BİLİNÇDIŞI ZlHNİN BAĞIMSIZLIĞI
291
tosudur; göğün mavi çadırının üstünü örttüğü topraktır. Ama Tanrının
annesinden niye söz edilmiyor? Dogmaya göre Meryem sadece
beata'dn,57 tanrısal değildir. Üstelik, aynı zamanda vücudu ve karanlığı
olan toprağı temsil etmektedir. Bu yüzden işte, Meryem acıyıcı ve bütün
günahkârların savunucusudur.
Bu kıymetli Orta Çağ psikolojisi parçasından hastamızın man-
dalasının başarılarına biraz nüfuz etmiş oluyoruz. Dörtlüyü birleştiriyor
ve hep birlikte, ahenk içinde iş görüyorlar. Hastam Katolik eğitimi
görmüştü, böylece istemeye istemeye ihtiyar Guillaume'cuğu epeyce
kaygılandıran aynı sorunla karşı karşıya gelmişti. Orta Çağlar için gerçek
ten büyük meseleydi bu. Testis meselesi, Meryem'in rahmi biçiminde,
Tanrının kutsal evi ve tanrısal kurtuluş işinin zincirinde kaçınılmaz bakla
olan dişi unsurun, toprağın ve vücudun dışta tutulması ya da pek -şartlı
tanınması meselesi. Hastamın vizyonu yüzyılların sorununa simgesel bir
cevaptır. Dünya saati imajının «en ulu ahenk» izlenimi yaratmasının daha
derin sebebi budur belki. Bu, maddeyle ruh, etin istekleriyle «Tanrı aşkı»
arasında yıkıcı çatışmanın olası bir çözümünün ilk bildirişiydi. Kilise
düşünün acınacak durumdaki yetersiz uyuşması; bütün çelişmelerin
uzlaştığı bu mandala vizyonuyla tamamiyle yenilmiştir. Ruhun bir kare
olduğuna dair eski Pitagorcu fikri burada kanıt olarak ileri sürebilirsek,
mandala Tanrıyı üçlü ritim ile, ruhu da da estetik dörtlüyle, yani dört
renge ayrılmış daireyle ifade eder. Böylece cn derin anlamında ruhun
Tanrıyla birleşmesini ifade eder.
Dünya saati quadratura circuli ve perpeluum mobile'yi de temsil
ettiğinden Orta Çağ zihninin bu iki uğraşı tam ifadesini mandalamızda
buluyor. Altın halka ve içinde bulunanlar, dörtlüyü, 4 kabiri, (Ön Asya
bitki tanrıları) 4 renk, mavi daire ve Teslis ve zaman hareketini temsil
ediyor Guillaume'a göre. Bizim vakamızda altın daire yavaş hareket
ederken, mavi dairenin yelkovanı son süratle hareket ediyor. Mavi daire,
Guillaume'un altın göğünde biraz uygunsuz görünüyorsa da bizim
vakamızdaki daireler bir ahenk içinde kaynaşmış durumda. Teslis arlık
hayattır, bürün sistemin Üç ritimli «nabzı»dır, bununla birlikte dörtlünün
57 Kutsal.
2 9 2
ANALİTİK PSİKOLOJİ
katı olan 32'ye dayanmaktadır. Böylece bir yanda daire ve dörtlü, öte yanda
üçlü ritim birbirinin içine öyle bir giriyorlar ki, biri aynı zamanda ötekinin
içinde de bulunuyor. Guillaume'un eserinde Teslis açık olarak belli, ama
dörtlü, göğün Kralı ve Kraliçesi ikiliğinde gizli. Hem üstelik mavi renk kra
liçeye değil, Teslis sıfatlarıyla nitelenen, zamanı temsil eden takvime
bağlanıyor. Bu bizim vakamıza benzeyen bir birbirine giriş gibi geliyor.
Nitelik ve içindekilerin birbirine girmesi simgelerin özelliğidir. Bu
durum Hıristiyanlığın Teslisinde de vardır. Baba, Oğulun içinde, Oğul
Babanın içinde, Ruhul Kudüs de hem Baba’nın, hem de Oğulun içinde, ya
da içlerine sinmiş durumdadır. Babadan Oğula ilerleme bir zaman unsu
runu gösterir, oysa mekân unsuru Mater Dei ile kişileştirilir. (Anne
niteliği başlangıçta Ruhul Kudüs’e atfolunuyordu; Ruhul Kudüs'e de bazı
ilk Hıristiyanlar Sophia Sapientia diyorlardı o zamanlar. Bu dişi nitelik
kökten çıkarılıp atılmamıştır, hiç olmazsa hâlâ Ruhul Kudüs simgesine,
Columba spiritus sancti'ye58 bağlıdır. Ama dörtlü, ilk kilise sembolünde
ortaya çıkmasına rağmen, dogmada yoktur. Daire içindeki eşit kollu haç
dört İncil yazarıyla birlikte duran İsa, Tetramorphus vb. demek istiyorum.
Daha sonraki kilise simgeciliğinde rosa mystica vas devotionis,fons sig-
notus ve hortus conclusus Mater Dei'ninS9 ve ruhanileştirilmiş toprağın
sıfatları olarak görünüyor.
Bizim mandalamız Orta Çağ Hıristiyan felsefesinde bol bol tartışılan
ana sorunların bazılarının soyut, hemen hemen matematiksel bir temsi
lidir. Soyutlama öyle ileri gidiyor ki, Guillaume'un vizyonunun yardımı
olmasaydı geniş bir alana yayılmış, tarihsel kökler sistemini gözümüzden
kaçırmış olurduk. Hastanın bu gibi tarihsel gereçler üstünde herhangi
gerçek bir ilgisi yok. Din üstünde çocuklukta herkesin aldığı küçük çap
taki bilgiden başka bir şey bilmiyordu. Kendisi dünya saatiyle herhangi
dinsel bir simgecilik arasında bir bağ görmüyordu. Vizyonun içinde, ilk
bakışta insana din konusunda hatırlatacağı bir şey olmadığı belli. Ana
vizyonun kendi «nefse dönüş evi» düşünden hemen sonra gelmiştir. O düş
yine daha önceki bir düşte temsil olunan üç ve dört sorununa cevaptı.
Rulıul K ııdiis’iiıı güvercinle temsili.
Mistik gül, dindarlık vazosu, tem el sem bol ve Tanrının A nasının kapalı olan
bahçesi.
BİLİNÇDIŞI ZİHNİN BAĞIMSIZLIĞI
293
Mesele, orada, dört yanında renkli suyla dolu dört kâse olan, bir dikdört
gen mekândı. Biri sarı, öteki kırmızı, iiçüncüsü yeşil, dördüncüsüyse
renksizdi. Tabii mavi eksikti, ama bir mağaranın derinliklerinden bir
ayının çıktığı daha önceki vizyondaki öteki üç renkle ilgisi vardı. Aynı,
kırmızı, sarı, yeşil ve mavi ışık çıkaran dört gözü vardı. Daha sonraki
düşte mavi rengin kaybolması hayrettir. Aynı zamanda, her zamanki kare,
önceden hiç ortaya çıkmamış olan bir dikdörtgene dönüşmüştü. Bu açık
tedirginliğin sebebi animanın temsil ettiği dişi unsura karşı direnmeydi.
«Nefse dönüş evi» düşünde ses bu olguyu doğruluyor. Şöyle diyor:
«Yaptığın tehlikelidir. Din, kadın imgesinden kurtulmak için ödediğin bir
vergi değildir, çünkü bu imge ille de gereklidir». «Kadın imgesi» tama
miyle «anima»dır.
Bir erkeğin animasına karşı koyması normaldir, çünkü daha önce
söylediğim gibi, anima o ana kadar bilinçli hayattan uzak tutulmuş
eğilimler ve içindeki unsurlarla birlikte bilinçdışını temsil etmektedir.
Bunlar birtakım gerçek veya zahiri sebepler yüzünden dışlanmıştır.
Bazıları ortadan kaldırılmış, bazıları geri itilmiştir. İnsanın psişik
yapısındaki toplum aleyhine olan unsurların miktarını temsil eden eğilim
lerdir bunlar ve ben bunlara «istatistik suçlu» diyorum ki, bunlar da
ortadan kaldırılmaktadır. Yani bilinçle ve bile bile elden çıkarılmaktadır.
Ama sadece geri itilen eğilimler genellikle şüpheli bir özellik gösterir.
Bunların topluma aykırı olduğuna şüphe yoktur, ama daha çok alışılmadık
ve toplumsal bakımdan tuhaf şeylerdir. Kişinin bunları niçin bastırdığı da
belli değildir. Bazıları sırf korkaklıktan bastırır, bazıları sırf alışılmış bir
ahlâk yüzünden bazılarıysa saygı kaygısından. Bastırma eylemi şeylerin
yari bilinçli, yarı istemeyerek gitmeye koyuverilmesidir, sıcak bir
ekmeğin birden elden bırakılıvermesi veya kedinin uzanamadığı ciğere
pis demesi, ya da kendi isteklerinin bilincine varmamak için başını çevirip
başka yana bakmaktır. Freud, bastırmanın, nevrozun oluşunun ana
mekanizmalarından biri olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ortadan kaldırma,
bilinçli ahlâksal bir seçmedir, ama geri itme hoş olmayan kararlardan kur
tulmak için oldukça ahlâka aykırı bir «eğilimdir». Ortadan kaldırma,
kaygı, çatışma ve acı yaratabilir, ama bilinen örneklere uyan bir nevroz
yaratmaz. Nevroz meşru acı çekmek gibi bir şeydir.
Dostları ilə paylaş: |