dahil etmenin reel (“pipo odada”) değil, yönelişsel (“pipo
fenomeni bilincimde”) olduğunu daima belirtmek gereke
cektir. Her özel durumda yönelişsel analizle açığa çıkarılan
bu yönelişsel “dahil ediş” şu anlama gelir: bilincin nesne
siyle ilişkisi birbirinden bağımsız iki dışsal gerçekliğin
ilişkisi değildir, çünkü bir yandan nesne Gegerıstand yani
göründüğü bilince gönderme yapan fenomendir, öbür yan
dan bilinç de bu fenomenin bilincidir. Dahil etme yöne
lişsel olduğu içindir ki, aşkını yıpratmadan içkinde kur
mak mümkün olur. Böylece, yönelişsellik kendiliğinden şu
soruya yanıt olur: benim için “kendinde” bir nesne nasıl
olabilir? Pipoyu algılamak, onu reel varolan olarak hedef
lemektir. Böylece dünyanın anlamının da benim ona ver
diğim anlam olarak şifresi çözülmüş olur, fakat bu anlam
nesnel olarak yaşanır, ben onu keşfederim, yoksa dünyanın
benim için taşıdığı anlam olmazdı, indirgeme, yönelişsel
analizi
[araç olarak] elimize vererek, özne-nesne ilişkisini
net ve dakik olarak betimlememizi sağlar. Bu betimleme,
veriyi edilgince benimsemek değil, doğal bilinçte içkin olan
“felsefeyi” işe koşmaktan ibarettir. Bu “felsefeyi” ise bizzat
yönelişsellik tanımlar. Demek ki yönelişsel analiz nesne
nin varlık anlamının (Seinssinn) nasıl kurulduğunu ortaya
çıkarmalıdır (adı da buradan gelir), zira yönelişsellik bir
hedefleme, ama aynı zamanda bir anlam vermedir. Yöne
lişsel analiz anlam olarak kurulmuş nesneyi kavrar ve bu
kuruluşu açığa çıkarır. Böylece Ideen H’de Husserl art arda
maddesel doğanın, canlı doğanın ve Tin’in kuruluşlarını
gerçekleştirir. Öznelliğin “yaratıcı” olmadığını belirtmeye
bile gerek yoktur, çünkü o kendi başına sadece Ichpol'dür
[Ben-kutup], ama “nesnellik” de (Gegenstandlichkeit), kendi
sine nesnellik anlamını veren yönelişsel bir hedeflemenin
kutbu olarak vardır.
III. - "Yaşamın dünyası"
1. Aşkınsal idealizm ve çelişkileri.
- Demek ki bu
aşamada, öyle görünüyor ki, kendimizi bir “aşkınsal idea
lizm” karşısında buluyoruz (Kart. Med.); bu idealizm zaten
daha önce bizzat indirgeme girişiminde içerilmiş bulu
nuyordu. Fakat aşkınsal özne somut özneden farklı bir şey
olmadığından, bu aşkınsal idealizmin ayrıca tekbenci (so-
lipsist) olması da gerekir gibi görünüyor: Ben dünyada
tek’im, bu dünyanın kendisi de bütün nesnelerin birliği
idesinden ibaret, şey sadece benim şeyi algılayışımın yani
Abschattungen
’in birliği, tüm anlam da -yöneliş ya da an-
lam-verici (Sinngebung) olarak- benim bilincimin “için
de” kuruluyor... Gerçekte Husserl hiçbir zaman bu mona-
dik idealizme takılıp kalmadı, zira önce nesnelliğin deneyi
mi öznelerin çoğulluğunu gerektirir, sonra “öteki’ nin ken
disi de bana mutlak biçimde özgün bir deneyimde verilir.
Diğer ego’lar “basit tasarımlar, bende temsil edilen nesne
ler, ‘ben’in içinde yürüyen bir doğrulama sürecinin sente
tik birimleri değil, adı üstünde ‘ötekiler’dir” (Kart. M ed.).
Ötekinin ötekiliği şeyin basit aşkınlığından ayrılır, şu an
lamda ki, öteki kendisi için bir ben’dir ve birliği de benim
algımda değil kendi içindedir; başka deyişle, öteki varol
mak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan bir saf ben’dir, mut
lak bir varoluş ve kendisi için radikal bir çıkış noktasıdır,
tıpkı benim kendim için olduğum gibi... Soru o zaman şu
şekli alır: kurucu bir özne (ben) için nasıl bir [başka] kuru-
cu özne (öteki) olabilir? Pek tabiî öteki benim tarafımdan
“yabancı” olarak yaşanır (Kart. Med.), çünkü [o da] anlam
kaynağı ve yönelişselliktir. Fakat (Sartre’a bilinçlerin ayrıl
ması temalarını verecek olan) bu yabancılık yaşantısının
berisinde, aşkınsal düzeyde, öteki’nin açınlanması şeyin
açınlanmasımn terimleriyle yapılamaz; ama yine de, öteki,
benim için varolduğu ölçüde, aşkınsal indirgemenin esas
sonuçlarına inanmak gerekirse, benim sayemde vardır.
Öteki’nin açınlanmasma özgü bu gereklik, “öteki” proble
minin konuluş tarzını aldığımız metin olan Karteziyen Me-
ditasyonlar’
da tam anlamıyla tatmin edilmiş değildir. Ni
tekim ötekinin bedeninin bana bir başka ben’in bedeni
olarak verildiği, psişik unsuru kendi ipucu olarak öneren
“özümleyici tamalgı’ yı (aperception) betimleyip onun “do
laylı erişilebilirliğini” bizim için ötekinin varoluşunun te
meli yaptıktan sonra, Husserl fenomenolojik açıdan “öte
ki’nin, “benim” ben’imin bir modifikasyonu olduğunu” söy
ler (Kart. M ed., 97), ki bu bizim beklentimizi doyurmaz.
Buna karşılık, Ideen II, III. Bölüm’de Husserl “doğal dünya”
ile “tin dünyası” (Geist) arasındaki karşıtlığı ve İkincinin
birinciye göre mutlak ontolojik önceliğini vurguluyordu:
şeyin birliği, tüm Abschattung \armm bir bilinç için oluş
turduğu birlik, kişinin birliğiyse “mutlak bir dışa-vuruluş
birliği”dir. Öznenin, ve dolayısıyla özne olarak öteki’nin
(alter ego)
durumunda, reel varoluş bir yönelişsellik bağın
tısına indirgenemez, çünkü ötekini hedeflediğim zaman yö
nelişime nesne aldığım şey tam olarak mutlak bir varoluştur:
burada reel varlıkla yönelişsel varlık kaynaşmıştır. Demek
ki, ayrıca, Ricoeur’ün Durkheim’e göre kollektif bilince ya
Dostları ilə paylaş: |