BİLİNÇDIŞI ZİHNİN BAĞIMSIZLIĞI
297
şekli değildir. Tabii bir üründür, herhangi bir nihai amacı yoktur. Hiç etki
lenmemiş hastaların yüzlerce Mandalasını gördüm, aynı vakayı olguların
büyük çoğunluğunda gördüm, merkezde bulunan hiçbir tanrı yoktu.
Merkez genellikle belirtilir. Ama orda bulduğumuz simgenin bambaşka
anlamı vardır. Yıldız, güneş, çiçek, eşit kollu bir haç, değerli bir taş, içi su
veya şarap dolu bir kâse, çöreklenmiş bir yılan ya da insandır, ama hiçbir
zaman bir tanrı değildir.
Bir Orta Çağ kilisesinin gül penceresinde muzaffer bir İsa
gördüğümüzde, haklı olarak bunun Hıristiyan kültürünün merkezi bir
simgesi olması gerektiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda, bir halkın ta
rihine kök salmış herhangi bir din de, o halkın geliştirdiği, örneğin politik
hükümet biçiminde olduğu gibi, psikolojilerinin ifadesidir. Kişilerin düş
veya vizyonlarında görmüş oldukları veya «etkin imgelem» ile
geliştirdikleri modem mandalalara aynı yöntemi uygulayacak olursak
mandalaların «dinsel» demeden edemeyeceğimiz belli bir davranış
ifadeleri olduğu sonucuna varıyoruz. Din olumlu olsun, olumsuz olsun en
yüksek ve en güçlü değeri olan bir bağdır. Bu bağ, istekle olabileceği gibi,
istemeyerek de olabilir; yani bile bile bilinçdışı yoluyla sizi tutsak kılan
değeri kabul edebilirsiniz. Sisteminizdeki en yüksek güç olan bu psikolo
jik olgu tanrıdır, çünkü tanrı denen şey üstünlüğüyle ezici psişik bir unsur
dur daima. Bir tanrı ezici bir unsur olmaktan çıkarsa, bir isimden başka bir
şey olmaz. Özü ölmüş, gücü gitmiştir. Antikite tanrıları, niçin saygınlığını
ve insan ruhları üstündeki etkisini yitirdi? Çünkü Olimpos’un tanrıları
zamanlarını doldurmuş ve yeni bir din başlamıştı, Tanrı insan olmuştu da
ondan.
Modem mandalalardan sonuçlar çıkarmaya devam edersek, önce,
halkın yıldızlara mı, güneşlere mi, çiçeklere mi ya da yılanlara mı,
taptığını sormamız gerek. Bunu yadsıyacaklardır, ama aynı zamanda
küreler, yıldızlar, haçlar gibi şeylerin kendilerindeki bir merkezi temsil
eden simgeler olduğunu söyleyeceklerdir. O merkezden ne kastolduğu
sorulacak olursa da kekelemeye başlarlar, dünya saatinin vizyonunun
onda mükemmel bir ahenk duygusu yarattığını gören hastamın itirafına
pek benzeyen yaşantılardan söz ederler. Başkaları aynı vizyonu büyük bir
acı ve felaket anında gördüklerini söylerler. Yine başkalarına ulu bir düşü,
298
ANALİTİK PSİKOLOJİ
ya da uzun ve boşa çıkan kaygıların son bulup, bir barış çağı başladığı anı
hatırlatır. İnsanların yaşantılarını özetleyecek olursanız, aşağı yukarı şöyle
bir ifade elde edersiniz: kendilerine geldiler, kendilerini kabul edebilirler,
kendi kendileriyle uzlaşabildiler, böylece kötü şart ve olaylar konusunda
uzlaştılar. Eskiden aynı şey şöyle ifade olunurdu: Tanrıyla bağdaştı, kendi
istencini feda etti, kendini, Tanrının buyruğuna boyun eğdirdi.
Modem bir mandala, tuhaf bir zihin durumunun istemeye istemeye
itirafıdır. Mandalada Tanrı yoktur, bu yüzden bir tanrıya boyun eğiş veya
onunla uzlaşma diye bir şey de yoktur. Tanrının yerine insanın bütünlüğü
geçmiş gibidir.
İnsandan söz edildi mi, herkes kendi ego kişiliğinden söz edildiğini
sanıyor — yani kişiliğinin kendi bildiği kadarından— başkalarından söz
edildi mi, kendilerinkine pek benzer bir kişilikten söz edildiğini sanıyor.
Ama modern araştırma bize, kişinin bilincinin sonsuzca uzanan bilinçdışı
bir psişe üstüne dayandığını ve onunla çevrildiğini öğrettiği için, insan
sadece bilincinden ibarettir diyen oldukça eski moda önyargıyı gözden
geçirmemiz gerek. Bu oldukça basit varsayıma hemen eleştirici bir soru
olabilir; kimin bilinci? Kendi bilinci mi, yoksa çevresindeki başka kim
selerin bilinci mi? Doğrusu kendi kendimin görüşümle, başkalarının beni
görüşünü bağdaştırmak çok güç. Kim haklı? Gerçek birey kim? Daha da
ileri gidip, insanın ne kendi ne de başkaları tarafından bilinmediğini göz
önüne getirecek olursak — var olduğu daha kanıtlanabilir olan, bilin
meyen bir şey— kimlik sorunu daha da çetinleşiyor. Aslında psişik
varlığın genişliğini ve son özelliğini tanımlamak imkânsızdır. Şimdi,
insandan söz ettiğimiz zaman, onun tanımlanamayacak bütününü ancak
simgesel olarak ifade edilebilecek, dille anlatılamayacak toplamını söyle
mek istiyoruz. «Nefs» kelimesini insanın bütününü anlatmak için, bilinçli
ve bilinçdışı varlığının son toplamını anlatmak için kullanıyorum. Bu teri
mi Doğu felsefesinden aldım, öyle bir felsefe ki tanrılar insansı olmaktan
çıktığında bile ortaya çıkan o sorunlarla yüzlerce yıl uğraşmıştır. Upani-
şadlann felsefesi çoktan tanrıların rölativizmini tanımış bir psikolojiye
tekabül eder. Bu, ateizm gibi aptalca bir yanlışlıkla karıştırılmamalıdır.
Dünya eskiden nasıl idiyse, şimdi de öyle ama bilincimiz acayip
değişikliklere uğramakta. İlkin, çok eski zamanlarda (bu hâlâ bugün
BİLİNÇDIŞI ZİHNİN BAĞIMSIZLIĞI
299
yaşamakta olan ilkel kimselerde görülebilir) psişik hayatın ana gövdesi,
görünüşe bakılırsa, insan ve insan olmayan nesnelerdeydi; bugün
diyeceğimiz gibi, yansıtılmıştı. Bilinçlilik tam bir yansıma durumunda
pek varolamaz. Olsa olsa bir duygular yığını olur. Yansıtmaların ortadan
kalkmasıyla bilinçli bilgi yavaş yavaş gelişti. Tuhaftır ki, bilim, aslında
dünyanın ruhanilikten çıkarılmasının birinci evresi olan astronomi kanun
larının bulunuşuyla başlamıştır. Yavaş yavaş, adım adım izledi. Daha
Antikite çağında, tanrıları, dağlardan, ırmaklardan, ağaçlardan ve hayvan
lardan çekip aldılar. Bilimimiz yansıtmalarını hemen hemen tanımayacak
derecede inceltti. Ama bizim her günkü psikolojik hayatımız, hâlâ yansıt
malarla kaynaşıyor. Bunları gazetelerde, kitaplarda, söylentilerde dediko
dularda bol bol bulabilirsiniz. Bugünkü bilgideki bütün boşluklar hâlâ
yansıtmalarla doludur. Başkalarının ne düşündüğü ya da gerçek karakter
lerinin ne olduğu konusunda hâlâ kendimize güvenemiyoruz. Bazı kim
selerin kendimizde olmadığını bildiğimiz büttin kötü niteliklere sahip
olduğuna veya hiçbir zaman kendimizin olamayacağı bütün kötülükleri
yaşadıklarına inanıyoruz. Gölgemizi utanmadan yansıtmamak için son
derece dikkatli olmalıyız; hâlâ yansıtılmış göz aldanımı olan
bataklıktayız. Bu yansıtmaların topunu çekip alacak kadar cesur birini
hayal ediyorsanız, oldukça kalın bir gölgenin farkında olan bir birey çıkar
karşınıza. Böyle biri yeni sorunlar ve çatışmalarla yüklemiştir kendini.
Kendi kendi için ciddi bir problem olmuştur, şimdi onlar şunu bunu
yapıyor, onlar haksız, onlara karşı savaşmak gerek diyemez. «Nefse
dönüş evi»nde yaşıyordun Böyle bir adam, dünyadaki her hatalı şeyin
kendi içinde olduğunu bilir ve kendi gölgesiyle baş etmeyi öğrendi mi de,
dünya için gerçek bir şey yapmış demektir. Günümüzün çözülmemiş
büyük toplum sorunlarının hiç olmazsa küçücük bir bölümünü ortadan
kaldırabilmişti. Bu problemler idaresi güç ve karşılıklı yansıtmalarla
zehirlidir. Kendini ve kendinin bütün uğraşlarında bilinçdışmda taşıdığı o
karanlığı bile göremeyen nasıl doğru görür?
Çağdaş psikolojik gelişme, insanı gerçekte neyin meydana
getirdiğini daha iyi anlamaya yarıyor. Tanrılar ilkin insanüstü kuvvette ve
güzellikte, karlı dağların doruklarında veya mağara, orman ve denizlerin
karanlığında yaşarlardı. Sonradan bir tek tanrı oldular, derken, Tanrı insan
Dostları ilə paylaş: |