BİLİNÇDIŞI ZİHNİN BAĞIMSIZLIĞI
255
Tiyatrodaymış gibi birçok ev var; bir çeşit sahne dekoru. Biri Bemard
Show’un adını söylüyor. Aynı zamanda biri oynanacak oyunun uzak bir gelecek
le geçtiğini söylüyor. Evlerin birinin üstünde bir levha var, üstünde şunlar yazılı:
Bu Evrensel Katolik kilisesidir.
Efendimizin Kilisesi.
Kendilerini Tanrının araçları olarak görenler içeri girebilirler.
Aşağıda da küçük harflerle:
Kilise İsa ile Paul tarafından kuru/mııştur.
Sanki bir firma eskiden beri
sürüp gelen şöhretiyle övünüyormuş gibi.
Dostuma: «İçeri girip bir bakalım» diyorum. O: «anlamıyorum bir türlü, din
sel duygu sahibi olmak için neden bir araya gelinmesi gerektiğini» diye cevap
veriyor. Ben: «Sen bir Protestaıısın, hiçbir zaınan anlamazsın.» diyorum. Kadının
biri başıyla doğruluyor. Derken kilisenin duvarına asılı bir afiş gözüme çarpıyor.
Üstünde şu yazılı:
Askerler!
Tanrının kudreti altında olduğunuzu duyduğunuz zaman ona doğrudan
doğruya hitap etmekten kaçının. Tanrı sözlere kanmaz. Aynı zamanda kendi
aranızda Tannnın sıfatlarını tartışmaya kalkmamanızı özellikle öğütleriz. Değerli
ve önemli hiçbir şey dille anlatılamayacağından, bu uğraş boşuna olur.
İmza: Papa (bir isim var, ama çıkarılabilecek gibi değil).
Şimdi kiliseye giriyoruz. İçerisi kiliseden çok camiye benziyor, hatta
Ayasofya’yı andırıyor. İskemle filan yok, bu çok hoş bir mekân duygusu
uyandırıyor insanda. Resim de yok. Sadece duvarlarda çerçeveli cümleler var
(tıpkı Ayasofya’daki gibi). Bu cümlelerden biri şöyle «Velinimetinize yaltaklık
etmeyin!» Beni başıyla doğrulayan kadın ağlamaya başlıyor ve «Başka yapacak
ne kalıyor ki» diyor. Ben: «Bence çok doğru» diyorum, ama kadın ortadan kay
boluyor. İlkin görüşü kapayan bir sütunun tam önünde duruyorum, derken
durduğum yerden ayrılıyorum ve önümde bir insan kalabalığı görüyorum. Ben
onlardan değilim, yapayalnız duruyorum. Ama onları iyi görüyorum, yüzlerini de
görüyorum. Şöyle diyorlar: «Tanrının kudreti altında olduğumuzu itiraf ediyoruz.
Cennet kendi içimizdedir» Bunu üç kere törenle söylüyorlar. Derken org Bach’m
bir fügünü çalıyor, koro da şarkı söylüyor, bazan şu sözler tekrarlanıyor; «Geri
kalan her şey kâğıttan ibaret», yani canlıymış gibi bir izlenim yaratmıyor.
Müzik bitince törenin ikinci bölümü başlıyor, ciddi işler görüşüldükten
sonra topluluğun eğlendiği öğrenci toplantılarında olduğu gibi. Durgun ve olgun
insanlar var. Biri gidip geliyor, ötekiler aralarında konuşuyor, birbirlerine hoş
256
ANALİTİK PSİKOLOJİ
geldin diyorlar. Piskoposluk okulundan şarap ve başka içecek şeyler dağıtılıyor.
Şerefe kaldınlıyormuş gibi kilisenin gelişmesi için dileklerde bulunuluyor ve bir
radyo hoparlöründen çıkan bir caz melodisi şu nakaratı tekrarlıyor: «Charles da
katıldı oyuna». Sanki cemiyetin yeni bir üyesinin duyduğu zevk, bu icra ile ifade
olunacakmış gibi. Bir rahip açıklıyor bana: «Bu oldukça havai eğlenceler resmen
doğru bulunmakta ve kabul edilmektedir. Kendimizi biraz Amerikan yöntemle
rine uydurmalıyız. Bizdeki gibi büyük kalabalıklarla uğraşacaksınız, bu
kaçınılmaz bir şey. Bununla birlikte belirli bir biçimde perhiz karşıtı bir eğilimi
benimsemediğimize göre, prensip bakımından Amerikan kiliselerinden
ayrılıyoruz.» Bunun üzerine büyük bir ferahlık duygusuyla uyandım.
Bildiğiniz gibi düşlerin fenomenolojisi üstüne birçok eser var, ama
bunların psikolojisiyle ilgilenen pek az kişi bulunur. Bunun açık nedeni, bu
işin çok nazik ve tehlikeli olması. Freud, psikopatoloji alanında edindiği
görüşlerin yardımıyla düş psikolojisinin giriftliğini açıklamak için büyük
çaba gösterdi. Bu işe girişmesindeki cesarete hayran olmakla birlikte yön
tem ve sonuçlarıyla uyuşamıyorum. Freud, düşü, arkasında bir şeyin ince
den inceye gizlendiği bir cephe gibi görüyor sadece. Nevrotiklerin hoş
olmayan şeyleri sakladıklarına şüphe yok, belki de tıpkı normal insanlar
kadar saklıyorlar. Ama bu kategorinin, düş gibi normal ve dünya çapındaki
bir fenomene uygulanıp uygulanamayacağı sorunu çok önemli. Bir düşün
göründüğünden başka birşey olduğunu hiç sanmıyorum. Bana kalırsa, ben,
başka bir Yahudi eserine, Talmud’a baş vuracağım; şöyle diyor Talmud:
«Düş kendi kendini açıklar.» Yani ben düşü olduğu gibi kabul ediyorum.
Düş öyle zor, öyle karmaşık bir konu ki, olabilecek hileli yanlan üstünde
tahminlerde bulunmaya kalkışamıyorum. Düş doğal bir olaydır, bizi
yanıltacak hileli bir şey olduğunu düşünmemiz için hiçbir sebep göremiyo
rum. Düş, bilinç ve istenç büyük çapta söndüğü zaman ortaya çıkmaktadır.
Nevrotik olmayan, doğal bir sonuç gibi görünüyor. Üstelik, düş sürecinin
psikolojisi hakkında o kadar az şey biliyoruz ki, açıklarken, düşün içine
yabancı unsurlar sokarken, çok, ama pek çok dikkatli olmalıyız.
Bütün bunlardan dolayı, bence yukardaki düşün konusu gerçekten
din, niyeti de bu. Düş ayrıntılı ve tutarlı olduğundan belli bir mantık ve
niyet gösteriyor, yani düşün içindekilerde doğrudan doğruya ifadesini
bulan, bilinçdışındaki bir nedenle harekete gelmiş oluyor.
BİLİNÇDIŞI ZtHNİN BAĞIMSIZLIĞI
257
Düşün birinci bölümü Katolik kilisesi lehine ciddi bir açıklama. Belli
bir Protestan görüşü, din bireysel bir yaşantıdır görüşü, düşgörence be
nimsenmiyor. İkinci, daha da acayip bölümü, kilisece kesinlikle bir dünya
evi görüşüne uygulanmaktadır, sonra da, gerçek kilisece desteklenmeye
cek olan perhiz karşıtı eğilim lehine bir açıklamadır. Ama düşgörenin per
hiz karşıtı rakibi bunu bir ilke durumuna getiriyor. Ruhanî bir anlam ver
mek ve manevîleştirmek, açıktan açığa Hıristiyan ilkeleridir, buna karşı
her türlü direniş kâfir bir putperestliğe düşmek olur. Hıristiyanlık hiçbir
zaman dünyevî olmamıştır, şarap ve ekmekle başı hoş olmamıştır, caz
müziğinin dinsel törene sokulmasının özellikle iyi olup olmayacağı pek
şüphelidir. Gezinerek, oldukça Epikürcü bir üslubla birbirleriyle tartışan
«Durgun ve olgun» kimseler, insana, çağdaş Hıristiyanlık için tatsız,
Antikitenin bir felsefi ülküsünü hatırlatıyor. Birinci bölümde olsun, ikin
ci bölümde olsun kitlelerin üstünde durmaktadır.
Böylelikle Katolik kilisesi, her ne kadar kuvvetle tavsiye olunuyorsa
da, aynı zamanda temel bir Hıristiyan davranışıyla bağdaşmayacak garip
bir putperest görüş de var. Sanki bir «Gemütliche»13 hava içinde saklı
tutulmakta ki, bu hava içinde tehlikeli çelişkilerle, silik bir kalıp birbirine
karışıyor. Tannyla bireysel bağ, Protestan görüşü, yığın örgütü ve buna
tekabül eden dinsel bir duygunun altında eziliyor. Kalabalık üstünde dur
mak ve putperest bir ülküye atıf, Avrupa’da gerçekten yer alan şeylere
acayip paralelliklerdir. Herkes çağdaş Almanya’daki putperestliğe şaşıp
duruyordu, çünkü kimse Nietzsche’nin Diyonizos yaşantısının nasıl
açıklanacağını bilmiyordu, Nietzsche, bilinçlerinde Diyonizos’un
Germen yeğeni W otan’m, Büyük Savaş boyunca gelişen, ilerde ortaya
çıkacak Almanlann, binlercesinden, milyonlarcasmdan biriydi. O zaman
tedavi ettiğim Almanlann düşlerinde, Wotan başkaldırmasının gelmekte
olduğunu açıktan açığa gördüm ve 1918’de, bir makalemde, Almanya’da
meydana gelmek üzere olan yeni gelişmenin özelliğini gösterdim. Bu
Almanlann hiçbiri Böyle Buyurdu Zerdüşt'ü incelemiş değillerdi, sonra
putperest kurbanlar kesmeye başlayan gençler Nietzsche’nin yaşantısını
tabii bilmiyorlardı. Bu yüzden tanrılanna Diyonizos değil, Wotan dedi
ler, Nietzsche’nin hayat hikâyesindeki yadsınamayacak kanıtlar, esas
13 Gem ütliche; Ferah, rahat.
Dostları ilə paylaş: |