27
etmediler; kapitalizm, öylesine kötülüksüzdü ki bunlarda dahi kötülük
göremediler. Ne yazık, bunları başka bir yerde ve çok önceden incelemiş
bulunuyorum.
İkinci noktada, hiç uzatmadan, şu notu kaydedebilirim; Marx’ın
düşünce matriksi içinde kalarak, kapitalizmi, sistematik olarak kötü bu-
lan ve bu nedenle, “Capital” ve “Manifesto” dahil temel yazıları eleşti-
ren üç kişi var; bunları, Rosa Luxemburg, Antanio Gramchi ve Yalçın
Küçük olarak sıralayabiliyorum.
10
Marx’ta kapitalizm, çok abartılmış
ve çok zaman, pek çok kötülüğü çözen bir düzen olarak sunulmuştur;
hem başlangıç tarihi, çok gerilere doğru uzatılmış ve hem de kapitalizm
ile bağları tartışmalı pek çok iyilik, kapitalizme eklenmiştir, bunlara
hiç katılmadım. Artık çok çeşitli yazılarımda yerlerini almış durum-
dadırlar.
Tabii bu hal, globalizm ile ortaya çıkan “kötü” kapitalizm vakasın-
dan farklıdır, bunu kabul ediyorum; yalnız, şu noktayı görmek duru-
mundayız, bugün her yerde “iyi” kapitalizmi kovabilmesi, doğasında
ve genesis’inde kötülük olması ile bağlantılıdır, mantıken, bunu redde-
demeyiz. Şimdi ve özellikle ilk sosyalist denemenin ifl as etmesinin sağ-
ladığı rahatlık içinde, doğasına ve çıkış haline dönebilmektedir. Ama
ne kadar ve ne ölçüde dönebilecektir; üçüncü nokta olarak buradayız.
Şunu tekrarlayabiliyoruz, kapitalizm sosyalizmi yendi ve arkasın-
dan intihar etti. Güzel, bu durumda, bir paralellik kurarak, başka bir
paradoksu daha formüle edebilir miyiz; Çin, sosyalizmi tasfi ye ettikten
sonra, şimdi de doğduğu ve en çok geliştiği yerlerde kapitalizmi de
tasfi ye mi ediyor, bu sorunun da, bütün paradokslar misli çekici ol-
duğunu kabul edebiliyorum. Cevabım, şimdi Çin’in, dünyanın her ye-
rinde, kapitalizmi tarifl erinden çıkarmaya katkıda bulunduğudur; Çin,
patlamış bir volkandan akan lav misali değdiği her yerde kapitalizmi
yakıyor. Ve kapitalizm, kurumuş samandan ovalar türünden yanmayı
beklemektedir.
Çin üzerine ve daha doğrusu “Çin Tehlikesi” konusunda yayınlan-
mış yeni bir çalışmanın sonuç bölümünden şu aktarmayı yapabiliyo-
rum: “No unskilled or semi-skilled job in the developed world is safe
if it is exposed to international competition and even jobs that are not
currently exposed soon will be. Tens of millions of jobs will be sent
10
Yalçın Küçük, Sol Müdahale, İstanbul, 2007.
28
offshore to India or China.”
11
Kısacası şu, globalizasyon programı çer-
çevesinde, büyük ekonomilerin dev fi rmaları, son derece düşük ücret-
lerle ve büyük bir disiplinle çalışan işçiler buldukları için, “az gelişmiş”
denilen ülkelere yayıldılar. Şimdi bunlar, bu çok düşük ücretle son de-
rece disiplinli bir şekilde çalışabilen işçilerin ürettiklerini, en gelişmiş
ülkelerin merkezlerine gönderebiliyorlar; ana fi rmalar, Hindistan veya
Çin’de üretilen mallarla rekabet edememektedir.
Öyleyse, globalizasyon, çıkış noktalarını da yakmaya başlamış gö-
rünüyor; bunun anlamı, on milyonlarca işin, Hindistan ve/veya Çin’e
aktarılmasıdır. Bu ise, yüz yıllarca ve hiçbir delokalizasyon olmadan,
tam istihdamı sağlayacak ölçüde istihdam yaratabilen kapitalizm’in,
bunu yapamaz hale gelmesidir. Başka bir deyişle kapitalizm, kendisini
tarif eden ve bir üstünlük ile övünme nedeni olan niteliklerini, en önem-
lisini, kaybetmiş durumdadır. Buna, ifl ası olarak bakabiliriz.
NEGASYON
Çok ilginç, artık, siyasal iktisatta, “re” ön ekiyle başlayan sözcük-
lerin kullanılmaz hale geldiğini ve bunun yerine “de” ekinin ön plana
çıktını görüyoruz. Şimdiye kadar “deregülasyon” ve “delokalizasyon”
sözcüklerini kullandığımı hatırlıyorum. Bunlara, “desintellectualisati-
on” ve deshumanisation” ve bir ileri aşaması olan “desublimation” söz-
cüklerini de ekleyebiliyorum. Bu sonuncusunu “bayağılaşma” olarak
anlayabiliyoruz.
Bizde, “de” ön eki ile yapılan sözcükleri, “-sızlaşma” olarak söy-
lemek mümkünse de dili zorladığını hemen fark edebiliyoruz; “aydın-
sızlaşma”, dilde bulunması gereken kolaylık ilkesine ters düşmektedir.
Bu nedenle “aydın olmaktan çıkma” ya da “aydın-lık’tan çıkma” de-
memiz daha yerinde görünüyor; “insan-lık’tan çıkma” da mümkündür.
“Desublimation” ise “bayağılaşma” olarak karşılanabilir, bana, uygun
geliyor ve öyle kullanıyorum.
Peki bu “de” ön ekli sözcüklerin, nerede ise, yeni icat edilerek, bir-
biri arkasından kullanılmasını nasıl anlamamız ve soyutlamamız ge-
rekiyor; her halde, ilk olarak, bir “bozulma” teşhis etmek zorundayız.
Bir düzen, bir çok özellik ve tarifi ile eski halinden çıkıyor; bu çıkara-
bildiğimiz ilk ders’tir. –de, çıkıştır. İkincisi, her halde daha önemlidir;
11
Will Hutton, The Writing on the Wall –China and the West in the 21th Century, London, 2007,
s.319
29
bu eski halinden çıkışın nereye yöneldiğini henüz bilemiyoruz. Dola-
yısıyla, bozulmayı görüyoruz ve ne çıkacağını ve hatta ne çıkmakta
olduğunu ise henüz göremiyoruz.
Geçerken not edebiliyorum, bu ikinci hal, globalizasyon’un istik-
rarlı olmadığına da işaret etmektedir. Yıkmaktadır ve fakat henüz ku-
ramamaktadır.
Üç sözcüğü ekleyebilirim, “dezurbanizasyon” ve “dezendüstriliza-
syon” ve bunlarla çok bağlantılı “deraisonment”; birincisini “köyleşme”,
ikincisini “sanayileşmeyi terk” ve üçüncüsünü ise “rasyonalizasyon’dan
çıkma” olarak anlayabiliyoruz. Birincisi, Roma’nın çöküşü ile birlikte
yaşanmıştı ve ikincisi, yepyeni bir kavramdır, bu nedenle, kapitalizmde
doğup büyümüş bir insanın bunu, önceden düşünebilmesini hiç düşü-
nemeyiz.
Yıllarca, hem kapitalizm ve hem de “gelişme”, Colin Clark ve Si-
mon Kuznets’in istatistik ve tabloları ile tarif edildi; gelişmiş ülkelerde,
milli gelir içinde sanayinin payı yüksektir ve kalkınmak ancak sana-
yinin payını yükselterek sağlanabiliyordu. Ancak şimdi tersine dönüş
var, globalizmi, afyon misali zorla ihraç eden ülkelerde sanayinin milli
gelir içindeki payı, en devrimci bir şekilde, düşmektedir. Öyleyse geri-
liyorlar ve ya da tarifl eri bozmak zorundayız, şimdi de buradayız.
Biz “hayatta en hakiki mürşid ilimdir” vecizesi ile biliyoruz; aklı
ve bilimi, topluma uygulamak anlamındadır. Aydınlanma’dan geldi-
ğinden kuşku duymuyoruz; yalnız bununla kalmayarak, her türlü iş
ve sorunda akılcılığı tek yol gösterici saymayı da kapitalizme bağla-
ma eğiliminin çok yaygın olduğunu biliyoruz. Ne ölçüde ikna edicidir;
doğrusu, bilimsel keşifl er ile kapitalizmin doğuşunun senkronize oldu-
ğu kesindir, yalnız bu bir assosiasyon mu, bunu da artık tartışabiliriz.
Fakat tartışamayacağımız nokta, artık kişisel toplumsal ve siyasal me-
selelerin analizinde aklın rehberliğinden hızla uzaklaşıldığıdır. Şimdi
rasyonalizasyon, bilim adamlarının çalışma odaları ile labaratuarlarına
sığınmış haldedir. Öyleyse karanlığa batıyoruz ve buradan devam edi-
yoruz.
Benim buna, istenirse globalizm’e denebilir, karşı bilimsel tepkim
iki aşamada oldu; önce “yirminci yüz yılın orta çağı” tespitini yapıyor-
dum; 1985 yılındadır.
12
Kuşkusuz bu tespitimin, dar anlamda, “mark-
sist” olmadığını ve kaba marksist şemalara ters düştüğünü biliyordum;
12
Yalçın Küçük, Quo Vadimus-Nereye Gidiyoruz, İstanbul, 1985.
Dostları ilə paylaş: |