Aşkın Gözyaşları I -şems Tebrizi



Yüklə 0,68 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə16/50
tarix15.10.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#74403
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   50

— Dün dün ile gitti cancağızım. Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.
— Söyle şimdi nedir hayat? Ölmek isteyen bir şeyden sürekli ayrılma.
— Peki, vazgeçeceklerim bu kadar mı?
— Elbette hayır. Ne yapar vazgeçen? Daha yüksek bir âleme erişmek için çabalar, daha
ileri,  daha  uzağa,  daha  yükseğe  uçmak  ister.  Uçuşunu  ağırlaştıran  birçok  şeyi  atar
üstünden. Fedakârlıktır atmak. Sanki kıldan bir gömleğin ruhuymuşcasına sıyrıl, arın. Bu işe
en iyi yanına zarar vermekle başla.
— Nasıl, neyle?
—  Nefsinin  gölgesini  yırt.  Ruhunun  suyundan  iç.  Sarhoş  ol.  Öyle  sarhoş  ol  ki  daldığın
yollarda kollarını, bacaklarını kır.
Şeytan,  hayatınızı  kolaylaştırıp,  ömrünüzü  uzatıyorum  diye  herkesi  kandıran,  boş
vakitlerin  tapınak  şövalyesi…  Herkesi  dumansız  ateşine  çağıran  ihtişamlı  cüce.  Ateşli
kelimelerin  şehvetli  oyuncusu.  İnsana  emanet  edilmiş  olan  cennet  hayalini  kıskanan  ihtiraslı
yılan. Aşkı bir türlü okuyamayan kör deccal.
Bizi çekemeyenler, gıybetimizi yapanlar işte bu şeytanın emzirdiği insanlardır Mevlâna’m.
Biz  şeytanın  ve  şeytanlaşan  insanların  hararetli  dedikodusu  ve  debelenmesine  aldırmadan
aşk  için  aşk  içinde  güzel,  hülyalı,  imanlı,  itinalı  sohbetler  yapıyoruz.  Allah’a  aşk  ediyoruz,
şükrediyoruz aşkın sahibine.


 
 
Sabit sandığın dağların bulutlar gibi
geçtiğini görürsün (Neml/ 88)
 
Halvetlerde  Mevlâna’yı  ruhun  miracına  hazırlamam  gerekiyordu.  Dört  duvar  arasındaki
bedenimiz  yerinde  duradursun.  Mevlâna’yı  maveraya  götürürken  dayanması,  ruhen  hazır
olması için tasavvufun kitabi yönünü değil “hakkal yakin” mertebesini yaşamalıydı. Hz. Ayşe
annemiz  ne  diyordu:  “Hz.  Muhammed  Kudüs’e  yatağından  kalkıp  miraca  yükselip
döndüğünde yatağı hâlâ sıcacıktı.” Bedenin kalkıp ruhun yolculuğa aktığı bu...
Halvetlerdeki  miraca  hazırlık  tamam  olunca  Mevlâna  ile  alemi  dolaşıyorduk.  Herkes  bizi
hücrede sanıyordu. Oysa biz onları arştan seyrediyorduk.
Bir gece Mevlâna ile ortadan kaybolduk. Kira Hatun medresenin her yanını aradığı hâlde
bizden  hiçbir  iz  yoktu.  Üstelik  tüm  kapılar  da  kapalıydı.  Kira  Hatun  daha  sonra  olayı  oğlu
Sultan  Veled’e  şöyle  anlatıyor:  “Odalarından  üç  gündür  çıkmayan  Mevlâna  ve  Tebrizliyi
merak  ettim,  üstelik  o  gün  visal  oruçlarının  iftar  akşamı  idi.  Siniye  yemekleri  hazırlayıp
Kimya ile odaya taşıdık. Kapıyı çaldık. Ses yok. Kimya bir kez daha çaldı, bir kez daha. Hiç
cevap  yok.  Siniyi  kapı  önüne  bırakıp  kulağımı  kapıya  dayayarak  içeriyi  dinlemek  istedim.
Uğultu sesinden ve açık arazide esen rüzgâra benzer sesten başka ses duymadım. “Kızım,
baban  ve  Şems  galiba  odada  değiller  ama  nereye  gittiler  acaba?”  diyerek  oradan  ayrıldık.
O  gece  geç  vakitte  uyudum.  Tam  uykuya  dalmıştım  ki  Mevlâna’nın  teheccüd  namazı
kıldığını gördüm. Namazını bitirinceye kadar bir şey söylemedim. Namazı bittikten sonra bir
de  baktım  ki  ayakları  toz  içinde.  Ayak  parmaklarının  arasında  da  renkli  kumlar  olduğunu
gördüm.  Tam  bir  korku  içinde  bu  hali  kendisine  sordum.  Bana  şu  cevabı  verdi:  “Kâbe’de
daima bizim sevgimizden söz eden gönül sahibi bir derviş vardı. Bir süre onunla görüşmeye
gittik.  Bu  da  Hicaz  kumudur,  onu  sakla,  kimseye  söyleme.”  O  geceden  sonra  Şems’e
buğzetmem  sona  erdi  ve  halvetleri  ile  ne  derin  bir  insan  olduğunu  anladım.  Ertesi  gün  olup
biteni oğluma anlattığımda, Sultan Veled:
—  Anneciğim!  Görüp  işittiklerini  anlatma,  bizi  bilmeyenler,  Kira  Hatun’u  da  cin  çarpmış,
Tebrizli  onu  da  büyülemiş,  diye  seninle  alay  ederler.  Babam  ve  Pirimizin  böyle  seyahatleri


yeni değil.
—  Tamam  oğlum.  Zaten  geçtiğimiz  günlerde  babanın  kapı  altından  bana  sunduğu  Hint
çiçeğini çarşıdaki aktara sorduğumda aldığım cevaptan bu yana hayretler içerisindeyim.
— Anlatsana nedir bu Hint çiçeği meselesi?
Bir  gün  Mevlâna,  Tebrizli  ile  halvet  için  içeri  kapatmışlardı  kendilerini.  Bunlar  günlerce
yemeden,  içmeden,  dışarı  çıkmadan  ne  yapıyorlar  ki  diye  içimde  biraz  merak  biraz  da
vesvese  ile  kapı  deliğinden  içeriyi  gözetliyordum.  Baktım  ki  Mevlâna  Şems’in  dizine
dayanmıştı.  Ben  de  aralarında  ne  geçiyor,  diye  odanın  kapısına  kulağımı  koymuştum.
Birdenbire  evin  duvarının  açıldığını,  gayb  âlemine  mensup  altı  heybetli  adamın  içeri  girip
selam  verdiklerini,  yeri  öptüklerini  ve  bir  deste  çiçeği  de  Mevlâna’nın  önüne  koyduklarını
gördüm. Tam bir huzur içinde yaklaşık öğle namazına kadar oturdular. Öyle ki, hiçbir kelime
konuşmadılar. Öğle namazı kılındıktan sonra o altı ulu kişi büyük bir saygı ve ikramla kalkıp
tekrar geldikleri duvardan gittiler. Ben de olayın heybetinden kendimden geçmiştim. Kapının
önünde  ayaklarım  titreyerek  kalakaldım.  Benim  kapı  önünde  beklediğimi  fark  etmişler  olsa
gerek,  birazdan  kapının  altından  daha  önce  hiç  görmediğim  bir  çiçek  uzatıldı.  Kapı
arkasından  Şems’in  sesi  geldi:  “Bacım  bu  çiçek  çok  çok  uzaklardan  Mevlâna’ya  hediye
getirildi. O da bu hediyeyi sana layık gördü.” Ben o çiçeği alıp aktar dükkânlarına götürdüm.
Ne cins bir çiçek olduğunu, nereden geldiğini ve adının ne olduğunu merak ediyordum. Tüm
aktarlar, o çiçeğin tazeliğinden ve kokusundan şaşa kaldılar, “Kış ortasında bu nadide çiçek
nereden geldi? Bu güzel çiçek sadece Hindistan kutuplarında yetişir, oradan buraya gelene
kadar da solar. Hayret edilecek bir olay, bunu bize satar mısın?”, dediler.
Hizmetçim  de,  ben  de  duyduklarımıza  inanamadık.  Artık  inanıyorum  ki  baban  ve  Şems
girdikleri odadan âlemi seyre çıkıyorlar.
—  İşte  anneciğim  artık  babam  için  Şems’in  ne  kadar  değerli  olduğunu  anlamışsındır.
Şems  ailemize  bir  armağandır.  İnanıyorum  ki  gün  geçtikçe  onu  tanıyan  onda  huzura
erecektir.
Aşk  yolunun  ilk  durağı  halvet  ile  haldeş  olmaktır.  Halvete  çekildiğimiz  zaman,  ne
yapıyorlar,  diye  merak  eden  bizi  kapının  deliğinden  gözetleyerek  göz  kulak  olduğunu
söyleyen Mevlâna’nın hanımı Kira Hatun, bizi merak eden ev halkına ve müritlere: Saatlerce
ağızlarından  tek  kelime  çıkmadan  sustuğumuzu  söyler.  Bu  halimizi  başta  garipseyenler
bilsinler  ki  asıl  olan  dilsiz  dudaksız  gönülden  gönüle  giden  yolda  akıp  giden  bir  konuşma
aşkın  lisanıdır..  Gönüllerin  birbirlerine  seslenmesidir.  Mevlâna,  dilsiz,  dudaksız,  gönülden
gönüle konuşma üzerinde halvetin bitiminde şöyle dedi:
—  Sen  susmadıkça  düşünce  bir  şey  söyleyebilir  mi?  Düşünceyi  ancak  konuşarak
belirtirsin,  sen  sustuğun  zaman  düşünce  içinde  hapsolur  kalır;  ama  gönül  ağız  açınca,  dil
konuşmaz olur susar. Sustum. Aynı cümleyi bir kez daha tekrarlayınca dayanamadım ve:
— Aklını başına al sus! Çünkü nefis ile gönül ateşi alevleniyor, şu anda yükselen alevler,


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə