Devlet ve bağimsizlik



Yüklə 403,08 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə9/9
tarix01.07.2018
ölçüsü403,08 Kb.
#52886
1   2   3   4   5   6   7   8   9

36

ğımsızlık iddiasında bulunabilir; Türkiye’de, 1920 ve 1960 yıllarında, 

mücadelelerin ortasında tam bağımsızlık hedefi  vardı. Sosyalizan ve 

sosyalist tonlar ile beraber gittiler.



KAFKA  & HUXLEY &  HUIZINGA

Orta Çağ’ın bellek silme olduğunu, en çok, Antik fi lozofl arı unuta-

bilmelerinden çıkarıyoruz. Haçlı Seferleri’ne kadar, Aristo’yu, Platon’u 

hep unuttular ve bu topraklarda Araplar’la temasa geçince İbni Sina ve 

İbni Rüşt’ten öğrendiler. Unutmaları için her halde en az beş yüz yıl 

gerekmişti;  daha fazla da olabilir,  yalnız her halde, yüz yıllarla ölçü-

yoruz.

Şimdi  belleklerimizi  çok  daha  kısa zaman aralıklarında silebili-



yoruz. İki savaş arasında,  demokrasinin olabilirliğine inanan bir tek 

düşünür bile bulunmadığını, nerede ise ellili yıllarda, çoktan unutmuş-

tuk. İkinci Savaş’ın hemen arkasından yüksek sesle demokrasi marşla-

rı söylüyorduk.

İki Savaş arasında demokrasinin imkansızlığı teoremi en çok insan 

analizlerine dayandırılıyordu; düşünürleri bir tarafa bırakıyorum ve bu 

alanda Kafka harika’dır. Kafka, Metamorfoz’unda insanın böceğe dö-

nüşünü can sıkıcı bir güzellikle yazdı; böcek sürüden bir tanedir. Ve 

böcek,  demokrasinin değil, korporatif rejimin ve benim sözcüklerim-

le, tekeliyet düzeninin, söz uygunsa, alt-yapısıdır. Çünkü böcek, yok-

insan demektir ve tekeliyet, yok-insana dayanan ve dolayısıyla insansız 

bir yaşam veya yaşamama biçimidir.

Kafka’da sürüleşme, spontane görünüyor ve Huxley, sürülerin 

imalatını gösteriyordu. Kafka can sıkıcı, Huxley kuru yazıyordu; 

ancak, önünde Kafka varken bulduğu yol harika’dır. Ve haber verdi-

ği dünya’nın, hiç bir halde, sosyalizm ve Sovyet düzeni ile bir ilgi-

sinin olmadığını  biliyoruz.  Huxley,  Yeni  Dünya’da,    içinde  yaşadığı 

İngiltere’yi gösteriyordu; yaşamaya değmeyen bir dünyada yaşıyordu. 

Hep kaçtığı kayıtlıdır.

İkisini çok fakat Hollandalı bir medievalist olan Huizinga’yı ise az 

biliyoruz; bu Orta Çağ tarihçisinin yazdıklarının çoğu yaşadığı zamanı 

ve insanını anlatıyordu. İnsanların çocukluk çağından, söz ediyordu; 

bu çağda çocuklar hiç büyümüyorlar. Huizinga, insanların kütlesel ola-

rak çocuk kaldıkları, böylece bir “national puerilism” fenomenine yol 




37

açtıkları ülke olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni göstermektedir;

22

  

1936 yılındadır. Huxley’in Yeni Dünya’sının doğuşuna yakın düştüğü-



nü not edebiliyorum.

İnsanlarda, “irrationalism” sendromunun yaygınlaşmasına da ıs-

rarla parmak basıyordu ve bunu, uygarlık için bir felaket olarak görü-

yordu; çünkü hem teknoloji ilerliyor ve hem de insanlar,  akılcılıktan 

uzaklaşıyorlar. Bu ise, eleştiri alışkanlıklarını kaybetmeleriyle özdeştir 

ve bizi yavaş yavaş, feodalitede veya tekeliyetteki insan tipolojisine 

yaklaştırmaktadır. Acı’dır.

Huizinga’dan şu paragrafı aktarmak durumundayım: “A knowled-

ge which is as diversifi ed as it is superfi cial and an intellectual horizon 

which is too wide for an eye unarmed with critical equipment, must 

inavaitably lead to a weakening of the power of judgement”.

23

 Güzel, 



Bauman, yıllar sonra “zayıf devlet” derken, Huizinga, “weakening of 

judgment”, karar verme kabiliyetinin zayıfl amasını haber veriyordu; iş 

bölümünün artmasını, standardize eğitimin yayılmasını, günlük yaşa-

mın daha çok tanıtılmasını, karar verme gücünün zayıfl amasının ne-

denleri arasında görüyordu. Daha da önemlisi, her çeşit ve aynı ölçüde 

yüzeysel bilgilerle insan kafasının doldurulması ve eleştiri donanımın-

dan yoksun gözlere göre çok geniş bir entelektüel ufuk da, yargılama 

gücünün ortadan kaldırılmasına önemli katkı sağladılar. Öyle görünü-

yor, Huizinga, bugünü otuzlu yıllarda görebilmiştir; bilgi bombardıma-

nı ve değerlendirme kabiliyetini çok aşan bir ufuk genişliği, insanların, 

bilgi yığını içinde cahilleşmesi sonucunu doğurmaktadır.

Değerlendirme yetenekleri alınmış ve artık sadece bilgili cahillere 

dönüşmüş insanlar, tekeliyet düzeninin alt yapısını oluşturmaktadır. 

Aslında bunlar şeklen insandırlar ve özünde ise, insandan daha çok, 

Kafka’nın Samsa’sını andırıyorlar. Dolayısıyla, Huizinga da, Kafka ve 

Huxley türü, demokrasinin imkansızlığı teoremi üzerine gelmiş du-

rumdadır; bunu görüyoruz.

İkinci Savaş’ta Sovyet-Amerikan cephesinin zaferi ve daha sonra, 

iki sistem arasındaki soğuk savaşın demokrasi cephesinde gelişmesi, 

demokrasinin renösansı’na yol açtı.  Her iki cephenin de taraftarları de-

mokraside kusur göremez oldular. Her iki cepheden de olmayan Mar-

cuse, bunun dışındadır ve ayrı tutuyorum.

22

 Johan Huizinga, In the Shadow of Tomorrow, N.Y. 1936-1964, s.173



23

 İbid, s. 74




38

Marcuse’nin işçi sınıfını kahraman ve kurtarıcı olarak görmemesi, 

“One Dimensional” adıyla yayınladığı çalışması için büyük talihsiz-

lik oldu; bütün dikkatler, tek boyutlu insan üzerinde yoğunlaşıyordu. 

Halbuki, Marcuse, adı üzerinde durmasa da, tekelli düzeni esaret re-

jimi  olarak  görüyordu;  “the  slaves  of  developed  industrial  civilizati-

on are sublimated slaves, but they are slaves, for slavery determined” 

diyordu.


24

 Eğer, “gelişmiş endüstriyel uygarlık” yerine “tekeliyet” söz-

cüğünü koyacak olursam, bu düzenin esirlerinin yüceltilmiş esirler ol-

duklarını, ancak, yine de esir kaldıklarını yazıyordu, önemlidir. Çünkü 

bunlar açısından esaret belirlenmiş durumdadır. Artık yazgılarıdır.

Bir başka yerde de, “free election of masters, does not abolish the 

masters or the slaves” teoremini dillendiriyordu;

25

 efendilerin serbetçe 



seçilmesi, efendileri veya esirleri ortadan kaldırmamaktadır,  anlamın-

dadır. Çalışmasının tamamında ve sık sık Huxley’i anarak, gelişmiş 

endüstriyel uygarlığa şiddetli oklar atıyordu. O kadar öyle ki, bir za-

manlar pek küçümsenen Marcuse’nin bu çalışmasını,  tekeliyet düze-

nine karşı önemli bir hücum olarak görüyorum.

İşte tam bu sıralarda Türkiye’de insanın tekrar esir düşmesinden 

daha çok, insanı, çok eskiden beri yaşadığı esaret düzeninden kurtar-

mak temel sorun olarak görülüyordu. Bunun için ise, siyaseten tam ba-

ğımsız Türkiye ve yöntem olarak da sosyalizm, tek yoldur;  Mehmet 

Ali Aybar’da bunu net olarak buluyoruz. Aynı yerlerde bağımsızlık 

kavramının temel unsurlarını  da okuyoruz.

24

 Herbert Marcus, One Dimensional Man, Sphere Books, 1964-1969, s.41



25

 ibid., s.23

Mehmet Ali Aybar

BAĞIMSIZLIK VURGULARI

Çok dikkat çekici bir dönemdeyiz, aydınların büyük bir bö-

lümü, ulus-devlet’e ve özellikle bağımsızlık tezine cephe aldılar, 

savaş halindeler; artık bunlara, Fransızlar’ın yakıştırması ile “yeni-

mürteci” diyoruz ve aydın’dan çıkarıyoruz ve bunlar, üstelik, yap-

tıklarını “solculuk” ve hatta  “sosyalizm” olarak da göstermekten 

geri kalmıyorlar.  İçlerinde görkemli altmış’lı ve kanlı iç savaşın 

yaşandığı yetmiş’li yıllarda olanlar çokturlar.

Bir ters oluşu yaşadığımız kesindir;  eskiden, kırk’lı yıllarda ve 

öncesinde-sonrasında,  üniversite okumuş olanlar büyük ihtimalle,   



39

yabancı dil bilenler çoklukla, Fransa’da 

okumuş olanlar ise hemen hemen ke-

sinlikle,  a priori  “solcu” sayılıyorlardı 

ve çoğunun öyle olduklarını biliyoruz. 

Şimdi durum terstir; yabancı dil bilenler 

veya iyi bir üniversitede okumuş olanlar 

ve bu arada ülke dışında eğitim gören-

ler, büyük ihtimalle, sağcıdırlar. “Yeni 

mürteci” kavramı,  sadece soldan gelip 

de reaksiyon cephesine katılanları değil, 

bunları da kapsamaktadır. 

Aybar, solcu idi, ancak, bugünün 

“yeni mürteci” formasyonunda oldu-

ğundan kuşku duyamayız. Cumhuriyet’i kuran bir aileden geliyor-

du, Harekat Ordusu’nun komutanlarından Hüseyin Hüsnü Paşa’nın 

torunu ve Nazım Hikmet’in yakın akrabası idi; elitist Galatasaray 

Lisesi’nden mezun ve üniversitede öğretim üyeliği yapıyordu. Milli 

atlet olmasının yanında, Türkiye İşci Partisi’nin ilk genel başka-

nı olduğu zamanlarda, elitist davranışları nedeniyle “Lord Aybar” 

olarak biliniyordu. Türkiye sosyalist hareketinin kuruluş ve geliş-

me döneminde, Aybar ve Doçent Doktor Behice Boran yönetici ol-

dular. Legal marksizmin yerleşmesini en çok ikisine borçluyuz.

Sosyalist düşünceyi bağımsızlık ve “kuva-ı milli” düsturlarına 

dayandırdılar.

HER ŞEYİN ÜSTÜNDE İSTİKLAL

Tarihimizin en kritik anlarından birini yaşıyoruz: İstiklalimiz 

tehlikededir.* Ve işin korkunç tarafı  şudur ki, istiklalimize kas-

tedenler bu sefer ordularla değil de, bir yardım teklifi nin yaldızlı 

paravanası arkasına gizlenerek üzerimize yürüdükleri için, Türk 

milleti kuşkulanmıyor.

Ve mahirane, mahir olduğu kadar hainane bir propaganda da 

bu kuşkusuzluğu arttırmağa, hatta istiklalimize kastedenleri bir 

kurtarıcı gibi göstermeğe çalışıyor. Bu gibi hallerde hakikati gören 

namuslu her Türk’e mukaddes bir vazife düşer: Her ne pahasına 

olursa olsun hakikatleri haykırmak. 

Bilmeliyiz ki, Amerikan yardımı söylendiği gibi bir altın halka 



40

değildir. O, bedelini ergeç kanımızla ödeyeceğimiz bir esaret zin-

ciridir.

Amerika, yüz elli milyon dolar mukabilinde biliyor musunuz 

bizden ne istiyor? Üçünçü Dünya Savaşı’nda, Polonya’nın bu savaş-

taki rolünü oynamamızı ve bunun için şimdiden Amerika’ya teslim 

olmamızı...

**

Aybar, Marshall Yardımı’nı bir esaret zinciri olarak görmek-



tedir.

Bağımsızlık duyarlılığı çok yüksektir.

Bağımsızlık kavramının ekonomik bir içerik kazandığı bir dö-

nemdeyiz.

Silahlı işgal olmaksızın, bağımsızlığı kaybetmek mümkündür 

ve bu anlayışı, Sovyet rüzgarı ile başlayan dekolonizayon hareket-

lerine borçluyuz. 

AMERİKAN YARDIMI: BAĞIMLILIK

Yardım sözünün arkasında gizlenen Amerikan menfaat ör-

gütlerinin neler olduğunu yer yüzünde bizlerden başka bilmeyen 

kalmadı.**  Alem öğrendi ki, Amerika barışı korumak bahanesiy-

le dünyaya hakim olmak gayesini güdüyor;  ve tek rakibi Sovyet 

Rusya’yı ne pahasına olursa olsun saf dışı etmek için hazırlanıyor.

Bu uğurda Amerika gerekirse, üçüncü dünya savaşını göze ala-

cak, hatta onu bizzat kendisi açacaktır.

Çünkü Roosevelt’in ölümünden sonra Amerikan siyasetine 

yön veren büyük kapitalistler gurubu, kendilerine dünya pazarla-

rını serbestçe sömürme imkanlarını verecek bir savaşın, neticede 

masrafl arını kurtarıp kar bırakacağını hesaplamışlardır.

Ve yine öğrendi ki, Amerikalılar, dünyanın stratejik noktaları-

nı bu maksatla şimdiden ele geçirmeye çalışıyorlar. Şayet bu stra-

tejik noktalardan biri de Türkiye olmasa idi bütün bu Amerikan 

manevraları bizi doğrudan doğruya ilgilendirmezdi. Fakat ne çare 

ki, bu noktalardan  biri Türkiye’dir ve Türkiye olunca da işin rengi 

değişmektedir.

**

Bundan  şu netice çıkıyor: Bugün bir vehim uğruna istiklali-



mize veda ediyoruz ve yarın başkaları hesabına ölmeyi şimdiden 

kabul ediyoruz.  




41

BAĞIMSIZLIK:  KUTSAL

Yardımın  şartları  malum:  Amerikan  cumhurbaşkanından tu-

tun da, derece derece ta Amerikalı radyo ve gazete muhabirlerine 

varıncaya kadar bir takım yabancılar, yardımın yerinde kullanı-

lıp kullanılmadığını kontrol etmek bahanesiyle bizim iç işlerimize 

müdahale edeceklerdir.*** Yardımın sureti tahsis ve sarfı ile ala-

kalı işlerinde Amerikan cumhurbaşkanından müsaade alınacaktır. 

Amerikan cumhurbaşkanına yapılan işler hakkında muntazaman 

rapor verilecektir.

**

Hukuk kitapları bu duruma “himaye” ismini verirler.



Ve himaye altına alınan devletlere de “yarı müstakil” derler.  

Amerikan yardımını, bütün mevcudiyetimle reddetmemin bi-

rinci sebebi işte budur. 

BAĞIMSIZLIK: 

MİLLİLEŞTİRME VE KUVVAYİ MİLLİYE RUHU

Bu, halk çocuklarının, üniversite de dahil, parasız okuması de-

mektir.

Bu, onların, yarın endişesi duymadan baskısız, korkusuz yaşa-



maları demektir. Bu, halk yığınlarının gerçekten hükümete katıl-

ması ve hükümeti denetlemesi demektir. 

Hulasa, bu, resmi nutuklardaki efendimizin sahiden efendi ol-

ması demektir.

Bunun için de, kar gayesiyle yapılan üretim yerine toplum ihti-

yaçlarını karşılayan üretim sisteminin konması, yani planlı bir ik-

tisat sisteminin tatbiki lazımdır ki, sınırlı ve belirli ellerde biriken 

milli servet asıl sahibine, yani millete dönsün ve halk yığınlarının 

kurtuluşu yolunda kullanılsın.

Bu itibarla serbest teşebbüsün, halk yığınlarının menfaatlerini 

bozmadığı ölçüde muhafazasını, büyük üretim araçlarıyla kredi ve 

ulaştırma vasıtalarının, orman ve madenlerin mutlaka millileştiril-

mesini, ticaretin de kontrol altına alınmasını istiyoruz.**** 

İşte bizim hürriyet ve demokrasi anlayışımız.

Dış münasebetlerdeki durumumuza gelince, Kuvvayi Milliye 

ruhuna sadık kalınmasını istiyoruz. Bu, bütün bir programdır.




42

Çünkü, Kuvvayi Milliye Ruhu, siyasi ve iktisadi istiklalimizi, 

toprak bütünlüğümüzü her şeyin üstünde tutar.

Kuvvayi Milliye ruhu, her şeyden evvel Türk halk  kütlelerinin 

menfaatini  göz  önünde bulundurmağı emreder.

Çünkü Kuvvayı Milliye Ruhu, emperyalizmin düşmanıdır.

SOLU EZİLEN İKİNCİ CUMHURİYETİMİZ

Sayın Devlet Başkanı

M.B. Komitesi’nde yapılan son operasyondan sonra, demok-

ratik rejimin mutlaka kurulacağına dair millete bir kere daha 

teminat verdiniz. Bu sözü yerine getireceğinizden kimsenin şüphesi 

yoktur.


Ancak bu iş iki türlü yapılabilir.

Birincisi eldeki politika ortamı değiştirilmeden, sol kanat ol-

madan seçimlere gidilir. Bu taktirde, maddi manevi tam bir ifl asla 

sonuçlanan, 1946-1960 denemesini yenileyeceğiz, demektir.

İkincisi, politik ortam değiştirilir, sol kanadın, kanun güvenli-

ği altında bir politik kuvvet olarak ortaya çıkabilmesi için gerekli 

şartlar sağlanır ve seçimlere öyle gidilir.***** Demokratik rejimi 

kurmanın ve yaşatmanın zaten başka yolu yoktur.

Gerçekten de demokrasi vardır, denilebilmesi için,  sermayenin 

ve ona bağlanan türlü zümrelerden kurulu sağ kanat karşısında, 

emek gücünün ve ondan yana olan türlü zümrelerin kurduğu sol 

kanadın, kanun güveni altında politik bir kuvvet olarak teşkilatlan-

ması şarttır. Mihenk budur.

Sol kanada hayat hakkı tanımayan bir rejim, etiketine olursa 

olsun, demokrasi değildir.

**

Gerçek böyle iken, bir takım biçimsel mantık oyunlarıyla, ikin-



ci Cumhuriyetimizi, sadece sağ kanadın türlü türlü zümreleri ara-

sında işler bir rejim olarak kurmağa kalkışmak, milletimizi yeni 

buhranlara sürüklemekten başka bir sonuç vermeyecektir.

KURTULUŞ SAVAŞI FELSEFESİNE DÖNÜŞ

Böylece Kurtuluş Savaşı’nın yaratıcı felsefesine ve gelenekleri-

ne yeniden dönmüş olacağız.******* Bağımlı milletlerin kurtuluş 

savaşlarına öncülük etmiş olan Türk halkı, kendi kurtuluşunu yine 

kendi ellerine almış olacaktır.




43

ATATÜRKÇÜLÜĞÜ HALKA AÇIKLAMAK

Hükümetin düşündüğü tedbirlerin ikincisi, bir iyi niyet 

çağrısıdır.

Partiler, kurullar ve bütün yurttaşlar, Anayasamızı, Atatürk 

devrimlerini, 27 Mayıs’ı tehdit eden tehlikeler, taşkınlıklar, kış-

kırtmalar karşısında iyi niyetle ve gayretlerini birleştirerek manevi 

bir cephe kurmağa çağrılıyor. Hükümeti bu çağrısından dolayı al-

kışlarız.

 Ancak bu temele dayanmayan çağrıdan hiçbir sonuç alınama-

yacağını de belirtmek isteriz.

İntikamcıların, kafatasçıların köşebaşlarını ele geçirdikleri 

partiler üzerinde, bu gibi çağrılarla olumlu etkiler yapılmayacağı 

hükümetçe de biliniyor ki, bu yolda daha önce yayınlanmış ortak 

bildiriler, verilmiş sözler bu son bildiride bir bir aranılıyor.******* 

Bu iyi niyet çağrısının aldatılmış, yıllardır öz menfaatlerini gör-

meyecek hale getirilmiş ve ne yazık ki sayıları hiç de az olmayan 

yurttaşlarımız üzerinde de hemen hiç etkisi olmayacaktır.

Şu halde?

Halka gitmekten, ona gerçekleri anlatmaktan, Atatürkçülüğün, 

27 Mayıs’ın, Anayasası’nın halkın yararına olduğunu açıklamak-

tan, halkın gözüne çekilen yalan perdesini çekip yırtmaktan başka 

çıkar yol yoktur.

                                                  

Zincirli Hürriyet, 5 Nisan 1947



Mehmel Ali Aybar, Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm, 1968, İstanbul, s.97

** 


Zincirli Hürriyet, 12 Nisan 1947

ibid., s. 101. Bundan sonra sayfa numarası vermeyi gerekli görmüyorum.

*** 

Zincirli Hürriyet, 19 Nisan 1947



****  Zincirli Hürriyet, 5 Şubat 1948

*****  Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e Mektup, İstan-

bul, 19 Kasım 1960.

ibid.,181

 ****** Tip-Genel Yönetim Kurulu Toplantısı, 10 Şubat 1963.

ibid., s.251



*******  Sosyal Adalet, 19 Mart 1963.

Yüklə 403,08 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə