88
ÖZGÜR İLDEŞ
ne kattığı, o geleneği ters yüz edip etmediği veya ona orijinal (kişisel) bir meydan
okumayla yaklaşıp yaklaşmadığı, gelenekçiler tarafından çoğu defa sorulmayacağı
gibi, bu tür bir meydan okuma belki çoğu defa arzu da edilmeyecektir.
Oysa modern
bir şair, gazelin hem formuyla hem özüyle bir yüzleşme yaşamayı düşünebilecektir.
Bu bağlamda Turgut Uyar’ın
Divan kitabındaki “gazel”lerinin, bilinen gazel formu-
na getirdiği “yenilik”, ancak modernist estetiğin genel çerçevesi içerisinde mümkün
olabilmiştir, diyebiliriz.
34
Diğer İkinci Yeni şairlerinin yanı sıra, Cemal Süreya’nın poetikasına da münde-
miç olan, şairlerde “özgünlüğün” ve yüksek düzeyde bir bireysel farklılaşmanın şart
olduğu görüşü üzerine, tarihsel ve sosyolojik bir değerlendirme yapmamız gerekirse;
Süreya’nın her şairin tamamen ayrışmış bir tarza sahip olması gerektiği fikrinin, “Batılı
bireycilik” (“atomize birey”cilik) anlayışını öncelediği söylenebilir. Her bireyin bir
“ada” olduğu fikri etrafında dönen bu bireyci poetik yaklaşım karşısında; bu görüşün
insanlar arasında mevcut olan kadim ortaklıklara (ontolojik, metafizik, sosyal ortak-
lıklar dünyasına) karşı bir “yabancılaşma” ve “aşırı bireyselleşme” arzusunu yansıttığı
gerekçesiyle gelenekçiler ve “muhafazakâr kolektivistler” tarafından bir takım eleştiriler
getirildiği bilinen bir gerçektir.
Geleneksel ve modern estetiğin farklılaştığı bir başka konu olan; güzel bir şeyin
farklı kişiler tarafından pek çok kere tekrarlanmasının bir problem teşkil edip etmeye-
ceği meselesine de burada bir miktar değinmemizin yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bir
özdeyiş haline gelmiş olan
“Tekrar etmek, velev ki yüz seksen kere de olsa, iyidir...”
görüşüne sahip olan sanatçılar ya da düşünürler, “güzel” şeylerin, “cins” ya da “ga-
rip” şekilde ifade edilmek zorunda olunmaksızın, aynen veya küçük biçim farklarıyla
tekrarlanmasının, insanın estetik ya da manevi doyuma ulaşması için yeterli olacağını
ve tekrarlanan şeyin illa ki “egzantrik” olmasının hiç de şart olmadığını savunabilirler.
Burada bahsetmiş olduğumuz, özgünlük konusunda, geleneksel ve modernist gruplar
arasında estetik düzeyde gözlemlenebilen görüş ayrışmasının, esasen temelleri çok daha
derinlere giden ve sosyo-politik düzeyde incelenmesi gereken, “geleneksel ortaklıklar
dünyası” ile “bireyselleşmiş farklılıklar dünyası” arasındaki bir değer ayrışmasına
tekabül ettiği pekala söylenebilir.
Batılı bireycilik ve özgünlük anlayışını sahiplenen Süreya’nın poetikasında özgün-
lüğün yeri, muhtemelen şu cümle ile özetlenebilir diye düşünüyoruz:
Taklide dayanan
bir eser belki “güzel” olabilir, ama “cins” olamaz. Süreya, geleneksel şiir ya da hece
şiiri içinde pek çok “güzel” şiirin mevcut olduğunu kabul etmektedir, ne var ki onların
çoğunun “özgünlük” ya da “şahsilik” testinden geçemeyeceğini iddia etmektedir; zira
söz konusu o şiirler, bir kalıbın taklidine dayanmaktadırlar. Özünde tahkike değil, taklide
34
Bkz. Turgut Uyar,
Divan, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1970.
CEMAL SÜREYA’NIN ÖZGÜNLÜK BAĞLAMINDAKİ POETİK GÖRÜŞLERİ ÜZERİNE
89
dayandıkları ölçüde de, kişisel deneyim ve vizyonu değil, geleneksel bir uyarlanışı ve
muvazaayı yansıtmakta olabilirler. Böylelikle, Süreya’ya göre, sanatın en temel değeri
olan, kişisel karakter ve özdenlik ile taban tabana zıt düşmektedirler.
35
Süreya’nın gele-
neksel şiire karşıtlık içinde kurduğu bu “poetik denklem”de, özgünlüğün çevrel değil,
merkezi bir konuma sahip olduğu gayet açık bir şekilde görülebilmektedir.
Cemal Süreya’nın “özgünlük” ve “şahsiyet” konusundaki görüşleri oldukça önemli
olup, burada özellikle 1980 sonrası şiirimizde görülen Cemal Süreya ve İkinci Yeni
etkilerine ve yer yer taklitçiliğe varan tutumlara “özgünlük” ve otantiklik meselesi
bağlamında kısaca, eleştirel şekilde değinmeyi zorunlu görüyoruz.
36
Kanaatimiz odur
ki, eğer yaşayan şairlerimiz, özellikle de genç şairlerimiz, İkinci Yeni’nin kalıplarını
aynen taklit etmek yerine, Süreya’nın da dikkat çektiği, özgünlük ve özdenlik meselesine
daha yakından eğilirlerse, gerçekten özgün olan, yeni şiirler ortaya koymayı başarma
şansına kavuşabilirler diye düşünüyoruz. Böylelikle, İkinci Yeni akımı, şiirimizde
dogmatik bir tavırla bir tür
“tarihin sonu” olarak algılanmak yerine, “şiirimizin özgün
bir tarihsel durağı” olarak değerlendirilebilecek ve zamanla şiirimizde yeni akımlar ve
farklı eğilimlerin ortaya çıkabilmesi mümkün olabilecektir. Nitekim Yeni, 1950’lerde
“avangart” bir akım idiyse de, günümüzde bu akımı olduğu gibi devam ettirmek,
temelde “muhafazakâr” (eskiyi mümkün olduğunca aynen devam ettirmeye çalışan)
bir tutuma tekabül ediyor olabilir. O bakımdan günümüzdeki yenilikçi şairlerin, İkinci
Yeni’den farklılaşan deneyler yapmaya girişmelerinin, Türk edebiyatını ve Türk şiirini
yenileştirip zenginleştirmeye katkı sağlayabileceği kanaatini taşıyoruz.
Burada İkinci Yeni ile ilgili antr-parantez girdiğimiz bu konudan sonra, Süreya’nın
özgünlük ile ilgili görüşlerine yeniden dönersek; Süreya’nın içerik orijinalliği ile biçim
orijinalliğinin iç içe geçen ve birbirinden ayrılamayacak konular olduğunu düşündüğü
söylenebilir. Onun geleneksel şiirin formlarına bakışı da bu çerçeve içerisinde anlam
kazanmaktadır. Süreya’nın şiirleri incelendiği zaman, onun geleneksel nazım şekille-
rinden yararlansa bile; tekrara ve taklitçiliğe düşmemek adına bu kalıplara mesafeli
olduğu açıkça görülebilmektedir.
Geleneksel şiirde çok önemli kabul edilen “ahenk” konusuyla ilişkili olarak ise
denilebilir ki, Süreya şiirde “ahenk”i dışlamamakla birlikte –gerçi diğer bütün İkinci
Yeni şairleri gibi Süreya’nın bazı şiirlerinde “kılçıklı” ve zorlama ifade ve söyleyişlerle
yer yer ahengin uzağına düştüğünü kabul etmek durumundayız– onun daha ziyade
“ritm”e ve iç müziğe ağırlık veren bir şiir kurgusu olduğu söylenebilir.
37
Süreya, her
Dostları ilə paylaş: