BİLİNÇDIŞI ZİHNİN BAĞIMSIZLIĞI
267
muzla aynı şey değildir. Böyle mantık yürütmek ancak egoyu bütün,
sınırsız ve tanımlanmaz psişik kişiliğinin bir merkezi olan üstten düzenli
bir Ben’e bağlı ya da onun içindeymiş gibi kavradığımız zaman geçerli
olabilir.
Kendi karmaşıklığıyla insanı eğlendiren felsefi düşünceleri sevmem.
İleri sürdüğüm, biraz anlaşılması güçse de, hiç olmazsa gözlemlenmiş
olguları ifade etmek için açık gönüllü bir girişimdir. Basit olarak söyle
mek gerekirse; her şeyi bilmediğimiz için, hemen hemen her yaşanü, olgu
veya nesne bilinmeyen bir şey bulundurur içinde. Böylece, bir yaşantının
bütünlüğünden söz ederken «bütünlük» terimi, yaşantının sadece bilinçli
yanını gösterir. Yaşantımızın nesnenin bütününü kapsadığını düşüne
meyeceğimizden, onun mutlak bütünlüğünü, yaşanmamış olan bölününü
de ister istemez içinde bulundurduğu açıktır; aynı şey, söylemiş olduğum
gibi, her yaşantının ve mutlak bütünlüğünün bilinçten daha geniş bir
yüzey kapladığı psişede de varittir. Yani, evren psişik organizmamızın
müsaade ettiği süre tesbit edilebilir ancak, diyen genel kurala, psişe bir
istisna teşkil etmez.
Psikolojik deneylerim defalarca bana göstermiştir ki, psişeden çıkan
bazı şeyler bilinçten çok daha tamdır. Çoğu zaman, bilincin yaratamadığı,
üstün bir analiz, anlayış veya bilgi bulundurur içinde. Bu gibi olaylar için
uygun bir terimimiz var: içgüdü. Bunu söylerken, sanki yerine yerleşmiş
bir şey varmış gibi, çoğu kimse hoş bir duygu duymaktadır. Ama hiçbir
zaman, bunlar, içgüdüyü kendi yapmadıklarının farkında değillerdir.
Tersine, hep size gelen birşey vardır; bir fikir gelir aklınıza, kendi kendi
ni çıkarmıştır ortaya, siz ustaysanız ve çabuk davranırsanız onu yakalaya
bilirsiniz.
Bu yüzden, kutsal ev düşündeki sesi, düşgörenin bilinçli ben’inin bir
bölümü olan daha tam kişiliğin bir mahsulü olarak görüyorum ve bunun,
sesin, düşgörenin gerçek bilincine üstün bir zekâ ve açıklık göstermesinin
sebebi olduğunu ileri sürüyorum. Bu üstünlük, sesin kayıtsız şartsız yetki
sinden ileri gelmektedir.
Sesin bildirisi düşgörenin davranışına tuhaf bir eleştiridir. Kilise
düşünde, hayatın iki yanını kolayca uzlaştırmak için bir girişimde bulun
muştur. Bildiğiniz gibi, bilinmeyen kadın, anima, uzlaşmayarak sahneden
268
ANALlTfK PSİKOLOJİ
ayrılmıştır. Şimdiki düşte ses animanın yerini almış gibi görülmekte ve
sadece duygusal bir karşı koymayla yetinmeyip, iki türlü din konusunda
birtakım şeyler buyurmakta. Sözlerine göre düşgören, metinde görüldüğü
gibi dini «Kadın imgesi» yerine koymaya eğilim gösteriyor. «Kadın» ani-
mayı temsil ediyor. Dini «Ruhun hayatının öteki yanı» yerine kul
landığından söz eden ikinci cümleyle desteklenmekte bu. Bilinç eşiğinin
altında, yani bilinçdışı zihin denen şeyde gizli, dişi azınlığın temsilcisidir.
Tenkitçi şöyle diyecektir bu durumda: «Bilinçdışından kaçmak için dini
kullanıyorsan, Ruhunu hayatının bir bölümünün yerine koymak için kul
lanıyorsun. Ama din hayatın tanrılığının meyvesi ve en son noktasıdır,
yani iki yanı da içinde bulunduran bir hayat.
Aynı seriden başka düşlerin dikkatli bir karşılaştırması «öteki
yanının» ne olduğunu kesinlikle gösteriyor. Hasta duygusal gereksin
melerini engellemeye çalışmıştır hep. Nitekim başına bela açacakların
dan, evliliğe zorlayacaklarından, örneğin aşk, bağlılık, sadakat, güven,
duygusal bağlanma gibi şeylere ve ruhun gereksinmelerine tam bir boyun
eğmekten korkmuştu. Bütün bunların bilimle veya akademik bir meslek
le ilgisi yoktu; üstelik «ruh» kelimesi nefret edilecek bir zihin ahlâksızlı
ğıydı ona göre.
Animanın «esrarı» dinsel kinayeydi, büyük bir muammaydı hastam
için, tabii din konusunda, dinin bir inanç işi olduğundan başka bir şey
bilmiyordu. Dini, kiliseye gitmekle yutturulacak, bazı acayip duygusal
isteklerin yerine konabilecek bir şey gibi görüyordu. Çağımızın önyargı
ları, düşgörenin korkularına görünür biçimde yansımış. Oysa ses, bağnaz
lıktan uzak, hatta dini insanı hayrette bırakacak kadar ciddi olarak ele
alıyor, «her iki yanı» da kapsayan bir hayatın doruğuna koyuyor, böylece
alabildiğine benimsenen aydın ve akılcı önyargıları altüst ediyor. Bu öyle
bir altüst ki, hastam ikide bir delireceğini sanmış. İşte böyle günümüzün
veya dünün vasat aydın kişisini tanıyan biri olarak, bu kötü durumu çok
iyi anladığımı söylemeliyim «Kadın imgesini» yani bilinçdışı zihni ciddi
olarak değerlendirmek aydın sağduyu için ne büyük darbedir!
Hastamın tedavisine, aşağı yukarı 350 düşün ilk serisini kendisi göz
den geçirdikten sonra başladım. Sözkonusu olayın geçip gitmesine karşın
onu neden hâlâ tedirgin ettiğini anlamıştım. Macerasından kaçmak
BİLİNÇDIŞI ZİHNİN BAĞIMSIZLIĞI
269
İstemede haklıydı! Ama iyi ki adamın «dini» vardı; yani yaşantısını
«dikkatle hesaba katmıştı» ona bağlanabilmesi ve onu sürdürmesi için
yaşantıya yeter derecede pistis’i, ya da bağlılığı vardı. Bir nevrotik olması
da büyük şanstı onun için, böylece yaşantısına bağlı kalmamaya yelten
diği veya sese kulak vermediği zaman nevrotik durumu hemen geri geli
yordu. Bir türlü «ateşi söndüremiyordu», sonunda yaşantısının anlaşılmaz
numinosum özelliğini kabul etmek zorunda kaldı. Sönmek bilmez ateşin
«kutsal» olduğunu açıklamak zorunda kaldı. Bu, tedavisinin baş şartıydı.
Bu vaka belki bir istisna gibi düşünülebilir, çünkü gerçekten insana,
dörtbaşı mamur insan azdır. Okumuş kimselerin büyük çoğunluğunun
parça parça kişilikler olduğu, bunların gerçek iyiler yerine birçok başka
şeyler koymuş oldukları doğrudur. Bu durum daha birçok insan için
olacağı gibi, bizimkine de nevroz ifade ediyordu.
Çoğu zaman genellikle «din» denen şey, öyle hayret verici derecede
başka bir şeyin yerine konan bir şeydir ki, bir mezhep demeyi tercih
ettiğim bu çeşit «din»in, insan toplumunda önemli bir görevi olup
olmadığını sorup duruyorum kendi kendime. Bunun amacı, dolaysız
yaşantı yerine, sağlam, düzenlenmiş bir dogma ve ayin kuralları içinde
seçilmiş uygun semboller koymaktır. Katolik kilisesi, bunları, tartışılması
imkânsız yetkesiyle, Protestan Kiliseye (bu terimi hâlâ kullanabilirsek)
itikat ve Incil’in sözleri üstünde ısrar ederek muhafaza etmekte. Bu iki
ilke iş gördükçe, insanlar dolaysız dinsel yaşantıdan korunacak ve yoksun
kalacaktır. Böyle bir şey başlarına gelse bile, Kiliseye başvurabilirler,
çünkü o, yaşantının, Tanrıdan mı, Şeytandan mı; kabul edilecek cinsten
mi, değil mi olduğunu bilir.
Mesleğimde dolaysız yaşantı duymuş çok insan gördüm, bunlar dog
matik kararın yetkisine boyun eğmek istemiyorlardı. Onlarla birlikte
yaşadım tutkulu çatışmaları; çılgınlık anlarını, umutsuz çaresizlikleri ve
depresyonları; bunlar hem acayip, hem de korkunçtu, dolayısıyla, dogma
ve ayin kurallarının hiç olmazsa zihin sağlığı yöntemlerini çok iyi biliyo
rum. Kiliseye bir düzen üzre giden Katolik biriyse hastam, ona, gidip
günah çıkartmasını ve içini dökmesini öğütlüyorum, böylece kendisine
fazla ağır gelebilecek dolaysız yaşantıdan korumuş oluyorum onu.
Protestanlar için durum o kadar kolay değil, çünkü dogma ile ayin kural-
Dostları ilə paylaş: |