AZƏRBAYCAN DÜNYA ƏDƏBIYYATİNDA Beynəlxalq Simpoziumun materialları
66
hep gitme ânını hayal etmiş, sevgilisiyle vedalaştıktan sonra askere gideceğini dü-
şünmüştür. Ancak hikâyenin sonunda bir sürpriz olur ve genç kız tren garına gelip
de
likanlının koluna hafifçe dokunarak onu şaşırtır. Delikanlı hiç ummadığı bu ve-
da
laşma neticesinde müthiş bir hafifleme hissiyle askere gitmek üzere trene biner
ve uzaklaşan trenden artık çok uzaklarda bir nokta halinde görünen sevgilisine el
sallar.
“Yeşil Dallı Küçeler” adlı hikâyede yapılan sokak tasvirleri, Azerbaycan
kültürüne ait birçok unsuru –
eski çeşme, semaver, türkü sesi vs. - göstermesi bakı-
mından önemlidir:
“Çıkmaz sokağın sonunda kör bir duvar, duvarın önünde de eski
bir çeşme vardır. Çeşmeye baktıkları zaman, dar küçeye doğru serpilen
su
yun yanan semaverin çıkardığı sese karıştığını duyar gibi olurlardı. Ki-
min gelişineydi bu serpilen sular? Niye bir çırpıda yakılırdı semaver?
Kimden yükseliyordu bu türkü sesi? Sadece küçeler
bilirdi bu soruların
cevaplarını; dar, sessiz, serin, girdi çıktılarında sayısız hatıra barındıran
küçeler. ”
1
Yine aynı hikâyede yer alan şu cümleler de; Azerbaycan kültüründe çay
demleme ve
çay içme usulünü,
dar sokaklara sıralanmış kalabalık evlerden dışarı
taşan al Buhara eriğinin safran ve sarıkök karışık kokusunu okuyucuya hissettirir:
“İçeri Şehir’in küçelerinde dolaşırken, ilerilerde bir yerde bir yerler
birileri serinlesin diye
serpilen suyun sesini,
akan çeşmenin şırıltısını,
kom
şudan istenen ateşle yakılan semâverin fokurtusunu hatta armudi bar-
daklarda ikram edilen bir yudum çayın ardından damaklarında yavaş ya-
vaş erimeye başlayan kesme şekerin tadını duyar gibi olurlardı. Hayat gü-
zeldi,
kolaydı; birbirine geçen küçelerin sürprizlerle saklı girdi çıktılarıy-
la,
kapı pencere eşiklerine sinen sevgilerin bekleten ve bekleme sabrını
bah
şeden gücüyle kalabalığı eksilmeyen evlerden akşamüzeri sızan yağda
kızarmış al buhara eriğinin safran ve sarıkök karışık kokusuyla güzelli-
ğini çoğal-tırdı hayat ve başıyla sonu belli, yine de her dinleyişte yeni
duygular ilham eden,
daralan ruhlara yeni yeni kapılar pencereler açan,
fark
lı duygularla kanatlandırıp semalara yükselten bir türkü gibi ön-
lerinde uzanırdı. ”
2
“Yaralı Kür Şad” adlı hikâyenin kahramanı Sinan, siyasî sebeplerle dokuz
yıl hapis yatmış ülkücü bir Türk gencidir. Hapisten çıktıktan sonra, gençlik yılla-
rında gelmek isteyip de gelemediği Bakü’ye kendine yeni bir hayat kurmak ama-
cıyla gelir. Bu hikâyede Azerbaycan kültürüne ait zikredilebilecek tek unsur;
Kadim Bakü’nün mimarî yapısı ve tarihî kalıntılardır. Hikâyede anlatıcı tarafından
söylenen şu cümleler Kadim Bakü’nün sokaklarının o kendine has havasını okuyu-
cuya hissettirir.
“Kadim Bakü’nün labirenti andıran dar sokaklarını gezerken, Sarı-
yer evlerini çağrıştıran güngörmüş binaların cephelerinde gençlik hayalle-
1
a. g. e. , s. 24.
2
a. g. e. , s. 29, 30.
AZƏRBAYCAN DÜNYA ƏDƏBIYYATİNDA Beynəlxalq Simpoziumun materialları
67
rinden izler aramıştı. Kervansaray kalıntılarını keşfederken baharat çuval-
la
rından yükselen kokuları alır gibi olmuştu. Çerikli çürüklü ahşap kapı-
lar karşısında kendinden geçmiş, alçı sıvalı duvarlarda parmaklarını gez-
dirmişti.
1
“Yarım Çarşamba” adlı hikâyede, Efser ismindeki Güney Azerbaycanlı bir
kızın yaklaşık otuz beş yıllık hayat hikâyesi geriye dönüşlerle anlatılır. Genç kızın
babası “Millî demokratik hareket aleyhine hareket eden irticacılara karşı teşkil
edilen fedai birliklerine” mensuptur.
“Millî azatlık yolunda mübarezeye katılmış,
bu yolda canını vermiştir. ” Efser de tıpkı babası gibi bir fedaidir ve bir fedai olarak
ya
şamanın zorluğunu bildiği için Tebriz’i terk eder ve Bakü’ye gider. Orada Teb-
riz’den birlikte kaçtıkları arkadaşlarından biri olan Nevid’le evlenir ve Tebriz adını
verdiği bir oğlu olur. Efser, Bakü’de kendine yeni bir hayat kurmuştur, ama için-
deki hasret ateşi bir türlü sönmez. Bu ateşi söndürmek için âdetlere sığınır. Hikâ-
yede halk kültürünün önemli unsurlarından olan Nevruz âdetleri şöyle anlatılır:
“Çarşamba akşamları Nevruz ateşini yaksaydı, bütün kötü anıları,
hastalıkları, yıpranmışlıkları, ak telleri yorgun kemikleri bu ateşe attıktan
sonra bir dilek tutup ateşin üzerinden atlasaydı…Ertesi gün balık almak
için çarşıya inse, aradığı balıkları buluncaya kadar bütün gün çarşıda oya-
lansaydı. Mini minnacık kırmızı balıkları arasaydı. Hazar’ın mı, Aras’ın
mı balıkları ya da Behrengi’nin küçük siyah balıkları olabilir mi… Salı
ak
şamları akvaryumda yüzen balıklara bakarken, Tebriz sokaklarında
Nev
ruz’u haber veren Çarşamba suri şenliklerini hatırlayarak kederlen-
mişti. O zamanlar mürtecilik saydığı, önemsemediği hatta alay ettiği bu
âdetler,
şimdi burada Tebriz’in kendisi demek. Bir Nevruz sofrası, bir
lâtife pastası, kâsede yeşermekte olan darı, göğe yükselen alevlerle bir
Çar
şamba suri şenliği. ”
2
Gençliğinde nevruz âdetlerini pek önemsemeyen Efser, Bakü’ye geldikten
sonra bu âdetlere çok önem vermeye başlar. Her Nevruz iyi ya da kötü bir sofra
açarak arkadaşlarını evine toplar. Bir ay öncesinden buğday yeşertir. Bereket olma-
sı için bu yeşertilmiş buğdayın suya salınması gerektiğinin farkındadır, ama bu
âdeti her zaman yerine getiremez. Böyle zamanlarda Tebriz’de bu âdeti yerine
getir
diği günleri şöyle hatırlar:
“Oysa ayın on üçünde semeni saksısını götürüp akan bir suya at-
malı ki bereket olsun. Bazen genç kızlar yeşerttikleri buğdayı on üç taşın
ardından suya atarlardı. Su kenarlarında dost ve akrabalarla geçirilen hoş
bir gün olurdu birinci ayın on üçü. El Gölü’nde kayık gezintileri. Suyu
titreten kahkahalar.
Elinden düşmeyen kağıdı kalemiyle Cuma günleri
ailece Eyneli Dağı’na tırmanışları. Elma bahçelerinde serinleyen sıcak
yaz geceleri. Sepet sepet sebzeyle, meyveyle,
Tebriz’e dönüşleri. ”
3
Efser; Tebriz’de
seminerler veren,
şiirler yazan, mitinglerde ateşli konuş-
malar yapan çok faal bir kızdır. Ancak Bakü’ye geldikten sonra şiir yazmayı bıra-
1
a. g. e. , s. 41ç
2
a. g. e. , s. 72-73.
3
a. g. e. , s. 80.