Her insan için bir âşık olma zamanı vardır,
bir de ölmek zamanı.
Ama benim için ölmek yok, ben meleklerin secde eylediği aşkım.
Kendimi, kişilik olarak; “düşündüğünü korkmadan söylemekte” Haccac-ı Yusuf’a,
“haksızlığa tahammülsüzlükte” Ebuzer Gıfari’ ye, “adaleti temin etmekte” Hz. Ömer’e
benzetirdim. Benim için adalet dolu dünya, merhamet dolu dünyadan daha büyüktür.
İnsanlarla teke tek sohbetlerde kısık sesle, yavaş konuşurdum, kalabalık karşısında
Haccaclaşmayı seçerdim. Haccac’ın meşhur Kûfe hitabına hep hayran kalmışımdır.
Sesinin tonundan herkesin titrediği, ömrünce bir kez yüzünün güldüğünün görülmediği
çatık kaşlı, heybetli yürüyüşlü, halkın karşısında dilini yuttuğu Yusuf Haccac gönüllü olarak
Kûfe’nin valiliğine talip olur. Halife pek onu atamak istemez; ama Kûfe’ye de vali
dayanmıyordur. Giden her vali bir aya kalmadan kaçmaktadır. Kûfe kazan, Kûfe fitne, Kûfe
kalleştir çünkü. Kûfe Hz. Ali’ye kalleşlik yapmıştır. Hz. Hüseyin’i yarı yolda bırakıp Yezid’e
satmışlardır. Misafirleri Müslim’i kendi elleri ile zalimlere teslim etmişlerdir. Kûfe Ehl-i Beyt’e
sürekli ihanet etmiştir. Kûfe şımarmıştır. Kûfe yumuşak sözlerden, maslahat-ı güzardan
anlamayacak kadar kapris doludur.
Yusuf Haccac bütün bunları bilmesine rağmen herkesin korktuğu Kûfe’ye yalnız başına
girer. Üzerinde yırtık elbiseler, dilenci kılığında yüzünü pelerinle örterek bir sabah namazı
kapılara pencerelere taş atarak halkı uyandıra uyandıra camiye doğru yoluna devam eder.
Halk bu meczuba haddini bildirmek için camide toplanır, neredeyse bütün şehrin erkekleri
camide toplanmıştır. Merakla beklerler bu meçhul yabancının niyetini. Vaaz kürsüsünde
heybetlice oturan bu deli de kimdir? Niçin kapımızı, penceremizi taşlayarak bizi tatlı
uykumuzdan etti, diye düşünmektedirler. Esrarengiz adam yüzünü açtığında irkilirler. Yusuf
Haccac’dır. Tarih onu Zalim Haccac diye anarak nankörlük edecektir. Bana göre zalim değil,
âlim bir adamdır. Dedim ya,önce adalet.Kuru slogan işi merhametin kime ne yararı olur?
Haccac’ın Kûfe camisinde yapmış olduğu konuşmasını gençlik döneminde duyduğumda,
takdir etmiştim. İşte o meşhur konuşma:
“Ben meşhur bir adamım. Kazandığım zaferler, yaptığım işler benim şöhretimi her gün
biraz daha arttırıyor. Sarığımı çıkarayım da kim olduğumu görün. Şimdi beni iyice gördünüz
mü? Beni tanıdınız mı? Ha! Bakıyorum, bazılarınız beni iyice görebilmek için gözlerini
kırpıştırıyor, boyunlarını uzatıyor. Bu uzanan boyunlar üzerindeki kelleler ne güzel kılıçtan
geçer. Ben kelle uçurmakta gayet ustayımdır. Daha şimdiden şu sarıklarla şu sakallar
arasında kesilen boyunlardan akan kanların akışını görür gibiyim.
Müminlerin emiri, kuburunu boşalttı, oklarının arasından en zalim, en keskin, çelikten ve
en sert ağaçtan yapılmış olan oku bulup seçti. O ok da benim. Ey Iraklılar! Ey isyan ve
ihanetten başka bir şey bilmeyen âsiler! Kötü kalpliler. Ben öyle hamur gibi yoğrulabilen
cinsten yumuşak kalpli bir insan değilim. Sizi kırbaç düşmanları, sizi köle karı yavruları sizi!
Ben Haccac b. Yusuf’um. Benim tehditle vakit geçirmeyip çok çabuk dediğini yapan bir
adam olduğumu göreceksiniz. Ben fazla vakit kaybetmekten, konuşmaktan hoşlanmam.
Bundan böyle hiçbir yerde bir kalabalık toplandığını görmeyeceğim. Toplantı, içtima
hepinize yasaktır! Kendi aranızda gizli gizli konuşma istemem. Bundan böyle kimse kimseye
‘Neler oluyor? Yeni ne haberler var?’ diye sormayacak. Ne oluyorsa oluyor, size ne, fitne
çocukları! Herkes bundan böyle yalnız kendi işiyle uğraşacak. Kimse başkalarının işlerine
karışmayacak. Elime düşecek adamın vay haline! Dosdoğru yürüyecek, ne sağa, ne sola
döneceksiniz. Başınıza getirdiğim adamları takip edip halifeye biat edecek, ona sadakat ve
itaat yemini ettikten sonra yola çıkacaksınız.”
Nakliyeciliğe, siyasete fena sinir olurum. Gençliğimde Sabbahiler, Melamiler, saray
uşakları hepsi de beni siyasetlerine çekmek için gayret ettiler; ancak beyhude yoruldular.
Siyasetlerine alet olmadığımdan bana kin duyan Sabbahiler, ardımdan suikastçı
göndermekle tehdit ettiklerinde, güldüm geçtim. “Bu Şems ölmeden önce ölmüştür zaten”
dedim. Moğolların siyasetinden işgallerinden de iğrendim. Siyaset şeytanın suyudur.
Temizlenmek için elinizi suya dokunsanız; bütün bedeniniz, ruhunuz şeytana satılmış
demektir.
Yazmayı ve yazdırmayı sevmezdim. İrticalen konuşur aklımdan geçeni söylemekten
sakınmazdım. Beklenmedik anda sesimi yükseltir dinleyenleri şoke ederdim. Mevlâna bir
gün hitap tarzımdan ve insanlara tavrımdan hayrete düşmüş ve şöyle sormuştu:
“Ey pârendem! Bana, âşıklara karşı çok nazik, asudesin; ama diğerlerine karşı
olabildiğince hırçın ve ürkütücüsün. Niçin?”
— Ben samimi olarak niyazda bulunanlara karşı çok mütevazı davranır, alçak gönüllülük
gösteririm; ama diğerlerine karşı, çok kibirli ve sivriyimdir. İster bey olsun ister paşa, dilim
kılıçtır, kınına sokmam.
“Benim sohbetime yol bulan kimsenin alâmeti şudur ki: Başkalarının sohbeti ona soğuk ve
tatsız gelir” diyecek kadar da kendime inanır ve güvenirim. Muhatabımın benimsediği tavra
göre anında tavır geliştirmem, doğrum neyse söylerim. Karşımdaki incinecekmiş,
gücenecekmiş hiç umurumda değil. Kendine sadık olmayan, kime sadakat gösterebilir?
Ben samimi olarak niyazda bulunanlara karşı çok mütevazı davranır, alçakgönüllülük
Dostları ilə paylaş: |