Çocukluğum
Sen teninle hayvan, ruhunla meleksin.
Bunun için hem toprağa hem feleğe gidersin.
Çocukluk çağlarında bana garip bir hal gelmişti. Gece hiç uyumuyor sabahtan akşama
kadar ağzıma bir lokma koymuyordum. Üstelik ne uykusuzluk çekiyordum ne de açlık. Sanki
gizli bir el beni güçlü bir hâlde ayakta tutuyordu. Annem sıcak tandır ekmeği, yağlama,
haşlanmış et ve tatlı getiriyordu, ağzıma bir lokma aldığımda gerisin geriye çıkarıyordum.
Günlerce açlık hissetmeden yemek yemediğim, su içmediğim oluyordu. Yaşıtlarım oyun
oynarken ben bir ağacın altında güneş doğduktan batana kadar oturuyordum. Babamın
dediğine göre görülmeyen varlıklarla sayıklama halinde konuşuyormuşum. Benim bile
anlamakta zorlandığım bu halimi kimseler de anlayamadı. Babam bile ne olduğunu
bilmiyordu. Bana diyordu ki:
— Sen deli değilsin, bilmem ki bu gidişin sebebi ne? Sende bu yola gitmek için gerekli
olan ne terbiye ne riyazet var. Ne de başka bir şey. Annen ve teyzen senin bu haline
üzülüyorlar, sana cinlerin musallat olduğunu düşünüyorlar. Benden seni okutmam için
hocaya, türbeye götürmemi istediler. Oğlum ne mecnun ne meczup, oturun oturduğunuz
yerde diye susturdum. Muhammed’im nedir bu ahvalin? Babama dedim ki:
— Beni benden dinle... Sen ve ben öyle bir hâldeyiz ki sanki bir kaz yumurtasını tavuğun
altına koymuşlar. Bu yumurtadan kaz yavrusu çıkmış. Biraz palazlaşınca bir su kenarına
gelir, yavru hemen suya atlar. Ana tavuk etrafında çırpınır. Ama o kümes kuşudur. Onun
suya girmesine imkân yoktur. İşte seninle ben de böyleyiz. Ey babacığım! Ben kendimi
yüzdürecek bir deniz görüyorum. Benim yurdum o denizdir. Halim de deniz kuşunun hali
gibidir. Eğer sen benden isen gel. Lâkin ben bu derya içinde senden değilim. Git kümes
kuşlarına karış. Yaşımdan beklenmeyecek derinlikteki bu sözlerim babamı tedirgin etmiş
olacak ki babam:
— Dosta böyle yaparsan düşmana ne yaparsın dedi. Yemek lâfı edilse bile yüzümü
çevirirdim. Bazen de bana verilen yiyeceği kibarlık olsun diye cebimde saklar sokakta
oynayanlara verirdim. Bendeki bu nazlanma babamdan dolayıydı. Meselâ bir gün kedi sütü
döktü ve tası kırdı. Babam yanımda kediye bir şey demedi ve bana kızmadı. Sadece
gülerek dedi ki; yine ne yaptın hayırdır. Böyle yapmasaydın, ya bana ya annene ya da sana
bir şeyler olurdu. Allah acıdı da bu kadar ile atlattık.
Çocukluğumda benim iştahımı kaçıran işte bu söz olmuştur. Aradan 3-4 gün geçtiği hâlde
hiçbir şey yemiyordum. Sade halk sözünden değil, hak sözünden bile korkuyordum. Sebep
yokken yemekten içmekten kesilmiştim. Babam, “Oğlum ye!” dedikçe ben “Bir şey
yiyemiyorum”, diyordum. Artık zayıflıyordum. Kuvvetim o dereceye varmıştı ki istesem
pencereden kuş gibi dışarı uçardım. Bunda keramet var; ama sana açıklamak istemiyor,
dediler.
Sırlardan bahseden bir meczup vardı. Onu sınamak için eve kapatırlardı. Fakat o yine de
dışarı çıkardı. Bir gün babam bana darılmıştı. Tam bu sırada o meczup geldi. Ve
yumruklarını havaya kaldırarak babama ikazda bulundu ve beni işaret ederek şöyle dedi:
Yoksa bu çocukla mı uğraşıyorsun? Seni kaldırıp şu akan suya atarım. Tur Gölü’ne doğru
akan bu nehir, bir fili götürecek güçteydi. Sonra meczup bana dönerek hoşçakal dedi ve
bana saygı ile eğilip selam verdikten sonra oradan uzaklaşıp gitti.
Ben babama nafile olan ibadetlerimi göstermezdim. Batıni halimi ve dünyamı nasıl
gösterebilirdim ki? Babam iyi huylu ve asalet sahibi idi. İki söz söylerdi, sakalına kadar
gözyaşları akardı. Fakat âşık değildi. İyi huylu olmak başka âşık olmak başkadır.
Tebriz’de kimsenin bensiz ölmesine izin vermezdim. Birinin ölüm döşeğinde olduğunu
duysam hemen yanına giderdim. Birkaç saatliğine ortalıktan kaybolsam bizimkiler anlardı:
“Ölen biri varsa oraya bakın, orada olmalı”, derlerdi. Bu yolculuğu izlerdim. Ölmeden önce
ölmek için ölümü canlı seyretmek lâzım. O nedenle kimi geceler mahallemizdeki caminin
gasilhanesindeki tabutun kapağını açar, içine yatar ve sabaha kadar ölümün kokusunu
çekerdim içime. Hiçbir zaman yün, pamuk türünden yataklarda uyumadım. Ya sert bir tahta
üzerinde, ya bir kaya başında yahut bir ağacın altında, bir tabutun içinde sabahlardım. Han
veya kervansaraylara gittiğimde de odadaki acem halılarını, dokuma kilimleri toplar, dürer,
bir kenara dayar, hasır üzerinde uyurdum. Uykum en fazla günde 4 saati geçmezdi. Bunu da
birer saatlik fasılalarla uyurdum. Ömrümde teheccüd namazını kılmadığım gece yoktur.
Gençliğim
Gençliğin dört umdesi vardır. Vatan kokusu, kitap kokusu, oğul kokusu ve yârin kokusu.
Benimse gençliğim vatansız, evlatsız ve yârsız.
Tek umdem, yegâne uhdem,
İçimdeki aşk ateşini avucuna teslim edeceğim şeyh.
Daha ergenlik çağına gelmemiştim. Babam beni bir hocaya teslim etti. Hocanın kulağına
bir şeyler fısıldadığını gördüm. İçimden gülmeye başladım. Beni burada tutacak ne var ki
ya ben kaçarım ya onların akılları uçar diye. Medresede ezberci papağanlar gibi gözleri
hocanın iki dudağında olan talebeler öfkemi kabartıyordu. Hoca ne sorarsa sorsun
dilsizmişim gibi sus pustum.
Hoca bir gün elinde bir elma tutarak bir talebeye dedi ki: “Allah’ı gördüm ve O’ndan elma
istedim, bana verdi. Beyazid (Bestami) Allah’ı Allah’tan istedi ve bir başkasında bile
başkasını istedi. Sen kimi isterdin?” Talebe dedi ki, “Ben de Allah’ı Allah’tan isterdim.
Beyazid’e hürmeten.” Bana da aynı soruyu sordu. Onun başını işaret ederek dedim: “Ben
seni isterdim.” Hoca başını eğdi ve salladı fakat hiçbir şey demedi. Ben de bundan sonra
hiçbir şey söylemedim ama içimde kelimeler, ifadeler ve anlamlar kaynamaya başladı. Her
çocukta görülmeyen acayip haller geldi bana. Hoca daha sonra babamı sıkı sıkı
tembihleyerek tahsilimin meyve vermesi için Şam’a medreseye gönderilmemi ondan istemiş.
Babam, hocamın isteğine uyarak beni Şam’a uğurlarken şöyle dua etti:
— Allah sana günlük bir arkadaş versin ki evvellerin, ahirlerin bilginlerini, hakikatlerini
senin adına izhar etsin. Hikmet ırmakları onun kalbinden diline aksın, harf ve ses kıyafetine
girsin. O kıyafetin rütbesi de senin adına olsun.
Yaşadığım devre göre sıra dışı özelliklerim sözlerimle karşımdakini şok edici kişilik
yapım, zamanın geçerli tabularına ve geleneklerine başkaldırışım çevremdeki insanların kimi
zaman tepkisine kimi zaman da ilgisine sebep olmuştur. İnsanlar benim yorumlarımı ve sert
sözlerimi işittiklerinde beni tuhaf davranışlı tahammül edilmez bir kişi olarak tanımlar.
Onların tanımları umurumda bile değildi.
Şam’da bir kervansarayda idim. Öteki sordu:
— Tekkeye gelmiyor musun?
— Ben kendimi tekkeye layık görmüyorum, dedim.
Dostları ilə paylaş: |