15
Duvarın yıkılışı, sistemin önündeki barajın patlamasıdır; anlayış bura-
dadır. İki yıl sonraki gelişme, yıkılışı teyit ettiğine göre, buna, itiraz
etmek anlamlı görünmüyor; yıkılmıştır ve kesin gözüyle bakıyoruz.
3
Peki yıkılan ne, Guéhenno, bu soruya verilen cevapları, “optimist” ve
“pesimist” olarak ikiye ayırıyor; optimistler, 1945 yılında ve pesimist-
ler ise 1917’de, başlayan çağların sona erdiğine inanıyorlar. Birbirine
rakip iki çağ var.
Guéhenno’nun bu önemli çalışmasının asıl başlığı ki Fransızca ya-
zılmıştı ve Türk üniversiteleri ve dolayısıyla kütüphaneleri anglofon
olduğu için, ben de İngilizce okumak zorunda kalıyorum, “la fi n de
la démocratie” idi ve İngilizce ise “The End of Nation-State” olarak
yayınlandığını görüyoruz. Demek ki, “Demokrasinin Sonu” ve “Ulus-
Devlet’in Sonu” arasında bir fark görülmüyor; her halde itiraz edemi-
yoruz.
Ulus-Devlet’in sonundan hemen önceki durak, bağımsızlığın red-
didir.
Doğru, bağımsızlığını kaybetmiş bir body politic, devlet olmaktan
uzaktır ve halkına gönenç sağlama gücünü kaybetmiş, demektir. Bura-
dan sürdürüyoruz.
Jean-Marie Guéhenno, her ikisine de karşı durmaktadır ve görüşü
özetle şudur: “This book proposes a quite different thesis: That 1989
marks the close of an era that began not in 1945 or 1917, but that was
institutionalized thanks to the French Revolution, in 1789. It brings an
end to the age of nation-sates.” Anlıyoruz, reel sosyalist sistemin yakı-
lışı ile birlikte, 1789 Büyük Fransız Devrimi ile başlayan bir asrın sona
erdiği ileri sürülüyor; daha açıkçası “ulus-devlet” asrı sona ermektedir.
İngilizce çeviride “age” kullanıyor ki, bunu “asr” olarak anlamak-
ta bir sakınca görmüyorum, hem çağ, hem zaman ve hem de yüz yıl
anlamları var. Böylece çok uzun, rakam ile 200 yıllık bir yüz yıl ile
karşılaşıyoruz. İnsanlık, bir yüz yılda, iki büyük devrim arasındaki bir
düzeni sona erdiriyor; sona eren, “ulus-devlet” düzenidir.
Aralarında ortaklıklar var; Fransız Devrimi, nasyonalizm’i salıverdi
3
John Gray, bu iki tarihi birleştirip tek tarih olarak kullanıyor. “Consider, the least expected
historical transformation of our time –the Soviet collapse of 1989-91.” J.Gray, Endgames
– Questions in Late Political Thought, Polity Pres, 1997-2004, s.157. Profesör Gray, 1989-
1991 yılında, Sovyet düzeninin yıkılışını, “the least expected historical transformation”, hiç
beklenmeyen tarihsel dönüşüm, olarak niteliyor ki bu başından beri benim de savunduğum
görüş idi.
16
ve Rusya Devrimi, ulus devletleri yayıyordu. Birincisinde, milletçilik
ile birlikte ortaya çıkan, hürriyet idi ve ikincisinde, ki buna dekoloni-
zasyon da diyoruz, yüksek tutulan bağımsızlık oldu. Başkaları bir yana,
Mısırlılar’ın mümtaz evladı Nasır ve İrani’lerin marifetli önderi Musad-
dık, bağımsızlık için mücadele ettiler. Birincisi Süveyş’i, ikincisi İran
Petrollerini “nasyonalize” etti, “millileştirdi” veya “devletleştirdi”, di-
yebiliriz. Nasyonalizasyon olmadan bağımsızlıktan söz edemediğimiz
bir çağ idi; yaşamış bulunuyoruz.
Bizim nasyonalist hareketimiz bu ikisinin arasındadır. Bizimkinde
“hürriyet” tonu zayıf, buna mukabil, “istiklal” ya da “istiklal-i tam”
veya “tam bağımsızlık” vurgusu kuvvetlidir; bunda geç Osmanlı döne-
minin politik açıdan klasifi kasyon dışı kalmasının rolü olduğunu düşü-
nebiliriz. Geç Osmanlı idaresini, yüksek bir şatafat içinde aşırı zavallı
bir rejim olarak görmek durumundayız. Bazen “yarı sömürge” deniyor,
bu niteleme bilimsel olmaktan çok siyasaldır; net olan, muhtar bir idare
olmadığıdır. Bunu somut olarak şöyle anlayabiliriz; bir sadrazam veya
başbakan var, adım atarken elçiliklere danışmak zorundadır ve “Zat-ı
Şahane” denilen Sultan’ın huzurundan çıkıp bir sefi rin veya ateşemi-
literin kapısını aşındırabilmektedir. İstiklal’den mahrum olmak ve se-
fi rlerden emir almak, Geç Osmanlı idaresinin temel niteliği olmuştu.
Başkentin Ankara’ya taşınmasında bu utanç verici dönemi belleklerden
silmek istemenin de etkisi olmalıdır ve kuşku duyamayız.
İdare ne ölçüde sefaretlerde idi, bunu söylemek zor görünüyor; bir
kez, “sömürge” diyemiyoruz. Çünkü “sömürge” idaresinde üstte sadece
,
g
y
y
Ç
g
17
bir büyük devlet var ve son Osmanlı döneminde ise bütün büyük devlet-
ler kısmi yöneten durumundadır. Bab-ı Ali iktidarı paylaşmış durumda
idi; bir yedi kocalı Hürmüz demek durumundayız. Kullanabildiği ira-
de, sadece büyük devletleri birbirine karşı konumlarından çıkartılabilen
boşluk ölçüsünde oluyordu; dolayısıyla, Osmanlı’nın son zamanlarında
“büyük devlet adamı”, bir anlamda, elçilikleri birbirine düşüren yöneti-
ci anlamına geliyordu. Acıdır.
Geçerken not edebiliriz; geç Osmanlı ve/veya ön Cumhuriyet eli-
tinin hiç birisini ve burada Sivas Kongresi hazırlayanlarını, bir büyük
devlete yaslanmak eğiliminden dolayı eleştirmek veya kınamak eği-
limlerine hep karşı çıktığımı, “Tezler” böyledir, tekrar not ediyorum;
ibra ediyoruz. Yaşananlar, bir büyük devlete dayanmadan bağımsızlık
olamayacağı itikadını yaratmıştır ki, elit-genlerimizden hala çıkarıp
atabilmiş değiliz.
O halde son zamanlarda İstanbul’daki Osmanlı idaresini, kağıt
üzerinde Osmanlı hükümranlığı altındaki Mısır ile karşılaştırabiliriz.
Mısır, itibari olarak tam bağımsızdı ve fi ilen ise artık Osmanlı mülkü
demek imkansız oluyordu; Mısır, Londra’ya emanet edilmişti. Bunun
anlamı şudur; Büyük Britanya bu Osmanlı memleketinde kendi ordula-
rını bulundurabiliyor ve kendi savaşlarını yapabiliyordu. Ve dahası var,
Çanakkale’de Türkler’e karşı savaşan Zion Katır Birliği ve Filistin’de
ve tabii şimdiki İsrail’de yine Osmanlı Orduları’nın yenilmesinde
önemli roller oynayan Yahudi Lejyonu, İskenderiye’de tertip edildiler,
eğitim gördüler ve Türkler’e karşı cepheye sürüldüler. Kendi toprakla-
rında kendine karşı ordu tanzimi, bağımsızlık dışındadır.
Buna literatürde “egyptization” denmektedir, sanıyorum, “yarı sö-
mürge” kavramından daha net görünmektedir ve Türk nasyonalizminin
oluşmasında önemli bir yere sahiptir. “Mısırlaşma”, görünüşte hüküm-
ran, ancak, fi iliyatta tamamen bağımsızlığı başka bir devlete kaybetmiş
mülk anlamındadır. Bu nedenle, tohumları son Osmanlı döneminde atı-
lan Türk bağımsızlık hareketinde, Kuzey Afrika söz konusu olduğunda,
sadece Trablus Kahramanları’ndan söz edip bu utanç dolu sayfaları ih-
mal etmek anlaşılamaz bir hal olmalıdır. “Mısırlaşma”, bağımsız ordu,
milli liman, milli köprü ve silah sanayi olmadan, başkaları da var, ba-
ğımsızlık ve devlet olmayacağı anlamındadır.
Kitaplarında yazılı olmasa da Türkler bunu yaşadılar ve bağımsız-
lık kavramını buna göre kurdular. O halde, Türk bağımsızlık kavramı
ve bağımsız devlet anlayışı, özünde, işte budur. Bu bağımsızlık anlayı-
Dostları ilə paylaş: |