti.  Bugün  kazanan  sadece  Mevlâna’ydı.
Sille’den buraya şarap taşıdığına hükmettiniz. Alın şarabınızı zıkkımlanın! Testiyi baş aşağı
ters çevirip içindekini dökmeye başladığımda yere akan bembeyaz süttü…
Mevlâna  bile  gördüğüne  şaşırdı,  diz  çöktü  yere  ağlamaya  başladı.  Elinden  tutup
kaldırdım. Yanağından öptüm.
— Sınavı alnının teri, ruhunun nuru ile geçtin diyerek elinden tutup halvet hücremize girdik.
Mindere  çömeldi.  Sağ  kulağına  fısıldadım.  “Allah  u  Ekber!”  diye  öyle  bir  bağırdı  ki  uzakta
uyuyan bir bebek sesten uyanırdı.



 
 
Musiki’nin ritminde bir sır saklıdır;
eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu.
 
Mevlâna  ile  her  sabah  namazı  Kur’an  okurduk.  O  okur  ben  dinlerdim.  Ben  okurdum,  o
dinlerdi.  Kur’an  zikrinden  sonra  geldi  dizini  dizime  dayadı.  Kur’an-ı  Kerim’i  öperek  rahlenin
üzerine bıraktım.
— Kur’an bir zikirse, insanın ona cevabı da bir zikirdir. Allah’ın peygamberleri aracılığı ile
tebliğ ettiği zikirdir. Allah’ı hatırlatan her şey zikirdir. Zikir olmadan aşk olmaz, aşk olmadan
nefis aynada kendini göremez.
—  Birileri  gizli  zikir  diye  bir  deyim  uydurdular.  Hatırlamanın  kapalısı  olur  mu?  Körler
çarşısında  ayna  satılır  mı?  Gürültü  zikir  değildir,  heykel  gibi  durmak  rabıta  değildir.  Zikir
semâdır, musikidir. Neyin üflemesindeki zikir binlerce dervişin tesbihâtından daha anlamlıdır.
Yarından itibaren namazdan önce ney üfleyeceğiz tamam mı?
— Tamam Şems’im. Musikiyi konuşalım mı biraz da.
— Elbette. Söyle mızrabından gelsin ruhumuza mânalar.
—  Musiki  de  bir  Allah’ı  zikirdir.  Yaprakların,  suyun  akışındakilerde  bir  zikirdir.  Kâinat
musiki ile can almıştır.
—  Musiki  elestteki  sesimizin  yankısı.  Seslerin  Allah’a  aşkımızı  aktarması.  Ruhumuzun
okşanması.
— Senden önce sema yoktu. Musiki yoktu. Aşk yoktu. Şems geldi, Mevlâna aşka geldi.
Mevlâna’nın  sözleri  musikileşiyor,  ruhumu  okşuyordu.  Öyle  bir  hal  dili  vardı  ki  edebiyat
naçar,  belâgat  duçar  düşerdi  Mevlâna’nın  billur  akan  pınarı  karşısında.  Aşka  geldim,
cezbelendim. ”Allaaaaah” diye haykırdım. Kapıdaki dervişi içeriye çağırdım:
—  Odamdan  bir  kamış  getirin!  Mevlâna  şaşırdı.  Gelen  bir  kamıştı  delikleri  olmayan.
Kamışın  ucuna  üfledim  boşluk  doğdu.  Parmak  uçlarımı  ara  ara  dokundum  delikler  peyda
oldu. Mevlâna’ya dönerek:
—  Biz  ney  gibiyiz,  bizdeki  nâme  senden  gelir.  Allah’ın  ilk  yarattığı  şey  kamıştır.  Ve
kamışa sırrını üfledi.


— Mevlâna:
—  O  hâlde  semâ  taksimimizde  neyimiz,  İsrafil’in  sur’u  olsun  dedi.  Tamam,  mânasında
başımı salladım.
“Şeytanda  bir  şey  hariç  bütün  insani  özellikler  mevcuttur.  Şeytan  aşkı  bilmez.  Aşk
şeytana  verilmemiştir.  Aşk  Âdemoğullarına  verilmiştir.  Şeytanın  insanı  kıskandığı
çekemediği aşksızlığındandır…”
Mevlâna ile hücremizde hasbıhâl ediyorduk. Söz dönüp dolaştı, şeytana geldi. Mevlâna:
— Şeytan şey midir, şer midir?
— Şeytan aşktan yana bahtsızdır o kadar.
— Şeytanın bize secde etmemesindeki sır neydi?
—  Şeytanın  sana  secde  etmemesinin  sebebi  seninle  bu  sırrı  geçmek  istemesiydi…
Günah  burada  işlendi…  Şeytan  sınırı  ihlâl  etti…  İnsanla  birlikte,  meleklerin  kaldığı  yerden,
daha  ileriye  gitmek,  yeniden  huzura  kavuşmak  istedi…  Belki  insana  bu  yüzden  secde
etmedi…  İhtiraslı  bir  çılgın  gibi…  İnsanı  kıskandığı  için… Allah’a  en  yakın  olabilmek  için…
Ama  şeytan  bilemedi  aşksızlığından  Allah’a  kavuşamayacağını,  insanı  bundandır
çekememesi yani aşktan mahrum kalmanın ezikliği şeytanın kaprisi.
— Allah’a  en  yakın  olabilmek  için  insan  olmak  gerekiyorsa  o  da  ateşten  bir  insan  olmak
istedi öyle mi?
—  Meleklerin  masum  teslimiyetinin  yanında,  şeytanın  kavurucu  ateşi…  Ve  insanın
hakikatinin içinde narla birlikte nuru birleyeceğini ve Allah’a teslim olacağını bilemedi… Bunu
bilse, kendi ateşinin, insanla birlikte Allah’a yakın olabileceğini bilse, o zaman insana secde
eder miydi?
—  İblisin  insanı  ateşe  dönüştürme  çabalarının  bu  dünyada  sonuçsuz  kalacağını,  ama
takvaya sarılırsa insanın kendi şeytanını secde ettirebileceğini biliyoruz artık…
—  Bazı  insanlar  ölünce  cehennemin  yakıtı  olabilecekler  ama  bu  dünyada  elhamdülillah
ateş  olmayacaklar…  Bu  dünya  hayatı  aynadaki  sırdır…  Sır  aşk  ve  ölümün  arasındaki
kıldan  ince  zar  gibidir.  Aşk,  sırrın  tek  anahtarı;  kilit  ölümde.  Bu  dünyayı,  ölümden  önce
öldürebilirsek  kalbimizde,  aynada  sır  kalmaz  ve  görebiliriz  her  şeyi…  Her  şeyde  gizlenen
şeytanı… Onu alnındaki perçeminden tutup secde ettirebiliriz hemen Allah’a…
—  Takva  sahibi  bir  insanın  üzerinde  gücü  yoktur  şeytanın.  Sana  kendini  güçlü
göstermeye  çalışır  yalnızca.  Hiç  uyumaz.  Ancak  sürekli  zikir  ile  kurtuluruz  onun  bizi
tanımasından. Bütün zerrelerinizle yapılan zikrin, her an her boyutta kâinatın birliğine uyumu
sağlanır  o  zaman.  İşte  o  an  şeytan  yenilir.  Sen  korunanlardan  olursun.  Onun  ise  yaşama
alanı kalmaz artık ve insana secde eder…
—  Musa’nın  asası  yılanı  yutar…  İnsanın  kalbi  o  sınır  tanımayan  şeytanı, Allah’a  secde
ettirir…  İnsanın  kendinden  bile  gizlenen  sır,  kalbin  sırrı,  nihayet  aradan  çekilir…  Ve  insan,
kelimeleri de bırakır o sınırda, Sidretü’l Münteha’nın ötesine geçer…


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə