228
ANALİTİK PSİKOLOJİ
nu, düş ve zihin yaşamındaki marazi bozukluklardır. Bunların en normali ve sık
görüleni, ilkel psikolojide genellikle büyük önemi olan düştür. Peki düş nedir?
Düş, bilinçli bir sâik olmadan uykuda yer alan psikolojik bir olgudur.
Bununla birlikte, bilinç düşlü uykuda tamamiyle hareketsiz bir halde
değildir; hafif bir derecede sürmektedir. Böylece düşlerin çoğunda ben’in
nisbi bir bilinci vardır, ancak bu ben pek sınırlıdır ve düşsel ben denen bu
ben acayip şekilde bir değişikliğe uğramıştır. Bu uyumadan önceki ben’in
bir parçası, ana çizgileridir. Bilinç, psişik bir muhtevanın ben’e bağlandığı
çapta vardır. Ben özel iç sağlamlığı olan psişik bir komplekstir. Düşsüz
uykular nasıl azsa, ben’in kompleksinin de bütün faaliyetine ara ver
mesinin seyrek olduğu kabul edilebilir. Uyku bunu genellikle daraltır.
Ona yaklaşan psişik içeriğin düşünde bu ben’e gerçek dış olaylar
katılabilir; böylece düş ile uyumadan önceki düşünceye benzemeyen,
daha çok gerçek durumlara yaklaşan durumlara götürülüyoruz. Varolan
insanlar ve nesneler vizyonumuzun alanına giriyorlar; düşün imgeleri de
başka çeşit bir gerçek gibi düşsel ben’in bilinç alanına girmektedir.
Düşleri kendimiz yapıyoruz diye bir duygu duyduğumuz yok, sanki bize
dışardan geliyorlarmış gibi bir şey duyuyoruz. Keyfimize tâbi değiller,
kendilerine özgü yasaları var. Kendiliğinden oluşan, açıktan açağa
bağımsız psişik kompleksler gibi çıkıyorlar ortaya. Geldikleri kaynağın
bilincine varmış değiliz. Böylece kaynağını bilinçdışına götürüyoruz.
Bağımsız, bilincimizin kontrolundan kaçan, kendine özel kurallarla ortaya
çıkan ve kaybolan psişik komplekslerin varlığını kabul etmemiz gereki
yor. Uyanık yaşamımızın yaşantısı, düşüncelerimizi yaratanın kendimiz
olduğuna, istediğimiz zaman istediğimizi düşünebileceğimize inandırıyor
bizi. Bunların neıden geldiğini, niçinini, amaçlarını bildiğimizi sanıyoruz.
Bir düşünce biz istemeden çıkarsa ortaya, ya da birdenbire kaybolup
giderse, istisnai hatta marazi bir şey olduğunu sanıyoruz. Uyanıkkenki
psişik faaliyete uyurkenki durum arasındaki ayrılık bize çok olağanüstü
gibi geliyor. Uyanıkken psişe, bilinçli faaliyetin kontrolü altında gibi
görünüyor, oysa ikinci durum tersine, bilincimize başka bir dünyadan
gelme tuhaf ve anlaşılmaz olaylar gibi sızan içerikler doğuruyor adeta.
Vizyonda da durum aynı. Vizyon da düş gibi sadece uyanıkken
görülmekte. Bilinçli algılamanın yanında bilinçdışından çıkmakta olup,
RUHLARA İNANCIN PSİKOLOJİK TEMELLERİ
229
bilincin sürekliliğindeki bilinçdışı bir içeriğin patlak vermesidir. Aynı
olgu akıl hastalıklarında da yer almaktadır. Belli bir nedeni olmaksızın
kulak sadece çevredeki sesleri değil, dıştan gelen sesli dalgalan da almak
ladır; içten olduğunda kulak daha uyarılmış oluyor ve hastanın bilincinin
dolaysız olarak erişilebilecek içeriği dışındaki psişik içeriği duyuyor.
(Kendi düşüncelerini yüksek sesle ifade eden hastalar da vardır. Ancak
bunlara az rastlanır.) Zihinle duygunun öncülerden çıkardığı yargıların
yanında, kendilerini zorla kabul ettiren, görünüşte gerçek algıların etkisi
altında, ama gerçekte, bilinçdışı iç koşulların neden olduğu düşünce ve
kanılar ortaya çıkarmaktadır. Bunlara duygusal düşünceler diyoruz.
Bu üç durumun ortak niteliği, psişenin bir bütün oluşturmasına
rağmen bölünmez bir birim olmasında, bölünebilecek ve aşağı yukarı da
bölünmüş bir bütün oluşundadır. Türlü bölümler aralarında birbirine bağlı
da olsalar, görece bir bağımsızlık halini saklarlar, öyle ki ruhun bazı
bölümleri ben ile ya pek seyrek olarak ilişki kurar, ya da hiç kurmaz. Bu
psişik parçalara bağımsız kompleksler dedim ve bu olay üstüne kurdum
psişenin kompleksler kuramı denen kuramımı. Bu kurama göre ben’in
kompleksi psişemizin karakteristik merkezini oluşturmaktadır. Ama bu
birçoğunun bir tanesidir sadece. Ötekiler, oldukça sık olarak onunla ilişki
kurar, böylelikle bilince çıkar. Bununla birlikte, bir süre ilişki kurmadan
yaşayabilir. Saint-Paul’ün Hıristiyanlaşm asının psikolojisi bunun
mükemmel bir örneği olup, herkesçe bilinir. Tam Hıristiyan olduğu anın
hiç beklenmedik bir an olmasına rağmen, tekrar edilen bir yaşantının bize
bilgi vermesi yüzünden, bu denli temelden bir değişmenin içte uzun süre
hazırlandığını biliyoruz; bu hazırlık bittikten sonra ancak, yani kişi din
değiştirmek üzere olgunlaştığı an yeni gerçek şiddetli bir duyguyla patlak
vermektedir. Saint-Paul, kendi farkında olmadan nicedir Hıristiyandı;
Hıristiyanlıktan bağnazca nefret etmesi bundandır, çünkü bağnazlık,
içinde gizli kuşkuları bastırmak zorunda kalanlarda görülür daima. Din
değiştirenlerin en koyusunun bağnazlar olması bu yüzdendir. İsa’nın, Şam
yolunda görünmesi, bilinçdışı Hıristiyan kompleksinin Saint-Paul’ün
ben’iyle ilişki kurduğu ânı gösteriyor sadece. İsa’nın ona aşağı yukarı nes
nel bir vizyon biçiminde görünmesi, Saint-Paul’ün Hıristiyan duygula
rının bilinçdışı bir kompleks olması yüzündendir. Bu duygular kendisinin
2 3 0
ANALtTİK PSİKOLOJİ
değilmiş gibi yansıtılmış bir şekilde görünüyordu ona. Kendisini Hıris
tiyan gibi göremeyen Saint-Paul, İsa’ya karşı direnme ile kör olmuş ve bir
Hıristiyan sayesinde iyileşebilmiştir. Bu durumdaki psikolojik körlük (bi
linçdışı), görmek istememe yüzündendir. Görmek istememek Saint-
Paul’ün Hıristiyanlığa karşı bağnazca direnmesini gösterir, Kutsal Kitap
bu direnmenin Saint-Paul ’de hiçbir zaman tam olarak sönmediğini
doğrulamaktadır; zaman zaman, yanlış olarak sara’ya yorulan krizler
halinde patlak veriyordu. Bu krizler, din değiştirmeyle bölünmüş olan
Paul kompleksine âni dönüşleri ifade etmektedir, ondan önce Hıristiyan
kompleksinde olduğu gibi.
Entelektüel ahlâksal nedenler yüzünden Saint-Paul vakasını
metafizik bir açıklamaya tabi tutamıyoruz, yoksa hastalarımızda rast
ladığımız buna benzer durumları da aynı şekilde açıklamamız gerekir.
Sadece aklın değil, aynı zamanda duygunun da karşı çıknğı baştanbaşa
saçma sonuçlara götürür bu bizi. Düşlerde, vizyonlarda, marazi birsam
larda psişenin bağımsız kompleksleri özel bir açıklıkla ortaya çıkmak
tadır. Ben, bunun bilincine varmadığından, dolayısıyla da ona yabancı
olduğundan daima yansıtmalar halinde belirir önce. Düşlerde, bunlar
başkaları halinde çıkar; vizyonlarda bir bakıma mekâna yansıtılmış
gibidir; akıl hastalarındaki sesler de aynı biçimdedir; çünkü hastalar
doğrudan doğruya çevrelerindeki kimselerin sesine yormamaktadır duy
dukları sesi. Takip fikirleri, hastanın, kendi bilinçdışı komplekslerinin
niteliklerini kendilerinde gördüğü bazı kimselere atfedilir çoğu zaman.
Ben’i, bilinçdışı komplekse düşman olduğundan, hasta bu kimselerin
kendine düşman olduğunu sanır; Paul de benimsenmeyen İsa komplek
sine karşı böyle davranmıştı. Hıristiyanlar, kendi farkında olmamasına
rağmen, kendinde varolan şu İsa kompleksini temsil ettikleri için takibe
uğratmıştı Hıristiyanları. Bu, günlük olaylardandır; hiç duraklamadan,
insanları veya şeyleri filan falan şekilde farzederiz ve bu yansıtmaya göre
onları sever, ya da onlardan nefret ederiz. Ama kontrol ve düşünce o kadar
karmaşık, o kadar zordur ki, insan, yansıttığını, böylelikle anlamsız bir
hokkabaz oyununun kurbanı olduğunu bilmeden, gelişigüzel yargıda
bulunmayı yeğlemektedir. Bu gibi bir sürecin adaletsizliğinin ve
sertliğinin hiç farkına varılmamaktadır. Sırf kaygısızlık yüzünden, insan,
Dostları ilə paylaş: |