Aylaklığa Övgü



Yüklə 4,04 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/24
tarix19.08.2023
ölçüsü4,04 Mb.
#120714
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   24
bertrand-russell-aylakliga-ovgu

‘YARARSIZ’ BİLGİ
Arkadaşlarını ele vermek suretiyle yükselerek kal­
burüstü bir adam haline gelmiş olan Francis Bacon, ‘bil­
ginin kudret olduğunu’ savunmuştu; bu, hiç kuşkusuz, 
olgunluğa ulaşmış bulunanların deyimlerle edindikleri 
bir derstir. Ne var ki, bu BÜTÜN bilgiler için doğru de­
ğildir. Thomas Browne, sirenlerin ne türküsü çağırdıkla­
rını bilmek istiyordu, ama sirenlerin türküsünü tespit 
edebilseydi, bu ona yargıçlıktan, ilinin Yüksek Şeriflik 
makamına terfi edebilmek olanağını kazandırmayacaktı. 
Bacon’un sözünü ettiği bilgi, bilimsel adını verdiğimiz bil­
gidir. Bacon bilimin önemi üzerinde kuvvetle dururken, 
Arapların ve Ortaçağ başlarının geleneğini bir gecik­
meyle sürdürmüş oluyordu, zira Arapların geleneğine, 
Ortaçağ geleneğine göre bilgi başlıca, hepsi de fennin kol­
ları olan astroloji, simya ve farmakolojiden ibaretti. Bil­
gili adam demek, bu dallar üzerindeki çalışmalarını ta ­
mamlayarak sihirli güçler kazanmış olan adam demekti. 
On birinci yüzyıl başlarında Papa II. Silvester’in b ir si­
hirbaz olduğuna, şeytanla dost olduğuna herkesin inan­
masının biricik nedeni, Papa’nın kitap okuyan bir insan 
oluşuydu. Shakespeare zamanında sadece bir fanteziden 
ibaret olan Prospero, hiç değilse büyücülük kudreti bakı­
mından, yüzyıllardan beri herkesin kabul edegelmiş bu­


lunduğu bilgili adam kavramını temsil ediyordu. Bacon 
fennin, önceki çağlarda yaşayan büyücü, falcı ve sihir­
bazların rüyalarinda bile göremeyecekleri kadar kudret­
li bir sihirbaz değneği sağlayacağına —şimdi anlıyoruz 
ki, haklı olarak— inanıyordu.
Ingiltere’de Bacon döneminde en yüksek noktasına 
ulaşmış olan Rönesans içinde, yalnızca yarar gözeten bil­
gi kavramına karşı bir başkaldınş vardır. Yunanlılar Ho- 
m er’den zevk aldıkları için, tıpkı bizim müzikhol şarkı­
larını belleyişimiz gibi, bir şey öğrenmekte olduklarını 
farketmeksizin Homer’i çok iyi bellemişlerdi. Ne var ki, 
on altıncı yüzyıl insanları önce dil konusunda derin bir 
bilgi edinmeden Homer’i anlamsya başlayamazdı. On al­
tıncı yüzyıl insanları Yunanlılar’a hayrandılar ve Yunan­
lıların zevk aldığı şeylerden yoksun kalmak istemiyor­
lardı; bundan dolayı, gerek klâsikleri okuma yönünden, 
gerek bunun kadar makbul tutulamayacak bakımlardan 
Yunanlılar’ı kopya ettiler. Rönesansta bilgi, en aşağı içki 
ve sevişmek kadar, ‘joie de vivre’in * bir parçasıydı. Ve 
bu, yalnız edebiyat alanmda değil, daha katı incelemeler­
de de böyleydi. Hobbes’un Euclid’le ilk temasımn öykü­
sünü herkes bilir: kitabı açıp da bir rastlantı eseri Pisha- 
gor teoremiyle karşılaşan Hobbes, ‘Yahu bu olamaz’, di­
ye bağırmış ve kanıtlan geriye doğru okuyarak en sonun­
da aksiyoma varınca, aklı yatmış. Bunun Hobbes için şe­
hevî hazla dolu bir an olduğundan ve Hobbes’un o anda 
geometrinin alan ölçmekteki yaran düşüncesini aklının 
köşesinden bile geçirmediğinden kimse kuşku duyamaz.
Antik dillerin uygulama alanında kullanılabilme ola­
nağını, teolojiyle ilgili olarak Rönesans’m bulduğu bir ger­
çektir. Klâsik Latinceye duyulan yeni ilginin ilk sonuç- 
lanndan biri, Papalık makamından verilen düzmece buy-


ruklann saygınlığının sıfıra indirilişi ve Konstantin’in 
Hıristiyanlığa kazandınlışı olmuştu. Vulgate ve Septua- 
gint’de * ortaya çıkarılan yanlışlar, Yunanca ve İbranice- 
yi protestan ilâhiyatçılarının polemik araçlan arasmda 
zorunlu öğeler haline getirdi. P uritanlann Stuartlara, Ciz- 
vitlerin de Papayla ittifaka sırt çeviren hükümdarlara 
karşı direnişlerini haklı göstermek için, Yunanın ve Ro- 
ma’mn cumhuriyetçi ruh taşıyan özdeyişleri canlandırıl­
dı. Ne var ki, bütün bunlar, Luther’den hemen hemen bir 
yüzyıl önce İtalya’da tam anlamıyla hızım almış bulunan 
klâsik bilginin canlandınlışı hareketinin nedeni olmak­
tan çok, sonucuydu. Rönesansı doğuran bellibaşlı güdü, 
cahillik ve kör inançlar akim gözlerine at gözlüğü taktığı 
sürece kaybedilmiş olan bir zenginliğin, sanatta ve düşü­
nüşte özgürlüğün, kafa zevkinin tekrar kazanılması arzu- 
suydu.
Yunanlıların, dikkatlerinin bir bölümünü felsefe, 
geometri ve astronomi gibi salt edebî ya da artistik olma­
yan konulara ayırdıkları anlaşıldı. Bundan dolayı, bu ça­
lışmalara saygı gösterildi, öbür bilimlere karşı ise daha 
kuşkulu bir tutum takınıldı. Gerçi Hippocrates ve Galen 
adlan tıbba bir onur katıyordu; ama araya giren dönem 
içinde tıp hemen hemen sadece Araplarla Yahudilerin uğ- 
raştıklan bir konu olmuş ve ayrılmaz bir biçimde büyüy­
le kanşmıştı. Paracelsus gibi adamların güvenilmez ün ­
leri de buradan geliyordu. Rengi tıbbmkinden de bulanık 
olan kimya ta on sekizinde yüzyıla kadar saygıdeğer bir 
nitelik kazanamadı.
Bir beyefendinin entellektüel araçlanm n Yunanca, 
Latince ve bir parçacık geometriyle onun yanısıra azıcık 
da astronomi bilgisi olduğu düşüncesi işte bu yoldan yer­
leşmiştir. Yunanlılar geometriyi uygulama alanında kul-


lanmadık yer bırakmadılar, astronomi için ise, o da ast­
roloji kılığı içinde olmak üzere, ancak çöküş dönemlerin­
de bir kullanma alanı buldular. On altıncı Ve on yedinci 
yüzyıllarda matematik esas itibariyle Helenlerde olduğu 
gibi hiçbir çıkar gözetilmeksizin, bir uygulama alanı dü- 
şünülmeksizin incelendi ve büyücülükle ilişkileri dolayı­
sıyla saygınlıklarım kaybetmiş bilimlere pek iltifat edil­
medi. Daha geniş ve daha pratik bir bilgi kavramına doğ­
ru yönelmiş ve on sekizinci yüzyıl boyunca derece dere­
ce sürmüş olan değişikliği, bu dönemin sonunda, Fransız 
Devrimi ile makineleşmedeki gelişim birdenbire hızlan­
dırdı ve Fransız Devrimi beyefendilere yakışır kültüre 
bir darbe indirirken makineleşmedeki gelişim de beye­
fendilere yakışmaz marifetlere yepyeni ve olağanüstü de­
recede geniş bir uygulama alanı açtı. Geçen yüz elli yıl 
boyunca insanlar «yararsız bilgi»nin değerinin ne oldu­
ğu sorusunu gittikçe daha çok kurcalamışlar ve gittikçe 
daha çok, sahip olmaya değer biricik bilginin toplum İk­
tisadî hayatının şu ya da bu bölümüne uygulanabilir bil­
gi olduğu inancına varmışlardır.
Yararcı bilgi görüşü varlığını yalnız Fransa ve İn­
giltere gibi geleneksel eğitim sistemleri olan ülkelerde, o 
da ancak kısmen koruyabilmiştir. Meselâ üniversitelerde 
Çin klâsiklerini okumuş olup da, Modern Çin’in yaratıcısı 
Sun Yat-sen’i yakından tanımayan profesörler hâlâ bu­
lunmaktadır. Hâlâ bazıları vardır ki, tarihi sadece arı üs­
lûp sahibi yazarların aktardığı kadarıyla, yani Yunanis­
tan ’da İskender’e, Roma’da da Neron’a kadar olan ilkçağ 
tarihini bilirler de, ilkçağ tarihinden çok daha önemli olan 
daha yakın tarihi, sırf bu tarihi aktaran tarihçilerin ede­
bî yanları güçlü olmadığı için öğrenmek istemezler. Bu­
nunla birlikte Fransa ve İngiltere’de bile eski gelenek can 
çekişmektedir, Rusya ve Birleşik Devletler gibi çağları­
na daha iyi ayak uyduran ülkelerde ise tamamiyle orta­


dan kalkmıştır. Meselâ Amerika’da eğitim komisyonları, 
çoğu insanın iş yazışmalarında kullandığı kelimelerin to­
pu topu bin beş yüz tane olduğuna işaret eder ve buna 
göre bütün geri kalan kelimelerin okulların ders prog­
ramlarından çıkarılması gerektiğini bildirir. Bir İngiliz 
icadı olan ‘Basic Englich’ * daha da ileri gider ve kelime 
dağarcığında bulunması zorunlu kelime sayısını sekiz yü­
ze indirir. Konuşmanın estetik değer ortaya koyabilme 
yeteneğine sahip bir şey olduğu kavramı ölmekte, bunun 
yerini, kelimelerin bütün amacının pratik bilgi aktarmak 
olduğu düşüncesi almaktadır. Rusya’da pratik amaçlar 
peşinde koşanlar bu işi Amerika’dakine oranla daha can­
dan yürekten yapmaktadırlar: buradaki eğitim kuram la­
rında her öğretilenin, eğitim ya da yönetim alanındaki 
birtakım açık amaçlara hizmet etmesine çalışılır. Bundan 
paçasını kurtaran biricik konu teolojidir: Diyalektik ma­
teryalizmi burjuva metafiziğinin eleştirmesine karşı sa­
vunabilmek için bazı kimseler kutsal yazıları Almanca 
aslından okumak, bazı profesörler de felsefe öğrenmek zo­
rundadırlar. Ne var ki, ortodoks düşünüş daha güçlü bir 
biçimde yerleşmekte olduğundan, bu ufacık gedik de tı­
kanacaktır.
Bilgi her yerde, iyiliği kendi içinde bulunan bir şey, 
ya da genellikle daha geniş, daha insancıl bir hayat gö­
rüşü yaratma aracı değil, sadece, teknik ustalığın ayrıl­
maz bir parçası sayılır hale gelmektedir. Bunun bir nede­
ni de, bilimsel, teknik ve askeri zorunluk yüzünden top­
lumun eskisine oranla daha bir bütünleşmiş hale gelişi­
dir. Eskisine oranla şimdi toplum içinde daha büyük bir 
karşılıklı bağımlılık ve dolayısıyla bir insanı komşuları­
nın yararlı bulduğu biçimde yaşamaya zorlayan daha bü­
yük bir toplumsal baskı vardır. Çok zengin ailelere men­
* Bir çeşit basit, İngilizce öğretme yöntemi.


sup olanlar, ya da (İngiltere’de) eskilikleri yüzünden bi­
rer andaç sayıldıkları için dokunulmazlık kazananlar dı­
şında kalan eğitim kurum lan, paralarını diledikleri gibi 
harcamaya mezun olmayıp, hüner kazandırmak ve bağlı­
lık aşılamak suretiyle yararlı b ir amaca hizmet ettikleri 
konusunda Devlet’i inandırmak zorundadırlar. Bu, zorun­
lu askerliğe, izci örgütüne, siyasal partilerin kuruluşuna 
ve siyasal tutkunun Basın tarafından herkese bulaştm l- 
masına yol açan aynı akımın temelli bir parçasıdır. He­
pimiz eskisine oranla yurttaşlarımızla daha yakından il- 
giliyizdir, eğer erdem sahibiysek onlara iyilikte bulun­
mak ve herhalde onlann bize iyilik etmelerini sağlamak 
isteriz. Aldığı zevk nitelik bakımından ne kadar incelmiş 
olursa olsun, kimsenin tembel tembel hayattan zevk al­
ması hoşumuza gitmez. Herkesin büyük davaya (bu bü­
yük dava her ne ise) yardım konusunda, bir şeyler yap­
ması, hele kötü adamlar bu büyük davaya karşı çalıştık- 
la n için, mutlaka bir şeyler yapması ve bu karşı çalış-- 
m alann durdurulması gerektiğine inanırız. Kafamızın boş 
zamanı, dolayısıyla da, bizce önemli sayılacak herhangi 
bir şeyle savaşmamızda yardımcımız olacak niteliktekiler 
dışında bilgi edinmeye yetecek zamam yoktur.
Dar çerçeveli yararcı eğitim görüşünden yana söyle­
nebilecek pek çok şey vardır. Geçimi sağlamaya başlama­
dan her şeyi öğrenmeye vakit yoktur, ‘yararlı’ bilgi de 
hiç şüphesiz çok yararlıdır. Modem dünyayı yapan bu ya­
rarlı bilgidir. Bu bilgi olmasa, makinelerimiz, otomobil­
lerimiz, demiryollanmız ya da uçaklarımız olmazdı; şu­
rasını eklemek gerekir ki, modem reklâmcılık ve modem 
propaganda da olmazdı. Modem bilgi, sağlık alanında bü­
yük gelişmeler doğurmuş, aynı zamanda da koca bir şe­
h ir halkım zehirli gazlarla yok etme yolunu bulmuştur. 
Dünyamızı eski zamanlardan ayıran belirgin nitelik her 
ne ise, bunun kaynağı ‘yararlı bilgi’dedir. Hiçbir toplum


henüz buna yeteri kadar sahip değildir ve eğitimin bunu 
sağlama yolunda çalışmaya devam etmesi gerektiğine hiç 
kuşku yoktur.
Aynca şurasını da kabul etmek gerekir ki, gelenek­
sel kültür eğitiminin büyük bölümü budalaca şeylerden 
ibaretti. Okul öğrencileri yıllar boyu Latin ya da Yunan 
dili grameri öğrenmeye çalışırlar, sonunda ise (birkaçı 
dışında) bir Latin ya da Yunan yazarını okumalarını sağ­
layacak ne yetenek ne de isteği elde edebilirlerdi. Modem 
diller her bakımdan, Latince ve Yunanca’ya tercih edilir. 
Modern diller sadece daha yararlı değildirler, aynı za­
manda, çok daha kısa zaman içinde çok daha fazla kül­
tü r verirler. On beşinci yüzyılda, okunmaya değer ne var­
sa hepsi, eğer İtalyanca değilse, ya Latince ya da Yunan­
ca olduğundan, bu yüzyılda yaşayan b ir İtalyan için La­
tince ve Yunanca kültür kapısını açan biricik anahtardı. 
Ne var ki, on beşinci yüzyıldan zamanımıza kadar çeşitli 
modem dillerde büyük edebiyatlar boy vermiş ve uygar­
lığın gelişmesi o derece hızlı olmuştur ki, sorunlarımızı 
anlayabilmek bakımından modem ulusları ve onların nis­
peten yeni tarihlerini bilmenin sağladığı yarar yanında, 
antikiteyi bilmenin sağlayacağı yarar devede kulak kalır. 
Geleneksel eğitim yapan okul öğretmeninin, bilgide can­
lanış döneminde hayranlıkla karşılanan görüş açısı, on 
beşinci yüzyıldan bu yana dünyanın yaptıklarını görmez­
likten geldiği için, aşırı derecede daralmıştır. Doğru dü­
şünülecek olursa, gerçekten de, kültüre yalnız tarih ve 
modem diller değil, bilim de hizmet eder. Bundan dolayı, 
geleneksel öğretim programlarını savunmaksızın, eğiti­
min doğrudan doğruya yarar gütmekten başka amaçlan 
da olması gerektiği tezini öne sürmek mümkündür. Ya­
rarlılığı da, kültürü de daha geniş bir görüşle düşündüğü­
müz zaman görülecektir ki, bunlann uyuşmazlığı, h er bi­
rinin fanatik savunucularının sandığından daha azdır.


Bir de, kültürün ve dolaysız yararlılığın birleştirile- 
bildiği hallerden ay n olarak, teknik yeterliliğe hizmeti 
dokunmayan cinsten bilgiye sahip olmanın sağladığı do­
laylı yarar vardır ki, bu da çeşit çeşittir. Bu cins bilgi 
edinme yolunda atılan adımların daha çok özendirme gör­
mesi sayesinde ve 
aynca, meslekî 
hedeflerden başka 
amaç gütmeyen uzmanlık çalışmalarının amansızca tem ­
posunun yavaşlatılması yoluyla, modern dünyanın en kö­
tü yanlarından bazılarının düzeltilebileceği kanısındayım 
ben.
Bilinçli eylem bütünüyle bir tek belirli amaç üzerin­
de toplandığı zaman, pek çok insanda bunun kesin sonu­
cu olarak bir dengesizlik ve bu dengesizliğin yanısıra si­
nir bozukluğu başgösterir. İkinci Dünya Savaşı’nda Al­
man politikasını yöneten adamlar birtakım hatalar işle­
diler; meselâ bunlardan bir tanesi, Amerika’yı müttefik­
ler safına iten denizaltı saldırılandır. Bu konu üzerine 
ilk defa eğilen herhangi bir kimse, bunun hata olduğunu 
görebilir, ne var ki, Alman politikasının yöneticileri, ka­
falarını hep bir noktaya vermelerinin ve hiç tatil yap- 
mamalannm bir sonucu olarak sağlıklı yargıda buluna­
madıklarından, bunu göremediler. İnsan gruplannm, do­
ğal dürtüleri uzun süre baskı altında tutan işlere giriş­
tikleri her yerde aynı durum görülebilir. Japon emper­
yalistlerinde de, Rus Komünistlerinde de, Alman Nazi- 
lerinde de hep gergin bir fanatizm vardır ki, bu başarıl­
mayı bekleyen birtakım büyük işlerden ibaret bir zihin 
dünyası dışında yaşantıları olmamasından ileri gelmek­
tedir. Bu büyük işler, fanatiklerin sandıklan kadar önem­
li ve iyi olduğu zaman bunların sonuçlan da görkemli ola­
bilir; ne var ki, birçok örneklerde görüş darlığı, çok bü­
yük bazı karşı güçleri göze ya hiç göstermemekte, ya da 
cezalandırılması, terörle karşılanması gereken şeytan işi 
olarak göstermektedir. En aşağı çocuklar kadar büyük­


lerin de oyuna, yani, zaman zaman, o anda vereceği zevk­
ten başka hiçbir amaç taşımayan eylemlere ihtiyaçları 
vardır. Ama eğer oyun kendi amaçlarına hizmet edecek­
se, çalışmayla bağlı olmayan hususlara ilgi duymak ve 
bunlardan zevk almak şarttır.'
Şehirli modem insanların eğlenceleri gitgide daha 
edilgin gitgide daha kolektif olma ve başkalarının usta­
lıklı eylemlerine edilgin bir şekilde seyirci kalmaktan iba­
ret hale gelmektedir. Kuşkusuz, eğlencenin böylesi bile 
hiç yoktan iyidir; ama eğitim sayesinde, işle bağlı olma­
yan cinsten çok daha zengin ve zekice meraklar edinmiş 
bir toplumun zevkini çıkarabileceği eğlenceler kadar iyi 
değildir. İnsanlığın makinelerin verimliliğinden yararla­
nabilmesini sağlayacak daha iyi bir İktisadî örgütlenme, 
daha çok boş zaman kalmasma yol açardı; boş zamanın 
çoğu ise, hatırı sayılır beyinsel çalışmaları ve merakı olan­
lar dışında, insanlara sıkıcı gelir. Boş zamanı bulunan bir 
toplumun mutlu olabilmesi için bu toplumun eğitilmiş, 
hem de. teknik bilginin dolaysız yararı kadar, beyinsel 
zevk de gözönünde bulundurularak eğitilmiş bir toplum 
olması gerektir.
Başarılı bir biçimde sindirilmiş bilgi içindeki kültür 
öğesi, bir insanın düşünce ve isteklerinin karakterine bi­
çim verir, bu düşünce ve isteklerin sadece o insanın en 
önde gelen ihtiyaçları bakımından önem taşıyan konula­
ra değil, hiç değilse kısmen, o insanın önde gelen çıkarla­
rı dışında kalan geniş konulara da yönelmesini sağlar. 
Bilgi sayesinde belirli birtakım yetenekler kazanınca, in­
sanın bu yeteneklerini topluma yararlı olacak yolda kul­
lanacağı düşüncesi şimdiye dek rahatlıkla kabul edilegel- 
miştir. Dar görüşlü yararcı eğitim kavramı, bir insanın 
yetenekleri kadar amaçlarını da eğitmek zorunluğu bu­
lunduğunu gözden kaçınr. Büyük küçük, insan doğasın­
da, çeşitli biçimlerde kendini gösteren hatırı sayılır bir


zalimlik öğesi vardır. Okulda oğlanlar yeni gelen bir öğ­
renciye, ya da elbiseleri pek alışılmamış biçimde olan b i­
rine kötü davranma eğilimindedirler. Pek çok kadın (epey­
ce de erkek) kötü niyetli dedikodularla, ellerinden geldi­
ği kadar acı verirler hemcinslerine. îspanyollar boğa gü­
reşine bayılırlar; îngilizler avcılık ve atıcılıktan zevk alır­
lar. Aynı zalimlik dürtüleri, Almanya’da Yahudi, Rusya’ 
da da kulak * avı ile çok daha ciddi biçimler almaktadır. 
Emperyalizmin her türlüsü, zalimlik dürtülerinin rahat­
ça boşalacağı alanlar yaratır ve savaşta bu dürtüler en 
yüce kamu görevi olarak kutsanır.
Gerçi çok yüksek eğitim görmüş kişilerin de bazen 
zalim olduklarını kabul etmek gerekir, ama hiç şüphe 
yok ki, bunlar arasından zalim, kafaları işlenmemiş in­
sanlar arasındakine oranla pek seyrek çıkar. Okulda h er­
kese çatan oğlanlar arasında beyinsel yeteneği ortalama 
bir düzeyde olanına pek seyrek rastlanır. Bir linç olayın­
da gözü dönmüşlerin başını çekenler çok kere son dere­
ce cahil adamlardır. Bunun nedeni, kafaların eğitilmesi­
nin mutlaka olumlu insancıl duygular uyandırabilmesin- 
de değildir; gerçi öyle de olabilir, ama asıl neden, eğitil­
miş kafaların, komşulara kötülük etmekten daha başka 
şeylere merak duymasmda, kendine güvenme duygusunu 
insanlar üzerinde egemenlik kurmaktan başka kaynaklar­
da arayıp bulmasındadır. Genellikle insanlar tarafından 
en çok arzulanan iki şeyden birincisi iktidar sahibi olmak, 
İkincisi de hayranlık uyandırmaktır. Cahil kişiler b ir ku ­
ral olarak bunların her birini, fiziksel üstünlük elde et­
mek suretiyle gaddarca yollardan başarır. K ültür ise in­
sana iktidarı daha az zararlı biçimlerle kazandırdığı gibi, 
hayranlığı da, hayranlığa daha layık yollardan uyandır­
ma olanağım sağlar. Galile, dünyayı değiştirmek bakımın-


dan herhangi bir hükümdardan çok fazlasını yapmıştır; 
Gaîile’nin iktidarı ise, kendisine eza cefa edenlerin ikti­
darını çok aştı. Bundan dolayı da Galile, karşılık olarak 
kendisine eza cefa edenlere aynı şeyi yapmayı amaç edin­
medi.
‘Yararsız bilgi’nin en önemli üstünlüğü belki de, de­
rin düşünme alışkanlığı yaratmaya yardımcı oluşundadır. 
Dünyada herhangi bir eyleme girmeden önce düşünmek 
ihtiyacını duyan insan çok azdır, hem de sadece, eyleme 
girmeden önce gerektiği kadar düşünmeyi gerektiren du­
rumlarda değil, aynı zamanda, düşünüldüğü takdirde bel­
ki de düşüncenin bize o eyleme hiç girmemeyi salık vere­
ceği bazı durumlarda da bu böyledir. İnsanlar bu konuda 
yan tutmalarım çeşitli tuhaf biçimlerde gösterirler. Me- 
fistofeles genç öğrenciye kuramın kurşunî, ama hayat ağa­
cının yeşil olduğunu söyler, herkes de bu lafı, sanki Goet- 
he’nin toy bir öğrenciye şeytanın ağzından söylediği ve 
ancak şeytanın ağzına yakıştırdığı bir fikir değilmiş de, 
Goethe’nin kendi fikriymiş gibi alır kullanır. Hamlet ey­
lemsiz düşünceye karşı korkunç b ir uyarma olarak ka­
bul edilir de, Otello’yu kimse düşüncesiz eyleme karşı bir 
uyarma saymaz. Bergson gibi profesörler, pratik insan­
lara olan bir çeşit züppece hayranlıkları yüzünden, felse­
feyi yerin dibine batırarak, hayatın en üstün anlarının bir 
süvari hücumunu andırması gerektiğini ileri sürerler. Ben 
kendi hesabıma eylemin en üstününü, evrenin ve insan ka­
derinin derinliğine algılanmasından doğan eylem olarak 
kabul ederim, yoksa, insanın kendi kendini romantik, 
ama oransız bir biçimde kabul ettirmesi amacına yönel­
miş tutkulu bir içtepiden doğan eylem olarak değil. Zev­
ki eylemden çok düşüncede arama alışkanlığı, bilgece ol­
mayan davranışlara ve aşın iktidar aşkına karşı bir ko­
ruyucu olduğu kadar, insanın talihsizlik anlannda ağır­
başlılık ve sükûnetini, tasalar arasında kafa huzurunu


korumasına yarayan araçtır da. Yalnız kişisel nitelikli 
amaçlara yönelmiş bir hayat büyük ihtimalle, er ya da 
geç, çekilmez derecede ıstırap verici olacaktır; hayatın 
trajik yanlarına ancak, daha geniş ve daha az korkunç 
dünyalara açılan pencereler sayesinde dayanılabilir.
Derin düşünme alışkanlığına 3ahip b ir kafanın, en 
hafifinden en ciddisine kadar çeşitli üstünlükleri vardır. 
Pireler, treni kaçırmak, iş alanında karşılaşılan terslikler 
gibi ufak tefek can sıkıcı olaylarla başlayalım. Bu gibi 
tasalar, kahramanlık üzerine, ya da bütün insan sıkıntı­
larının geçici olduğu üzerine derin derin düşünmeyi hiç 
gerektirmese bile, yine de bunların yol açtığı sinirlilik 
pek çok insanın neşesini kaçırmakta, yaşama zevkim boz­
maktadır. Bu gibi durumlarda, o anın tasasıyla gerçek 
ya da hayalî bağlantısı bulunan, kenara köşeye sıkışmış 
bilgi kırıntılarında pek çok avuntu bulunabilir; bulunma­
sa bile, hiç değilse bu bilgiler, içinde bulunan tasalı anı 
insana unutturm aya yarayabilir. Öfkeden gözü dönmüş 
kimselerin saldırısına uğranıldığı zaman, Descartes’m 
‘Tutkular Üzerine Risale’ adlı eserindeki «öfkeden kıp­
kırmızı kesilenlerden çok niye öfkeden bembeyaz kesilen­
lerden korkulmalıdır?» başlıklı bölümü hatırlamak hoş 
olur. Bir kimse uluslararası işbirliğini sağlamakta karşı­
laştığı güçlüklerden ötürü sabırsızlığa kapıldığı zaman 
eğer azizlik mertebesine yükselmiş Kral IX. Louis’yi; bu 
Kralm, haçlı seferine çıkmadan önce, Binbir Gece Masal­
larında görülen, dünyadaki kötülüklerin yarısını kendin- 
^ de toplamış Dağların İhtiyarı ile nasıl işbirliği ettiğini ha­
tırına getirirse, sabırsızlığı kalmaz. Kapitalistlerin açgöz­
lülükleri ezici bir hal aldığı zaman, insan, cumhuriyetçi­
lik erdeminin simgesi Brutus’ün bir site halkına nasıl 
yüzde kırk faizle ödünç para verdiğini ve site halkı faizi 
ödeyemeyince sırf bu siteyi kuşatmak için nasıl özel bir 
ordu kiraladığını hatırlayarak bir anda avunabilir.


Meraklı bilgiler sadece tatsız şeyleri daha tatsız ha­
le getirmekle kalmaz, aynı zamanda tatlı şeyleri de da­
ha tatlı kılar. Zerdali ile kaysının ilk olarak Çin’de, Han 
sülâlesinin ilk dönemlerinde yetiştirildiğini; Büyük Kral 
Kaniska’m n aldığı Çinli tutsakların bunlan Hindistan’a 
soktuğunu, zerdali ile kayısının oradan da İran’a yayıla­
rak, İsa’dan sonra birinci yüzyılda Roma İmparatorluğu* 
na ulaştığım; kaysı erken olgunlaşan bir meyve olduğu 
için ‘apricot’ (kaysı, zerdali) kelimesinin ‘precocious’ (er­
ken gelişmiş) kelimesi ile aynı Latince kökten geldiğini; 
‘apricot’ kelimesinin başındaki ‘A’ harfinin yanlışlıkla 
bir etimoloji hatası olarak eklendiğini öğrendiğimden be­
ri kaysı ve zerdaliden daha çok zevk alıyorum. Bütün bu 
bildiklerim bu meyveyi benim için daha lezzetli hale ge­
tiriyor.
Yüzyıl kadar önce birtakım iyi niyetli insanseverler, 
‘yararlı bilginin yayılması’ amacıyla demekler kurdular, 
bunun sonucunda ise ‘yararsız’ bilginin lezzetini değer­
lendiremez oldular. Melankoliye düşecek gibi olduğum bir 
gün tamamiyle rastlantı eseri, Burton’un ‘Melankolinin 
Anatomisi’ adlı eserini açmış ve ‘melankoli maddesi’ diye 
bir şeyin var olduğunu, ama bazıları bunun dört durum­
dan doğabileceğini düşünürken, ‘Galen’in, melankoliyi sa­
dece üç durumun yarattığı, soğuk mizacın bunların dı­
şında kaldığı fikrinde olduğunu ve Valerus ile Menardus’ 
un da Montanus, Fuscius ve Montaltus gibi Galen’in bu 
fikrini doğru bulup desteklediklerini öğrendim. ‘Beyaz 
nasıl siyah olabilir?’ diyor onlar. Cevapsız kalan bu so­
ruya rağmen, Saksonya Kralı Hercules’ün, Cardan’ın, 
Guianerius’un ve Laurentius’un karşıt fikirde olduklarını 
söylüyor bize Burton. Bu tarihsel düşünceler arasında ya­
tışan melankolim, ister üç durumdan, ister dört durum­
dan doğmuş olsun, geçti gitti.
Ne v ar ki, kültürün sağladığı hafif karakterdeki


zevkler pratik hayatın hafif karakterdeki tasalarından bir 
kurtuluş olarak yer tutarken, derin düşünüşün daha 
önemli olan erdemleri de, ölüm gibi, acı ve zulüm gibi, 
ulusların gereksiz felâketlere körü körüne kendilerini 
atışları gibi, hayatın daha büyük kötülükleriyle ilişkilidir. 
Dogmatik dinde artık avunma bulamayanlar eğer haya­
tın tozlu, haşin olmasını, kendini kabul ettirme yolunda 
atılan gülünç adımlarla dolu olmasım istemiyorlarsa, bun­
lar için dinin yerini alacak başka bir şey gereklidir. Şim­
diki halde dünya, her biri kendi çıkarından başka bir şey 
düşünmeyen, her biri bir santim gerilemektense uygarlı­
ğı yıkmaya razı, hiçbiri insan hayatına bir bütün olarak 
bakamayan, öfkeli gruplarla dolu bulunuyor. Bu dar gö­
rüşlülüğe hiçbir teknik eğitim panzehir sağlayamaz. Me­
selenin birey psikolojisi oluşu oranında, bu dar görüşlü­
lüğün panzehiri de tarihte, biyolojide, astronomide ve in­
sanın kendine saygısını öldürmeksizin bireyin kendini uy­
gun perspektiften görmesini sağlayacak bütün öteki in­
celeme konularındadır. Gerekli olan ve aranılan, şu ya 
da bu belli bilgi parçasında değil, bir bütün olarak insan 
hayatının amaçlan kavramını ilham edecek cinsten bil­
gide; yani, sanat ve tarihte, kahraman bireyle-rin hayat­
larını bilmekte ve insanoğlunun evrendeki tuhaf denecek 
kadar rastlantısal ve gelip geçici durumunu az çok an­
layabilmekte yatar — insancıl niteliği belirgin olan şey­
lerden duyulan gururun doyurulmasını mümkün kılan bu 
şeylerin tümünde yatar; görebilme ve bilebilme gücünde, 
yüce ruhlulukla duyabilme, anlayışla düşünebilme gü­
cünde yatar. Bilgeliğin rahat gelişip boy vermesine en el­
verişli ortam, kişilik dışı duygu ile birleşmiş geniş algı­
lardır.
Her zaman acılarla dolu olan hayat zamanımızda 
bundan iki yüzyıl öncekine oranla çok daha büyük acı­
larla doludur. Acıdan kaçmak için atılan adımlar insan-


la n yüzeyselliğe, kendi kendini aldatışa, sınırsız kollek- 
tif efsaneler icat etmeye sürüklüyor. Ne var ki, bu bir 
anlık gelip geçici hafiflemeler son duruşmada ıstırap kay­
naklarım artırm aktan başka bir işe yaramıyor. Gerek bi­
reysel talihsizliğin, gerek kamunun uğradığı talihsizliğin 
üstesinden ancak, irade ve zekânın karşılıklı olarak bir­
birini etkilediği bir süreçle gelinebilir: iradenin rolü kö­
tülükten ya da doğru olmayan bir çözümü kabul etmek­
ten sakınmak, zekânın rolü ise kötülüğü anlamak, eğer 
tedavisi varsa tedavi yolunu bulmak, eğer yoksa, kötülü­
ğü ilişkileri içinde görerek, kaçınılmaz kabul ederek ve 
başka diyarlarda, başka çağlarda ve yıldızlararası uzayın 
dipsiz uçurumunda, kötülüğün ötesinde ne bulunduğunu 
hatırlayarak kötülüğü katlanılır hale getirmektir.


BÖLÜM III 

Yüklə 4,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə